Perşembe Kasım 14, 2024

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Dünyanın en büyük organizasyonları arasında görülen futbol şampiyonasını evlerinde 5 milyar kişi izliyor. Emperyalist devletler arasındaki bölgesel savaşlar, Gazze’de süren soykırım, işgal-yağma altında katliamlara maruz kalan halklar, savaş ile sömürüden kaçıp göç yollarında sığınacak bir kara parçası arayan mazlumlar ve her gün okyanuslarda bir liman arayışı içerisinde yok olan umutlar dünyasında diğer yandan futbol şampiyonası izliyoruz.

Futbolun insanların birlikte coşku ve heyecan yaşamasının aksine bir spor etkinliği olmaktan çıkartılarak kapitalizmin kâr hırsına havale edildiği biliniyor. Bu amaçla futbolun kapitalistler için hem çeşitli şampiyonalar ve ulusal ligler hem de futbol oyuncularının birer “meta” olarak yüksek miktarlarda transfer edilmesiyle kazançlı bir pazar olmasının yanısıra kitlelerin içinde yaşamak zorunda bırakıldıkları koşullara isyan etmemesi için bir araç olarak kullanıldığı da biliniyor.

Nitekim diğer benzer örgütlenmeler gibi UEFA da bu amaç için kurulmuş ve emperyalist-kapitalist sistemin politikalarına hizmet etmekle görevlendirilmiştir. Bu sistemin dışında kalanlar veya karşı çıkanlar şampiyonaya dahil edilmez. Avrupa şampiyonasına Rusya’nın dahil edilmemesi gibi. Futbol aynı zamanda egemenler açısından kitleler üzerinde ırkçılığın ve şovenizmin propaganda aracı olarak kullanılmıştır.

Futbol sahasındaki ırkçılık

Nitekim 2 Temmuz’da Türkiye ile Avusturya arasında oynanan maçta, Türkiye’nin 2-1 kazandığı maçta Merih Demiral’ın atmış olduğu golden sonra yapmış olduğu “bozkurt selamı” ve sonrasında yaşananlar bunun ispatlamaktadır.

Merih Demiral adlı futbolcunun gol attıktan sonra Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adındaki kontrgerilla örgütlenmesiyle özdeşleşen Türk faşizmini sembolize eden “bozkurt selamı” ile sevinç gösterisinde bulunması, Türk faşizmi altında Kafkaslar’dan Türkiye’ye, Ortadoğu’dan Kürdistan’a kadar halkları derinden yaralamış ve rencide etmiştir.

“Bozkurt selamı” denilen selam, MHP adlı ırkçı ve faşist partinin sembolü olarak kullanılsa da gerçekte kendine milliyetçiyim diyen, Türk ırkını dünyadaki en üstün ırk olarak gören, diğer ulus ve halkları hiçe sayan, onları kendisine köle olarak gören, kendinden olmayan halkları ezen ve yok eden ırkçı ve şoven bir anlayışı sembolize etmektedir.

Bu ırkçı ve şoven selamı Türk mitolojisindeki bozkurt varlığından hareketle Türk ulusunun “milli değeri” olarak ilan etmek Türk faşizminin sıradanlaşması ve normalleşmesine, TC faşizminin başta Türkiye’deki Türk (ve Sünni) olmayan halka ve coğrafyamızdaki diğer halklara karşı saldırganlığının meşrulaştırılmasına hizmet etmektedir.

Bu selamın aynı zamanda uluslararası etkinliğin yapıldığı Almanya’da yapılmış olması da dikkat çekicidir.  Almanya’da 3 milyona varan Türkiyeli nüfusun içinden son seçimlerde MHP-AKP’ye oy verenlerin oranı azımsanmayacak kadar yüksek olduğu bilinmektedir.

Bilineceği üzere Türk istihbarat teşkilatı, konsolosluklar, camiler aracılığı ile oluşturduğu örgütlenme ağları ile Batı Avrupa’da Türkiyeli göçmenler içinde ülkücü-Osmanlı Ocakları adı altında örgütlenen dernek ve spor salonlarında kendisine doğrudan bağlı faşist örgütlenmeler örgütlemiştir. Bu örgütlenmeler; Türk faşizminin kitle tabanını oluşturan, Türk milliyetçiliği ile siyasal İslam zehri etrafında, Türkiyeli ilerici-yurtsever-devrimci-demokrat kesimlere, yurtdışında yaşamak zorunda kalan Ermeni-Kürt-Alevi halka karşı dolayısı ile insanlığa karşı örgütlenmişlerdir.

