Cumartesi Mart 1, 2025

Türk tekelci devleti, paylaşılmış alanları yeniden paylaşmak istiyor

Türk Tekelci burjuva devleti, emperyalist amaçları doğrultusunda her fırsatı, büyük emperyalist devletler arası her çelişkiyi değerlendirip, kendi amaçları için kullanma politikası izliyor. Bu, burjuva politik temsilcilerinin çok “kurnaz” oluşundan değil, sermayenin yayılmacılığının devlet politikasını buraya zorlamasından ve yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Sermaye büyüyüp merkezileştikçe, genel eğilimi yeni pazaralar bulmak olur. İzlediği dış politika da buna uygun olarak gelişir ya da geliştirmeye çalışır.

Emperyalistler arası ilişkilerde (bütün kapitalist devletler içinde bu geçerlidir), “dostluk” ilişkisi olmaz, çıkar ilişkisi olur. Yine emperyalistler arası bloklaşma da emperyalist çıkar ilişkileri üzerine kurulur ve dağılır. Bugün bir blok içinde olan, yarın bir başka blok safında ya da daha sıkı ilişki içinde olabilir. Keskin çıkar çelişmeleri nedeniyle, emperyalist bloklaşmalar da sık sık değişiklik gösterir.

Birinci dünya ve ikinci dünya savaşları farklı bloklaşmalara tanıklık etmiştir. Daha sonraki süreçte de bloklaşmalar, bloklar arası ilişkiler, bazılarının katı bazılarının gevşek olması ve özellikle günümüzde de, bir blokta yer alanın diğer blokla daha sıcak ilişki kurması (Türkiye) ve AB içindeki değişik ülkelerin değişik bloklarla iilşki kurması, yine Hindistan’ın BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alıp, ABD ile sıkı ilişki kurması...

AB içinde yer alan ülkelerden Fransa ve İtalya’nın ABD ile ilişkilerinin hep soğuk olması ve özellikle Fransa’nın ABD ile bir çok alanda ciddi çelişkiye düşmesi ve ABD’den bağımsız olarak, AB’nin kendi emperyalist amaçlarını yerine getirecek işgal ve saldırı ordusunu kurmaya zorlaması vb.

Ancak, geçmişte olduğu gübi günümüzde de hem savaş (ve çelişme) vardır ve hemde barış, birbirleriyle sıkı ilişkileri vardır. Kapitalist emperyalist ülkeler arasındaki bu ilişki, giderek daha da sıklaşmıştır. Sermayenin büyümesi ve merkezileşmesine koşut olarak, ekonomik ilişkiler iç içe geçmiştir. ABD ile Çin arasında dünya egemenliği konusunda büyük bir rekabet olmasına karşın, birbirlerinden kopmaları, ekonomik ilişkileri kesme ve hatta azaltma gibi bir eğilimleri söz konusu değildir. Her bir ülke, emperyalizmin ortaya çıkmasıyla, emperyalizmin birer halkaları haline gelmiştir. Ve son yıllarda “milli”cilik, “ulusal pazar” sözlerinin dile getirilmesi, kendi iç pazarlarına kapanma, sınırlara, göçmenlere kurdukları dev sınır (gümrük) duvarlarını örmek değil, tersine, sermayenin hiç bir zorlanmayla karşılanmadan sınırdan sınıra serbestçe geçebilmenin yollarını örmüşlerdir. Emperyalist sermaye için bunun geriye dönüşü söz konusu olamaz. Kapitalizm ayakta durduğu sürece bu ilişki daha da gelişecektir. Ancak, bu ilişkiler, savaşları, çatışmaları, bloklaşmaları ortadan kaldırmayacak, tersine emperyalistler arası çelişmeleri keskinleştirerek ilerleyecektir. Bu sermayenin çelişmeli doğısından, eşitsiz gelişme yasasından ve easas olarak da emek sermaye çelişmesinin her geçen gün yeniden ve yeniden üretilmesinden kaynaklanmaktadır.

