Türkiye „Yarı-Sömürge“ Bir Ülke Mi? Emperyalizm Üzerine Notlar-4
Sömürge-Yarı-SömürgecilikÜzerine
“Sömürge”, “yarı-sömürge”, “bağımlı” ülkeler kavramı sık sık kullanılmaktadır. Ancak, yarı-sömürge kavramının çoğu zaman yerli yerinde kullanılmadığı da bir o kadar gerçektir. Sömürgeciliğin tarihi kapitalizm öncesi (kölecilik ve feodal) toplumlarda olmasına karşın, kapitalist toplumda sömürgecilik, dünyanın belli emperyalist ülkeler arasında paylaşılmasına ve paylaşım uğruna savaşlara dayanmaktadır. Özellikle serbest rekabetçi dönemden tekelleşme dönemine geçişte, kapitalist ülkelerin sömürgeciliği de tekelleşmeye oranla artmıştır.
Kapitalizmin tekelleşme evresindeki sömürge politikasıyla, kapitalizmin önceki evrelerindeki sömürge politikaları -Lenin belirttiği gibi- temelde farklıdır.1
Emperyalizm dönemindeki sömürge politikasının ayırt edici özeliği, en büyük tekellerin dünyayı egemenliğidir. Yarı-sömürgecilik ya da yeni sömürgecilik süreçleri de her bağımlı ülke için değişmesine karşın, emperyalist tekeller, kapitalizmin gelişmediği ya da az geliştiği, kapitalist tekelleşmenin fazla gelişmediği ülkeleri finans sermayesi aracılığıyla kendilerine bağlarlar.
Sömürgecilikten kurtuluş, işgale ve sömürgeciliğe karşı açıktan savaş ve göreceli de olsa bağımsızlığın kazanlıması ve sömürgecilerin ülkden kovulmasıdır. Sömüge ülkelerin “bağımsızlıklarını” kazanmaları emperyalizm çağında “tam bağımsızlık” söz konusu olmaz. Ancak, sosyalizmin zaferiyle bu gerçekleşebilir. Bağımsızlığını kazanan sömürge ülkelerin kapitalist yolda devam etmeleri, yani, emperyalist sistemin zincirinin bir halkası olmaya devam ettiği sürece, “bağımsızlık” da göreceli olarak kalmaktadır.
Özelikle sermaye birikiminin gelişmesiyle, emperyalist ülkeler diğer ülkeleri kendi finans sermayesine bağımlı hale getirmişlerdir. Ancak, emperyalist sermaye gittiği ülkelerde kapitalizmi geliştirici bir rol oynaması nedeniyle, yarı-sömürge ülkelerde de kapitalizm gelişmiş ve gelişmektedir. Tekelci burjuvazi gittiği yerlere özgürlük götürmez, ama sermaye ihracıyla kapitalist gelişmeyi götürür ve dünyayı kendine benzetir.
Yarı-Sömürge ülkelerin gelişmiş kapitalist ülkelere, yani emperyalist ülkelere bağımlılık dereceleri, bu ülkelerdeki kapitalist gelişme ile doğru orantılıdır. Yarı-sömürge bir ülke, emperyalizme sermaye ve politik olarak bağımlıdır. Bu bağımlılık ilişkisi, ülke içindeki kapitalist gelişme (tekelleşme) arttıkça, yani kapitalizm geliştikçe, emperyalist sermayeye bağımlılıkta azalır. Emperyalist sermayeye olan bağımlılığın azalması, politik bağımlılığı da zayıflatır ve bağımsız hareket etme özelliği daha fazla öne çıkar.
Buradaki “bağımsızlık”, bütünüyle emperyalist sistem dışına çıkmak değil, daha fazla emperyalist sistemin içine girmek olarak ele alınmalıdır. Çünkü, emperyalist sistem içinde bütün ülkeler şu veya bu oranda birbirine finans sermayesinin zincirleiryle bağımlıdır. Hepsi emperyalist zincirin birer halkasıdır. Örneğin, ABD emperyalizmi, “bağımsız” gibi görünsede, diğer emperyalist ülkelere şu veya bu oranda bağlıdır. Diğer emperyalist ülkelere göre daha güçlü bir emperyalist ülke olması nedeniyle, daha bağımsız hareket etmesi ve diğer emperyalist ülkeler üzerine baskı oluşturmasına karşın, o ülkelerin sermayesine gereksininmi var ve birçok konuda birlikte hareket etmek ya da onları dikkate almak durumunda kalmaktadır. Ayrıca, emperyalist rekabet ve emperyalist kamplaşma, zorunlu olarak en güçlü emperyalist ülkeleri, daha güçsüz emperyalist ülkeleri dikkate almaya itiyor. Çin, Tayvan'ı kendi topraklarına bağlamak istiyor, ancak, önünde diğer emperyalist (başta da ABD emperyalizmi) ülke engeller var.