UEFA şampiyonasının başlangıcında Türkiye-Gürcistan maçından itibaren harekete geçirilen ve Türk faşizminin kitle tabanını oluşturan yurt dışında yaşayan ırkçı ve faşist güruhlar, maç öncesinde stat çevresinde ve maç esnasında ırkçı ve faşist sembolleri yoğun olarak kullanmışlardır.

Başta “bozkurt selamı” olmak üzere mehter marşlarından, “Ölürüm Türkiyem” ve “Ne mutlu Türk’üm diyene” gibi ırkçı ve faşist sloganları yoğun olarak kullanmışlardır.

Bu sembol ve marşların, Türkiye’de başta Kürt ulusu olmak üzere farklı azınlık milliyetlere ve yine Sünni İslam dışında başta Alevi inancı olmak üzere azınlık inançlara ve başta devrimciler olmak üzere her türden muhaliflere yönelik kitle katliamlarında, suikast, işkence ve baskı ve göç ettirmelerde kullanıldığı bilindiğinden, bu sembollerin Türkiye maçları öncesi ve sonrasında yoğun olarak kullanılmış olması, örgütlü ve planlı bir kampanyayla karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Türk milli takımının maçları sırasında örgütlenen bu ırkçı ve şoven gösterilerin doğrudan TC devleti tarafından konsoloslukları aracılığıyla örgütlendiği anlaşılmaktadır.

Hitler, Franko, futbol…

Demiral adlı futbolcunun “bozkurt selamı” ve sonrasında UEFA’nın bu selama ceza vermesi, ırkçı ve milliyetçiliğin köpürtülmesi amacıyla kullanılmıştır.

Futbolun geniş kitleler üzerindeki etkisinden de faydalanılarak Türk televizyonları-sosyal medya aracılığı ile Türk milliyetçiliğinin körüklenmesi tehlikeli boyutlara ulaşmıştır. Bu dalga AKP-MHP faşizmi tarafından bizzat körüklenmiştir. EURO 24 Futbol turnuvası, Türkiye’de ekonomik ve sosyal çöküntünün unutturulması için fırsat olarak ele alınmış ve Türk milliyetçiliğinin gövde gösterisine dönüştürülmüştür.

Emeklisinden işçisine, memurundan köylüsüne kadar, artık idare edilemeyen ekonominin başına getirilen M.Şimşek gibi İngiliz-ABD vatandaşı danışmanlar da ekonomik krize çare olamamışlardır. İlan edilmemiş iflas ile ekonomik-sosyal çöküntü yaşayan Türkiye’de halk, futbol ile uyuşturulup zehirlenmektedir.

Bu vahim tablo II. Dünya Savaşı’nda A.Hitler’in müttefikleri İspanya-İtalya-Portekiz’de de yaşandı. Hitler’in de desteğini alan İspanya’da Franco faşizmi, iç savaş ve onca ekonomik yıkıma karşılık halkı nasıl kontrol altında tuttuğunu soranlara “Onları, yüz binlik beşiklerde uyutuyorum” demişti. Koyu bir Real Madrid taraftarı olan Franco, Real Madrid’e maddi ve manevi destekte bulunmayı ihmal etmemiştir.

Real Madrid bu yüzden kralın takımı olmuştur. İspanya’dan ayrılmayı, baskılara karşı hak ve özgürlükleri arayışı içerisinde olan Bask ve Katalan’ların takımı ise Barcelona olmuştur. Faşist Franco İspanyasının komşu ülkesi Portekiz’i 1932’den 1968’e kadar yöneten Salazar’da diktatörlüğünü 3F (Futbol-Fado-Fiesta) borçlu olduğunu ifade etmektedir. Kısacası futbol, kitleler üzerinde etki etmede, halkı meşgul etmede başarılı bir araç olarak kullanılmış, üstelik de bu “sihirli oyundan” para kazanılmıştır.

Futbolun bu kadar güçlü, toplumu bu kadar harekete geçiren bir araç olması, Türkiye’de faşist iktidarın işçi sınıfını ve halk kitlelerini sömürü, kültürel yozlaşma ve asosyalleşmenin bir aracı olarak kullanmasına neden olmuştur. Açlığın ve yoksulluğun kol gezdiği ülkemizde, çok büyük bedellerle inşa edilen statlar, kulüplerin vergiden muaf tutulması ve borçlarının silinmesi, futbolculara ödenen akıl almaz ücretler vb. yaşanan ekonomik çöküntünün gizlenmesi ve kitlelerin isyan etmemesi içindir.

Faşist M.Demiral’ın bozkurt işaretinden sonra, EURO 24 Avrupa şampiyonasında tehlikeli boyutlara ulaşan Türk milliyetçi taraftarların saldırgan davranışları, Alman Anayasası Koruma Teşkilatı BfV tarafından görülmüş “Avrupa’daki Türk aşırı sağı iç güvenlik açısından tehdit oluşturmaya başlamıştır” derken, Alman medyası, “Ülkücü şiddet tehdidi yasaklanmalı”, Alman İçişleri Bakanı N.Faeser ise “Türk aşırı sağcılarının işaretlerinin bizim stadyumlarda yeri yok” diyerek tehlikeyi işaret etmişlerdir.

Çünkü AKP-MHP iktidarının, Avrupa’da sosyal tabanını oluşturan, Türk istihbaratı tarafından desteklenen ve bir güç haline gelen ülkücü ve siyasal İslamcı paramiliter çeteler, Avusturya’da 2019’dan, Fransa’da 2020’den itibaren yasaklanmıştır.

Avusturya galibiyetinden sonra çeyrek finale yükselen, Türkiye’nin istisnasız “sol”cusundan-sağcısına kadar herkes estirilen Türk şovenizmi dalgasına ortak olmuşlardır. “Bozkurt selamı”nı eleştiren, karşı çıkan, muhalif olan her kim varsa, vatan haini, düşman olarak görülmüş, linç kampanyaları ile hedef haline getirilmişlerdir. Göçmenlere düşmanlığı ile bilinen CHP Bolu Belediye başkanı Tanju Özcan ise M.Demiral’ın “Bozkurt işareti yapan heykelini Bolu’ya dikeceğim” diyerek gerçek yüzünü bir kez daha göstermiştir.

Fırsatı görüp durumdan vazife çıkaran Erdoğan, Türkiye ile Hollanda arasında oynanacak maçı statta izlemeyi ihmal etmemiştir. Yurt dışında teşhir ve tecrit olmuş, hiçbir devletin kabul etmediği Erdoğan, “işini gücünü” bırakarak 300 kişilik koruma ordusu ile Berlin sokaklarında şov yapmıştır. Kariyerini, popülaritesi Erdoğan’a biat ettikten sonra sıfıra düşüren, hiçbir prestiji kalmayan Mesut Özil’i de arkasına takarak Almanya’ya getirmesi ise dikkatlerden kaçmamıştır.

Bozkurt selamı; Irkçı, tekçi faşizmin sembolüdür

TC faşizminin bir futbol turnuvasını ırkçı ve şoven bir kampanyaya dönüştürmesi dikkatlerden kaçmamıştır.

“Bozkurt selamı” üzerinden estirilen ırkçı ve faşist dalga, bu selamın Türk ulusunun “milli değeri” olduğu safsatasına kadar vardırılmıştır. Oysa ki, bu “bozkurt selamı” demek Fırat Kalkanı -2016-, Zeytin Dalı-2018-, Barış Pınarı – 2019-, Artsakh’ta-2020-, Kürt ve Ermeni halkının topraklarının işgal edilmesi için, TBMM’de onaylanan tezkereden sonra, TSK-Ülkü Ocakları ve ISİD çetelerinin katliamlarını selamlamak demektir.

Artsakh’ta, Rojava’da işgal ve katliamları, onaylamak ve desteklemek anlamına gelir.

“Bozkurt selamı”nı savunmak, Roboski katliamında bütün aile fertlerini ve 11 akrabasını, kardeşi Serhat Encü’yü kaybetmiş olan, eski HDP milletvekili Ferhat Encü’nün aleyhine oluşturulan linç kampanyasına destek olmak demektir.

“Bozkurt selamı” yapmak ve savunmak, Ermeni halkının en değerli kalemlerinden, Hrant Dink’in katillerini onaylamak, desteklemek anlamına gelir. Ülkücü eli kanlı katil Ogün Samast’ın, “Ya sev ya terk et” sloganı ile tehdit etmekten çekinmeyip, hapishaneden ödüllendirilerek salıverilen katili savunmak demektir.

“Bozkurt selamı” vermek ve savunmak, 1915 yılında Türkiye’de yaşayan Ermeni-Rum-Yahudi halkların “Ne mutlu Türk’üm diyene”, “Türkiye Türklerindir”, diyerek, tehcir ve göçü onaylamak demektir. Daha yeni 2024 Türkiye’sinde bile göçmenlere karşı aynı zamanda, Türkiye’nin birçok ilinde başlayan pogromlarda görevlendirilen ülkücü-paramiliter güçleri onaylamak demektir.

Sokaklara-okullara Talat Paşa isminin verilmesinden sonra birçok ilerici-yurtsever-devrimci demokratın katledilmelerinde rol alan Katolik dünyasının ruhani lideri Papa II. Jean Paul’e suikast düzenleyen Abdullah Çatlı-Mehmet Ali Ağca-Haluk Kırcı gibi ülkücü katilleri selamlamak demektir.

Uyuşturucu taciri ve tescilli bir faşist olan, başta Hollanda’da Nubar Yalımyan’ın katledilmesinde rol oynayan aynı zamanda Ankara Bahçelievler’de 7 TİP üyesini vahşice katleden, bugün Nevşehir’de caddeye ismi “onur”la verilen Abdullah Çatlı adlı faşist katilin onaylanması anlamına gelir.

“Bozkurt selamı”nı savunmak Sivas’ta Madımak otele sığınan 33 aydın-sanatçı-yazarı diri diri yakmaktan bir an olsun tereddüt etmeyen, ülkücü ve yobaz güruha destek vermek anlamına gelir.

“Bozkurt selamı” binlerce devrimcinin ve ilericinin katledilmesinde rol oynayan ırkçı faşist anlayışın kendini meşrulaştırılması ve olağanlaştırılması demektir. Faşizmle ve onun temsil ettiği anlayışlarla uzlaşmamak, dahası görüldüğü yerde ezmek devrimci ve insani bir görevdir.

3620

Onun Işıklı yolunda yürümeye devam ediyoruz

Emekçiler yoldaşlar,

İbrahim Kaypakkaya yoldaş bundan tam 42 yıl önce Kemalist faşist diktatörlükçe Diyarbakır hapishanesinde katledildi. Genç bir komünist olarak yoldaş Kaypakkaya’nın TKP/ML’nin kurucusu ve ideolojik önderi olduğunu bilen faşist diktatörlük onu katletmekle fikirlerini ve kurduğu partinin de yok olacağını sanıyordu. Ancak düşman aldanmıştı, evet, Komünist önderin katledilmesi partimiz açısından büyük bir kayıptı, ancak onun takipçileri ve savunucuları 43 yıldır onun ışıklı yolunda yürümeye devam ediyorlar.

Kürtlerde 'Türkiyelilik' :Çetin Çeko

İttihat ve Terakki’den günümüze gelen Türkiyeli ve Türkiyelilik kavramlarının esası, Kürt, Ermeni, Süryani, Rum ve Çerkes halklarının egemen Türk ulusuyla eşit hak ve sorumluluklara sahip olmasından ziyade, T.C’nin toprak bütünlüğünü korumaya yönelik bir söylemdir.

Kürt aydınları ve siyasetçileri “Türkiyeli, Türkiyelilik” kavramlarını, 1960’ların ilk yarısından itibaren “Şark, Doğu meselesi” olarak ifade ettikleri Kürt sorununu tanımlarken kullanmaya başladılar. Bu kavramları kullanan aydın ve siyasetçiler sağ muhafazakâr kesimden gelenlerdi.

Kaypakkaya,16 Mayıs 2015 tarihinde Ludwigshafen`de anılacak‏

 

Özgür Gelecek Dergisi Avrupa Temsilciliğinin 18 Mayıs Gece Tertip Komitesiyle Yaptığı Röportaj;

ÖG: Bu yıl yapılacak Komünist Önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşı anma gecesi hakkında genel bilgi verir misiniz?

PARİS KATLİAMI, “BARIŞ SÜRECİ” VE HESAPLAŞMA[1]

“Ağır bir zırh taşıyarak ilerliyor zaman.”[2]

DİHA: Kadınlar Sakine Cansız’ın devrimci kişiliğini kendilerine öncü bir kadro olarak kabul ettiklerini ifade ediyorlar. Cansız elde ettiği başarı ve mücadele ile tüm dünya kadınlarının özgürlüğü için çalışmalarda hiç yorulmaksızın devam etmiştir. Cansız’ın mücadelesi azmi ve direnişi Türkiye ve Kürdistan’da yaşayan kadınlara nasıl bir katkı sağlamıştır? Ve sizce kadınlar, kadın örgütleri Cansız’ın mücadelesini nasıl görmekteler?

Özgür Gelecek’i Susturamazsınız; Çünkü Gerçekler Devrimcidir!

T.C devletinin devrimci, demokrat ve muhalif kesimlere yönelik baskıları artarak devam ediyor.

Şimdilerde çokça konuşulan ve esas hedefi devrimci, demokrat, yurtsever güçler olan “iç güvenlik“ tartışması ile yeni bir saldırı ve baskı politikası devreye giriyor.

Gerek yasaları gerek farklı baskı mekanizmaları ile muhalif kesimi sindirmek isteyen TC, sadece yasaları ile değil “ajanlaştırma, işbirliği” vb yöntemlere de başvurmakta.

TC’nin daima hedefinde olan devrimci basında elbette bundan “nasibini” almaktadır.

1978 Yılının Şubat Ayında Gerçekleştirilen TKP/ML 1ci Konferansı TKP/ML Tarihinde çığır açmıştı

1976 yılında partimizde yaşanan tasfiyecilik zamansız ve kısır bir ayrılığa yol açtı. Koordinasyon Komitesini oluşturan kadroların hemen hemen hepsi tasfiyeci ve darbeci tarafta yerlerini aldılar. Sağlıklı, planlı bir tartışma yürütülemedi. Parti kadrolarının ezici çoğunluğu bilimsel tartışmalar yürütemeden tercihler yapmaya zorlandı. Birbirimizi iyi anlamadan, ne söylediğimize bakılmadan partiden kopuşlar yaşandı. Darbeci yönetim parti kadrolarının ezici çoğunluğunu etkiledi. Birçok bölgede partimiz ağır tahribatlar aldı.

Odatv İLE VURULMAK

 

Ve Kürdün kirik kaburgasi Mehmet metiner’le Irfan Dündarin kirlettigi havayi solumak

Odatv makalelerimi yayımladığı için müdavim Türk okurlarının çok sert hücumlarına uğruyor. "Bu bölücü PKK' lıya yer vermek Odatv' ye mi kaldı? Böyle devam ederse Odatv ile ilişkimizi gözden geçiririz,"diye tehdit ediyorlar.

Bazı Kürtler de bana saldırıyor Odatv'de makalelerim yayımlandığı için.

Bu iki taraflı hücum uzun zamandır yoğun olarak sürüyor. Ancak ne Odatv benim yazılarıma kapılarını kapattı, ne de ben yazılarımı Odatv'ye göndermekten vazgeçtim.

Faşizm Bundan Başka Bir Şey Değil ki..

Son aylarda bazı köşe yazarları, tv’lerde boy gösteren kimi ‘aydın, yazar, çizer, tarihçi ve siyaset bilimcisi’ dünün Başbakanı, günün Cumhurbaşkanı ve partisi AKP’nin, anti-demokratik bir gidişe doğru imza attıklarını anlatmaya başladılar. 

Nuh'un vurulduğu yerde...Semra Çelebi

Orası benim mahallem. Doğduğum, büyüdüğüm, sokaklarını adım adım bildiğim, 35 yıllık değişimine bilfiil tanık olduğum.

Bir fotoğraf var aklımda. Henüz Yeldeğirmeni'nin tarihi köşkleri "yanıp" kül olmamış, yerlerine müteahhitlerin deniz kumundan yaptığı kağıt binalar yükselmemiş. Üç katlı, küçük bedenimden geniş duvarları, kocaman balkonu, bostana çevirdiğimiz bahçesi olan taş bir evde oturuyoruz; Kürtler çoğunlukta, sonra Yahudi bir aile, Ermeni bir teyze ve bir de Türk olduğunu bildiğimiz Ferdan Teyze ile Ethem Amca...

TC, Kürdistan ve Kürtleri silahsızlandırmak istiyor!...-Dursun Ali Küçük

 

1-Kürdistan Federasyonu ve Batı Kürdistan’a vurdular, olmadı...

Patron TC; IŞİD ve Arap sömürgeciliğini dirilterek ve öne sürerek Kürdistan federasyonunu yıkmak istedi. Musul ve Kerkükü almak ve Kürdistan federasyonun gücünü oldukça etkisizleştirmek ve yıkmak için tabii ki bunlar yapıldı.

Bunu unutmayacağız.

Hasta iken tutsak olmak!

AKP hükümeti ve yargısının düşman hukuku nedeniyle hasta tutsaklar sorunu hala gündemdeki yerini korumaya devam ediyor. Hemen hemen her gün yapılan basın açıklamaları, HDP milletvekillerince meclise soru önergelerinin verilmesi, konunun özgür basın tarafından her gün haber yapılması ve bir bir hastaların zindandaki tükenişleri dahi hasta tutsakların dünya tarafından görülmesi ve bırakılmalarına yetmiyor.

Sayfalar