Türk devletinin NATO, ABD, AB, Rusya, Çin vb. gibi ülkelerle çelişmeli ilişkilerine de bu çerçeveden bakılmalıdır. Bugün “dostum” dediğine, yarın rahatlıkla “düşmanım” diyebilir. Onun dorstunu ve düşmanını belirleyen, sermayenin siyasi temsilcisinin kişiliği değil, sermayenin genel çıkarları belirler.

Türk tekelci devlet kapitalizmin siyasi temsilcilerinin son 17 yıllık süreçlerine bakıldığında, dost ve düşman sıkça yer değiştirmiştir. AKP iktidara iyice yerleşmek için, (bu süreç aynı zamanda Türk tekelci burjuvazinin emperyalist amaçları doğrultusunda devleti yeniden dizayn etme sürecidir de) önce AB “dost” olmuştur. AB dost olurken, ABD “düşman” olmuştur. Rusya, önce “düşman” (uçak düşürme olayı ve gelişmleri anımsansın), daha uçağın enkazı kalkmadan en sıkı “dostum”a dönüşebilmiştir. Suriye devlet başkanı Beşar Esad ile aile dostluğundan “ebedi düşmanlığa” dönüşmeyi ise burada açıklamanın bir gereği yoktur. Ve elbette ki, bu “sıkı düşmanlığın” yarın “sıkı dost”luğa dönüşmemesinin hiç bir garantisi de yoktur.

Bu ilişkiler içinde burjuva siyasi temsilcilerinin öne çıkması, sorunun özünü, yani siyaseti belirleyen sermayenin kendisi olduğu gerçeğini değiştirmez. Bugün Putin, Trump, Şi Cinping, Erdoğan, yarın bir başkaları olur. Ama sermayenin kendisi somut bir gerçeklik ve belirleyici olandır.

Kısacası sermaye kesimi için dost ve düşman taktik bir sorundur. Sermaye güçlendikçe dost ve düşmanları da sık sık yer değiştirir. Çünkü, sermaye büyüdükçe yeni pazarlar isteyecektir ve pazarlar ise bir öncekiler tarafından çoktan tutulmuştur. O zaman paylaşılmış pazar kavgasının yeniden paylaşılması kavgası burada sıklaşır ve sertleşir. Bu silahlı savaşıma kadar varabilir. Bugün, Afganistan’da, Irak’ta, Yemen’de, Libya, Suriye ve dünyanın diğer bölgelerinde süren savaşlar, emperyalistler arası egemenlik savaşının bölgesel yanıdır. Bugünkü emperyalist konjonktürel durum, doğrudan emperyalistlerin kendileri arasında silahlı savaşıma dönüşmesinin olasılığı her geçen gün artmaktadır.

Liberal burjuva yazarlar ve onların etkisinde kalan kimi küçük burjuva “sol”cular, sorunu, burjuvazinin siyasi temcilerinin kişiliklerine bağlarlar. Böyle yaparak kapitalist-emperyalist sistemin özünü işçi sınıfından gizlemeye çalışırlar. Örneğin, ikinci dünya savaşını çıkaran olarak Hitleri gösterirler. Ya da Almanya’yı yönetenin Hitler olduğu izlenimini yaratıp, Hitler’in arakasındaki sermaye güçlerini (günümüz ThyssenKrupp, Siemens, BMW, Henkel, Bayer, BASF, Höchst AG, IBM vd.) gizlelerler. Burjuva liberal aydınları Trump’ı, Erdoğan’ı Putin’i ve diğer siyasi liderleri öne çıkarıp, kapitalizmin işçi sınıfı düşmanı karanlık yüzünü, yani, toplumsal çelişmelerin ana kaynağını gizlemeye özel bir önem verirler. Sanki, dünya bir kaç “siyasi manyağın kişisel kaprisleri” yüzünden karşıyormuş izlenimini yaratmaya çalışırlar. Tekelci sermayenin liberallerden istediği tam da böyle bir propaganda yapmalarıdır.