Ya da AB ülkeleri ve AB içinde Almanya gibi ülkeler, emperyalist sistem içindeki çelişmeler ve güç dengelerinden dolayı, Rusya ve Çin karşısında ABD'nin emireri gibi hareket etmek zorunda kalıyor. Hatta, yaklaşık 10 milyar Avro'ya mal olan Rusya-Almanya arasındaki “Kuzey Akım-2” gaz boru hattını, ABD'nin sobataj düzenleyerek tahrip etmesini sessizce kabullenmek zorunda kaldı. Oysa, Alman sermayesi bu boru hattından gelecek gazı “dört gözle bekliyordu” dense yeridir. Emperyalist sistem içindeki dengesiz gelişme, emperyalist ülkelerin birbilerini kollamalarını, taviz vermelerini ve yerine göre birilerine boyun eğmelerini de sağlıyor. Kurtlar sorfasında kuzuların özgürce dolaşma özgürlüğünün bedeli, kendisinin yenmesiyle sonuçlanır.
İki Emperyalist Kamp Arasında Şansını Arayan Tekelci Türk Devleti
Yarı-Sömürge ya da bağımlı ülkeler, sermaye birikimlerine oranla bağımsız hareket etme eğilimi her zaman vardır ve kendi sermaye birikimlerini sağlamak için çaba harcarlar. Ve kapitalist gelişme ile birlikte dış ülkelere sermaye ihraç etme eğilimini taşırlar. Yarı-sömürge ülkelerdeki tekellerin sürekli emperyalist tekele bağımlı kalma eğilimi olamaz ve bu tekelleşmenin doğasına aykırıdır. Her tekel büyümek ister. Sermayesini büyütecek bütün ilişkileri, yolları kullanır ya da böylesi bir eğlim içindedir. Bir zamanlar ajentacılığını yaptığı tekelin karşısına, aynı pazarlarda rakip olarak çıkar. Bu nedenle yarı-sömürge ülke burjuvazisi, sonsuza kadar “böyle kalalım” demez, diyemez, kapitalist gelişme kendi yasalarını her zaman hakim kılar. “Yarı-sömürge”cilik de, kapitalist gelişmeye bağlı olarak sermaye birikimiyle doğru orantılı olduğu için, kapitalist tekelleşme geliştikçe bağımlılık da azalır ve yerini, emperyalistler arası dengesiz gelişen ilişkilere bırakır.
Bugün Türkiye'i “yarı-sömürge” olarak değerlendiren devrimci ve komünist örgütlenmeler çoğunlukta. Bazıları yavaş yavaş bir değişim göstermesine karşın, hala “göbekten emperyalizme bağımlı” diyen anlayış ve siyasal örütlenmeler çok.
Örneğin, TKP'nin online sitesi Sol Haber'de, Türkiye'nin Afrika'da faaliyetlerini inceleyen yazılar çıkmaya başladı.2 Türkiye'nin Afrika ülkelerindeki, ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel (emperyalist kültür) ilişkileri “Emperyalist Türkiye”3 adlı kitabımda geniş olarak ele alınmıştır. Her ne kadar TKP genel sekreteri Kemal Okuyan, Türk devletinin emperyalist yayılmacılığını “Yeni “Osmanlıcı zihniyet”4 olarak adlandırıp, sosyal şovenist anlayışla emperyalist karakterini reddetse de, yine de bu tür inceleme ve araştırmaların yayınlanması olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmelidir.04.08.2024 tarihli Evrensel gazetesi, “Afrika’daki Türkiye!” manşetiyle çıktı.5
Bu konuda Evrensciler beni şaşırttı desem yeri. Çünkü “emperyalizme bağımlı” olarak değerlendirdikleri gibi, “Teori ve Eylem” dergilerinden Türkiye’yi emperyalist olarak değerlendirenler eleştiriliyor.6 Evrensel’de çıkan “Üsler, limanlar, yollar, okullar: Afrika'da Türkiye'nin büyüyen izi” Cihan Çelik imzalı yazı, benim 2022 yılında yayınlanan “Emperyalist Türkiye” kitabımda; “Türk Emperyalist Devletinin Yayılmacılıkta Askeri ve Yumuşak Güçleri” başlıklı bölümde, fazlası var, eksiği yok.7 Ancak, küçük burjuva anlayışlar, her şeyi ilk defa kendileri “keşfettikleri” için, çok önceden yayınlanan çalışmaları görmezden gelme gibi bir “körlenmeleri”de söz konusudur. Bunların eleştirileri bir sonraki yazıda ele alınacağı için geçiyorum. Evrensel’in yazarları’da, Sol Haber’in yazarları gibi, “dev tekellerin büyümelerini” anlatmalarına karşın, bu emperyalist tekellerin devletini “yeni osmanlıcılık” “özentisi”8 gibi göstermeye devam ediyorlar. Demek ki, Osmanlı’nın “dev sermaye sahibi tekelleri” varmış da dünya alem bilmiyormuş!!!
Yine, Bolşevik Partizan'ın (Bolşevik Parti /Kuzey Kürdistan-Türkiye) 12. Kongre'sinde “Türkiye'nin emperyalist” olma sorununu tartışacaklarını (“T.C.’nin emperyalistleşme yönünde geliştiği ve bu gelişmede çok önemli mesafe katettiği yönünde bir görüş birliği var.”)9 açıklamaları ileri bir gelişmedir.
Bu olumlu gelişmelerin yanında, hala “yarı-sömürgecilikte” direnenlerin varlığı ve Türk tekellerinin hemen hemen bütün ülkelerdeki sermaye yatırımlarını görmezden gelmeleri, ama Türkiye'deki emperyalist sermayeyi öne çıkarıp, yerli sermayeyi (ki bu da emperyalist sermayedir) ikinci plana atan yaklaşımlar devam etmektedir. Marksizm-Leninizmle biraz temasta olanlar, Türk devletindeki bu gelişmeyi eninde sonunda göreceklerdir. Çünkü görmemek olası değil. Tekelci Türk devleti “ben buyum!” diye bas bas bağırıyor.
“Yarı-sömürgelik” ve “yarı-bağımlılık” ilişkileri, birbirinden çok farklı değil, aralarındaki fark görecelidir. Bunu bağımlılık ilişkilerini belirleyen o ülkenin emperyalist sermayeye bağımlılık oranıyla doğru orantılıdır. Her yarı-sömürge ülkenin, emperyalizmden bağımsız hareket edemeyeceğini varsaymak, “bağımsız” ülkelerin somut durumunu tam olarak yansıtmaz. Örneğin Türk devleti 1974'de Kuzey Kıbrısı, tüm emperyalistlerin karşı çıkmasına rağmen işgal etti ve hale bu işgal devam ediyor. Gelinen aşamada, işgali sonlandırması bir yana, oradaki varlığını daha da güçlendirmektedir. Türkiye, Kuzey Kıbrıs'ı işgal ettiğinde emperyalist bir ülke değildi. Ama, “yarı-sömürge” olma halinde zayıflama vardı. Emperyalistlerin baskılarına rağmen, bağımsız hareket etti. Ya da en azından diğer (sosyal emperyalist SSCB, ABD ve İngiltere) emperyalist ülkelerin askeri karşı koyuşunun olmayacağını garanti ettikten sonra böyle bir işgali gerçekleştirdi. Oysa, aynı Türk devleti, 1964 yılında Kıbrıs'a “müdahale” etmek istedi, ancak ABD'nin sert (Johnson Mektubu10) tepkisiyle karşılaşınca, karşı saldırıyı göğüsleyemeyeceğini hesaplayıp, müdahaleden vazgeçti.
Kıbrıs işgali, Türk sermayesinin tekelleşmesinin güçlenmesiyle de doğru orantılıdır. 1970'lerin ortasında tekelleşmenin düzeyi, “Emperyalist Türkiye” kitabımda incelenmiştir.11 Türk sermayesinin giderek güçlenmesi, birçok ekonomik ve politik yaptırımları (ABD'nin silah ambargosu) gözaldığını da göstermektedir. ABD'nin askeri yardımı Türk devleti için önemliydi. Çünkü Türk ordusunun askeri (silah) gereksinmelerinin büyük bir bölümü ABD'den karşılanıyordu.
Türkiye 1990'ların başından itibaren daha bağımsız hareket etmeye başladı. Bu “bağımsız”lık, Türk sermayesinin uluslararsı sermayeden bağımsız olduğunu göstermez. Tersine 1980'den itibaren Türk sermayesi uluslararası emperyalist sermaye ile daha bir içiçe girmiştir. Türk tekelci sermayesinin uluslararası sermaye ile bütünleşmesi, daha sıkı ilişki içine girmesi, uluslarası sermayenin ülke içinde daha rahat hareket edebileceği yasal düzenlemelerin yapılması, Türk tekelci sermayesinin de gelişme düzeyi ile doğru orantılıdır. Türkiye'nin 1980'lerden itiabren uygulanan ekonomik politika, hem Türk tekelci sermayesinin hem de uluslararsı sermayenin çıkarlarını gözeten bir politikaydı.
Emperyalizm çağında, “kapitalizmin kendi iç dinamiği ile büyümesi, gelişmesi” bir masaldır. Kapitalist ülkelerde, “kendi iç dinamiği ile büyüme” arayanların, kapitalist dünyanın yeni bir (emperyalist) aşamaya geldiğinin ve bunun ekonomi-politik etkilerinin neler olduğunu tam olarak bilmeyen ve “her şey eskisi gibi” sanan dogmatik yaklaşımların ürünüdür. Bu bağlamda da, Türkiye'deki kapitalist gelişme, emperyalist sermaye desteği ve emperyalistlerden alınan kredilerle (borç) sağlanmıştır. Bu durum, diğer “yarı-sömürge” ülkeler içinde geçerlidir. Geçerken söyleyelim, bazı ulusalcıların çok övündüğü, 1930-40'lar arasında Türkiye'de kurulan fabrikalar, dışardan (bir çoğu o zamanın SSCB'den) ve batılı emperyalist ülkelerden sağlanan kredilerle (borç) gerçekleşmiştir.12
2. emperyalist paylaşım savaşı öncesi Türkiye'de kurulan tüm fabrikalar yabancı ülkelerden ya da tekellerden sağlanan kredilerle (borçlarla) kurulmuştur. Kapitalizmin gelişmediği, tekelleşmenin olmadığı yerde de sermaye birikimi olamaz. Böylesi bir durumda dışa bağımlılığın derecesi daha yüksektir. Bu dönemdeki kapitalizm komprador kapitalizmdi. Türkiye'de de sermaye birikimi ve tekelleşme 1970'lerin başından itibaren olmuştur. Özellikle büyük sermaye gerektiren tüm fabrikalar, büyük alt yapı-yatırımları, büyük baraj ve elektrik santrallerin kurulması vb. yine dışardan sağlanan kredilerle kurulmuştur. Bugün de özel sektörün faaliyetleri için dış kredilere gereksinimi vardır. Ancak, ülkede kapitalizm komprador niteliğini çoktan yitirmiş tekelci kapitalizm haline dönüşmüştür ve tekelleşme yüksek düzeydedir.13 Dış kredilere gereksinim duymak her zaman “yarı-sömürgecilikle” doğrudan bir ilişkisi yoktur. Bütün emperyalist büyük tekeller dış krediye gereksinim duyar ve yüksek düzeyde borçlanırlar. Tekellerin borçlanmalarının miktarı kendi öz sermaye birikimleri ile doğru orantılıdır. Borçlanmalar (sağlanan krediler) yurt dışındaki bankalardan olduğu gibi yurt içindeki bankalardan da sağlanabiliyor. Ve özel tekellerin dış borçları devlet garantilidir.
T.C. Merkez Bankası'nın verilerine göre, şu anda özel şirketlerin (tekellerin) dış ülkelerden sağladıkları kredi borçlarının toplamı; “Mayıs sonu itibarıyla, özel sektörün yurt dışından sağladığı toplam kredi borcu, 2023 yıl sonuna göre 4,5 milyar ABD doları artarak 168,5 milyar ABD doları olmuştur.“14
Türk tekellerin dış ülkelerden sağladıkları krediler, onların dış krediye bağımlı olduğunu, ancak bu “yarı-sömürgecilik” değil, tersine, uluslararsı sermayenin içiçeliğini ve kapitalist ülkelerin birbirine kopmaz bir şekilde bağlandığını gösterir. Çünkü, aynı şekilde uluslararası diğer emperyalist tekellerde dış ülkelerden kredi (borç) almaktadırlar. Örneğin, Almanya'nın ülke olarak toplam borcu 6,7 trilyon Avro'yu aşmıştır.15 Buna karşın; “2023 yılı sonunda, Almanya'daki finansal olmayan şirket gruplarının borcu yaklaşık 2 trilyon 175 milyar avroya ulaşmıştır. Bu, finansal olmayan şirket gruplarının borcunun son on yılda yaklaşık yüzde 63 oranında arttığı anlamına gelmektedir.“16
Almanya ve diğer AB ülkeleri ABD’den bağımsız hareket etmek istiyor ve hatta AB içinde bir çok ülke Almanya ve Fransa’ya boyun eğmek istemiyor, ama, emperyalist dengesiz gelişme ve emperyalist hegomanya rekabeti, kendi yasaları içinde ilişkilere yön veriyor. Türk devleti de, kendi sermayesi oranda bağımsız hareket ederken, aynı zamanda, emperyalist kamplar arasındaki çelişkiyi kendi emperyalist çıkarları için kullanıyor. Türk devleti, iki emperyalist kamp arasındakiçelişkiden yaralanma taktiğini, özellikle, Suriye’nin emperyalistler tarafından boğzlanmasından ve Rusya-Ukrayna savaşından sonra daha da geliştirdi. Bu, hareket serbestliği yarı-sömürge bir ülkenin yapacağı bir ilişki biçimi olamaz.
Türkiye’nin emperyalistleşmesi de Suriye’nin egemenliği altındaki Kürdistan topraklarının bir kısmının işgal edilmesiyle kendini daha net göstermiştir. Türkiye’de emperyalist sermayenin dışa açılması ve askeri işgaller birbirine koşut gitmiştir. Bu durum Türk devletinin emperyalist amaçlarını ve hedeflerini büyütmesine yardımcı olmuştur. Ve emperyalist kamplaşmanın netleşmesi ve çelişmelerin keskinleşmesi, Türk devletine “iki emperyalist kamp arasında şansını arama ve bu şansı zorlama” koşuşulları yaratmıştır. Ancak, bütün bunların esas nedeni, Türk devletinin askeri gücünden değil, esas olarak emperyalist sermayeye sahip olmasından kaynaklanmıştır. Askeri gücü ise, Türk tekelci burjuvazisinin yayılmacılığını ve hegomanya alanlarını genişletme ve elinde tutmayı kolaylaştırıcı rol oynamıştır ve oynamaktadır. 05.08.2024
1Lenin, Emperyalizm, sf. 105, Sosyalist Yayınlar
2https://haber.sol.org.tr/haber/turkiyenin-afrika-boynuzu-seruveni-1-dort-koldan-etiyopyaya-hucum-394116
3Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, El Yayınları 2022
4https://haber.sol.org.tr/yazar/gercek-bu-savas-kapiyi-caliyor-394447 02.08.2024
5Cihan Çelik, https://www.evrensel.net/haber/524769/usler-limanlar-yollar-okullar-afrikada-turkiyenin-buyuyen-izi
6https://teoriveeylem.net/tr/2024/03/04/kurulusunun-ikinci-yuzyilinda-turkiyenin-bagimli-kapitalizmi/
7Yusuf Köse, age, sf. 247-295
8Yusuf Karadaş, „Yeni Osmanlıcılığın Afrika’daki tezahürü“ https://www.evrensel.net/yazi/95324/yeni-osmanliciligin-afrikadaki-tezahuru (04.08.2024)
9https://www.bolsevikparti.org/bp/193_sayfalar.pdf
10Ali Rıza İZGİ, Kıbrıs Barış Harekatı Sonrasında Türkiye’ye Uygulanan Silah Ambargosu ve Sonuçları, Temmuz -2007, Yüksek Lisans Tezi, pdf
11Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, sf. 65-76
12İlk Bez fabrikası (Sümerbank) Kayseri'de SSCB'den sağlanan 20 yıl ödemesiz sıfır faizle 8,5 milyon liralık krediyle Sovyet bilim insanları ve ekonomistlerin denetim ve gözetiminde 1935 yılında kurulmuştur. Fabrika için gerekli makineler de Sovyetlerden getirilmiştir. Bkz. Yaşar SEMİZ, Güngör TOPLU, “Cumhuriyet Döneminde Devlet Tarafından Kurulan İlk Sanayi Kuruluşu Kayseri Sümerbank Bez Fabrikası. https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/836386
13Yusuf Köse, Emperyalist Türkiye, “Türkiye'de Tekelleşme”, sf. 55-104
14https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler/Ozel+Sektorun+Yurt+disindan+Sagladigi+Kredi+Borcu/ (TCMB, Özel Sektörün Yurt Dışından Sağladığı Kredi Borcu Gelişmeleri - Mayıs 2024)
15https://www.ceicdata.com/de/indicator/germany/external-debt
16https://de.statista.com/statistik/daten/studie/1060295/umfrage/schulden-der-nichtfinanziellen-boersennotierten-unternehmensgruppen-in-deutschland/
Yusuf Köse
Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.
http://yusuf-kose.blogspot.com/
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)