Tekelci devletin esas sahipleri Koçlar, Sabancılar, Kalyonlar, Şahenkler, Enkalar, Rönesaslar, Yıldız Holdingler, Eczacıbaşılar, Cengizler, Kolinler, Zorlular, Anadolu Grubu, İş Bankası ve diğerleri özellikle gizlenmeye çalışılır.

Türk tekelci devleti, bölgedeki en zayıf noktaları, işgal ve ilhak ederek emperyalist egemenlik alanlarını genişletmeye çalışıyor. Irak, Suriye ve Libya şimdilik bu çemberin içine girmiş durumda. Özellikle Suriye’deki işgal ettiği bölgelerden çıkmak istemediği gibi, işgal alanlarını büyütüp ilhak etmeye ve hatta “ milli vatan sınır”larını buralara kadar genişletmenin politik-askeri savaşını veriyor. Bunu gizlemiyorda. Cumhurbaşkanları Erdoğan’ın ağızından açık açık dile getiriyorlar. İşgal ettiği Suriye (Güney Kürdistan’ın bir çok bölgesi) yerleşim bölgelerine kendi kaymakamlarını ataması, polisi gücünü ve diğer devlet kurumlarını kurması, ilhak siyasetinin kendisidir.

Bugün İdlip üzerinde çıkan kavga, aslında Türk Tekelci sermaye devletinin, Kuzey Süriye’yi (Güney Kürdistan’ı –Rojava-) bütünüyle işgal ve ilhak etme amacından ileri gelmektedir. Türk burjuvazisinin hedefi, “misak-i milli” sınırları, Musul ve Kerkük’ün de içinde olduğu alanlara kadar uzatmak. Petrol bölgelerine ulaşıp, buraları sermayenin emrine katmaktır. İngiliz emperyalizminin, yüz yıllardır Kuzey İrlanda düşmanlığı ne ise, Türk devletinin Kürt-Kürdistan düşmanlığıda aynı içeriktedir.

Türk emperyalist sermayesi, Ortadoğu ile yetinmek istemiyor. Egemenlik alanlarını Doğu Akdeniz’den Libya içlerine kadar uzatmanın savaşını veriyor. Ve buralara asker gönderiyor, askeri üsler açıyor, askeri manevralar yapıyor ve buranın pazarlarını önceden kapmış emperyalist ülkeleri zorlayıcı politikalar izleyerek pazardan pay almayı zorluyor. Bu zorlayıcı politikalar salt politikayla sınırlı kalmayıp, askeri olarak da politikasını destekliyor.

Türk devletinin İdlip’ten çıkmak istemeyip, tersine, kendi paralı askeri durumuna getirdiği faşist-gerici dinci örgütlerle burada kalıcı olmak istiyor. Bu nedenle yerine göre ABD ile yerine göre ise Rusya ile ilişkileri gerici politika izlemekten çekinmiyor.

Türk devletinin, Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Libya’da karşısındaki güçler yarı-sömürge ya da bağımlı ülkeler değil, ABD, AB, Rusya gibi büyük emperyalist (ve İran) güçlerdir. Bu büyük güçler ile paylaşım savaşı içine girmiştir. Türk Tekelci devleti, yeni bir emperyalist devlet olarak paylaşılmış alanların yeniden paylaşımını zorluyor ve zorladıkça ilişkileri keskinleştiriyor. Şimdilik bu paylaşım direkt emperyalistler arası silahlı savaşıma dönüşmemişse de, dönüşmesi için bütün koşullar elverişli durumdadır. Ve giderek keskinleşen bu çelişme, daha büyük bir emperyalist savaşın kıvılcımı olabilecek içeriktedir.

Bütün bu somut gelişmelerin ortaya koyduğu bir gerçek: Türk emperyalist sermaye devletinin bölge halklarının en büyük düşmanları arasında yer aldığı ve barışın düşmanı olduğudur. 16.02.22 

7505

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar