Perşembe Kasım 7, 2024

“Ufku dar, savaşım sanatında beceriksiz olan devrimci değil, zavallı amatördür!”

Devrimciler ve komünist partiler için pek de kolay olmayan süreçlerden geçiyoruz. Elbette ki devrimcilik ne Türkiye’de ne de dünyanın başka bir yerinde hiçbir zaman kolay olmamıştır, olması da beklenemez. Komünist partiler ve buna bağlı olarak devrimciler, sınıf savaşımının zorluklarını, imkansızlıklarını, bedel ödeme ve ödetme diyalektiğini bilerek şekillenirler/şekillenmelidirler.

Düşmanın saldırı dalgalarının arttığı her dönem, eğer komünist partinin yeterli bir hazırlığı ve etkin karşı koyuşu yoksa hem kitlelerde hem de devrimci saflarda moral bozuklukları, inançsızlık, kendi gücüne güvensizlik ve tüm bunların sonucu olarak mücadeleden kopmalar ortaya çıkmaya başlar. Komünist partinin bu durumu görmezden gelmesi veya teorik, ideolojik, politik, örgütsel alanlarda mücadeleyi yükseltmemesi uzun dönem giderilemeyecek hasarların oluşmasına yol açar.

İster kitle hareketlerinin yükselme isterse alçalma dönemleri olsun komünist partinin görevi hem kendi örgütlülüğünü korumak hem de kitleleri döneme uygun olarak ürettiği politikalarıyla yönlendirmek ve ideolojik duruşuyla da örnek olmak, moral vermektir. Yengiler kadar yenilgiler de devrimin uzun ve meşakkatli yolunun bir gerçeğidir. Önemli olan geri çekilmenin planlı, örgütlü olması ve sonraki dönemlere hazırlık niteliği taşımasıdır.

İçinden geçtiğimiz süreçte, devrim dalgasının geri çekilmesinin ve düşmanın yoğun saldırılarının yarattığı çoklu etkiyle karşı karşıyayız. Bu duruma komünist partisinin yaşadığı dogmatik bürokratizmin darbesi sonucu bölünmeyi de eklediğimizde karşımıza önemli sorumlulukların, acil görevlerin ortaya çıktığını görürüz. Bunların her birinin ihmali onarılması zor sonuçlara yol açacaktır. Mevcut durumda öne çıkan görevlerden biri komünist partinin hem saflarına yeni katılanların hem de genel olarak tüm kadro ve militanlarının, yaşanan bu tahribatlar karşısında ideolojik, politik, örgütsel donanımlarının, tasfiyecilik saldırısının çeşitli etkilerine karşı, artırılmasıdır.

 Örgüt Bilincini Derinleştirelim!

Sosyalist ülkelerin çöküşünden sonra başlayan tasfiyecilik saldırısının en fazla örgüt bilincini hedefe koyduğunu söyleyebiliriz. Bunun böyle olmasının nedeni, elbette ki Lenin’in en yalın haliyle belirttiği gibi “iktidar savaşımında proletaryanın örgütten başka bir silahının” olmamasıdır! KP, Marksist Leninist Maoist çizgide mevcut sistemi yıkmak için politik iktidar mücadelesi veren, bunun için ezilenlerin tüm kesimlerini birleştirme ve savaştırma görevini üstlenen “öncü örgütlü müfreze”dir.Böyle bir örgütlülük olmadan egemenlerin on bin yıllara dayanan iktidarını yıkabilmek imkansızdır. Bunun dışındaki her savunu, ezilmenin-sömürülmenin daha on bin yıl sürmesine izin vermek demektir. Dolayısıyla bu süreçte en çok saldırıya uğrayan örgüt bilincini derinleştirmek, örgütü/örgütlülüğü korumak temel bir mesele haline gelmektedir.

Örgütü/örgütlülüğü korumak, en başta komünist partinin politik iktidar savaşımında her militanın her kadronun kendini sorumlu görmesi ve bunun çabası içinde olması demektir. “Örgütü/örgütlülüğü korumak” denince çoğunlukla ilk anda akla salt güvenlik meselesi gelir. Elbette ki önemli ve ihmal edilemez bir yanı güvenliktir. Dolayısıyla, saflarımıza yeni katılan yoldaşlardan en üst düzeye kadar bu konuda sürekli bir eğitimin olması, düşmanın teknolojilerinin, yöntemlerinin takip edilmesi kendi özgün yöntemlerimizin geliştirilmesi zorunluluktur. Bu konular tekrar tekrar işlenmeli, düşman gerçeği kafalarda somutlaştırılmalıdır.

Fakat komünist partisini korumak ve geliştirmek, teorisi, ideolojisi ve politikasının kitlelerde karşılık bulmasını sağlamakla olacaktır. Yazımızın başında vurguladığımız gibi kitlelerde ve genel olarak devrimci saflarda gelişen inançsızlık, moral bozuklukları esasta komünist partilerin etkisizliğiyle ilgilidir. Yönünü bulamama kendiliğindenci hareket tarzının yarattığı yıpranma, önünü görmemenin verdiği güvensizlik söz konusudur.

Eğer öncü müfreze olması gereken komünist partinin militan ve kadroları da bu ruh halinin etkisinde kalırlarsa, kendiliğindencilik batağına saplanmak kaçınılmaz olur. Kendiliğindencilik, komünist partisini içten içe çürütür, şekilsizleştirir, çelişkilerini çözemez hale getirir. Bir süre sonra parti sadece kendi varlığın sürdürme amacına sahip olarak politik iktidar mücadelesinden, devrim hedefinden, söylemler dışında bahsetmek mümkün değildir. Bu devrimin imkansızlaşması demektir. İşte bu gerçeklik örgütlere/örgüt bilincine saldırı nedenidir. Aynı zamanda bu gerçeklik ezilenlerin safında yer alana ve sosyalizmi savunanların örgütü/örgütlülüğü savunma ve geliştirme zorunluluğunu göstermektedir.

 Kendiliğindenciliğe Her Alanda Karşı Duralım!

Komünist partilerin bu tasfiyeci saldırılar karşısında etkili mücadele verebilmesinin tek koşulu, politik mücadeleyi geliştirmesidir. Bu da, toplum içindeki çelişkilere, en küçük problemlere bile gözünü kapamaması ve bunları merkezi devlet iktidarına karşı mücadelede birleştirmeye çalışması demektir. Ezilen kesimlerin komünist partisine yüzünü dönmesinin başka bir yolu yoktur. Bunu yapabilmek sürekli olarak kitlelerin içinde olmayı gerektirdiği kadar komünist partinin merkezi önderliğinin politik yetkinliğine, sorunları yakalama ve çözüm sunabilme becerisini özcesi “zincirin zayıf halkasını” belirleyip, koparabilme gücüne bağlıdır.

Burada önderliği vurgulamamız, komünist partinin bütününün sorumluluğunu hafifsememizden değildir. Önderlik, salt soyut kendi başına bir komite, bir grup değildir. Partimiz son yıllarda hem önderliğin partiden kopmasıyla hem kendi görevinin farkında olmayarak kendiliğindenciliğe  kapılmasıyla hem de politikayı bireylere, “öznel izlenimlere” indirgemesi gibi nedenlerden dolayı sınıf mücadelesindeki görevlerini yerine getirememiştir. Ne komünist parti içinde çıkan bürokratik, sekter fakat aynı oranda da liberal, kendiliğindenci eğilimlere ne de toplumsal hareketlere gereken tavırlar alınamamıştır. Bu yanıyla sınıf mücadelesinde kendiliğindeliğe kapılmamak, tüm toplumsal hareketleri birleştirip iktidar mücadelesine yönlendirmekte örgüt nasıl ki kilit mesele oluyorsa, örgütün içinde de önderlik öyledir. Önderliğin misyonunu komünist partinin tümüyle aynılaştırması veya son yıllarda tasfiyeci saldırıların “hiyerarşiyi reddetme” ve demokrasi adı altında örgütlere ve özellikle de önderlik kurumuna saldırması sonucu ortaya çıkan eğilimlerin komünist partiye sızması en büyük tehlikelerden biridir.

Fakat bu tasfiyeci saldırıların açıktan değil, ideolojik-politik duruşu zayıflatarak etkilerini gösterdiklerini unutmamak gereklidir. Yani bir komünist partide belki kimse önderliğin gerekliliğini reddetmez, tıpkı örgütün zorunluluğunu reddedemeyeceği gibi! Ama bir örgüt ve önderlik olma vasıflarını gün geçtikçe aşındırarak, gereklerini yerine getirmeyerek komünist partisini sınıf mücadelesinin dışına iterek bunu pratikte gerçekleştirmiş olur. Bu teorik, politik ve örgütsel darlaşmayla süreç içerisinde birçok alanda tıkanıklıklar yaşanmasıyla kendisini gösterir.

Partinin kolektif olarak ideolojik-politik seviyesinin yükseltilmesi önderliğin niteliğini yükselteceği gibi partinin belirlenen çizgisini geliştirecek ve pratiğe geçirecek olanlar kadrolar ve militanlar olduğu için “her şeyi kadrolar belirler” (Stalin). Dolayısıyla partinin politik çizgisini hayata geçiren kadro ve militanların ideolojik-siyasi eğitiminin, örgütle tanıştıkları ilk süreçten itibaren sağlam ve sürekli bir şekilde ele alınması gereği kendiliğinden ortaya çıkar.

Parti kadro ve militanlarının gücü ideolojik ve siyasi eğitime dayanır. Marksizm-Leninizm ve Maoizmin kavranması, partinin programı ve siyasi çizgisine göre şekillenmek ve savaşın içerisinde çelikleşmek bu eğitimin kendisidir. Bu eğitim sistemden temelli bir kopuş ve sınıf mücadelesinin gereklerine göre kendini geliştirme, donatma demektir. Kadro ve militanların eğitimi, bütün bu vurgulardan anlaşılacağı üzere, kurumsal olarak ele alınması gereken, teori ve pratiği kapsayan bir meseledir.

Teorik ve politik seviyenin ihtiyacı karşılamaktan çok uzak olduğu, ideolojik yıpranmanın tasfiyeci saldırılarla birlikte üst boyutlara vardığı uzun yıllardır ortaya çıkmış apaçık bir durumdur. Bu durumun devrimci hareketin genelinde de görünürlüğü çok fazladır. Tıkanıklıkların nedenini burada aramak doğru bir tutum olacaktır. Çünkü, toplumu çelişkileri ile birlikte çözümlemek, sınıf güçlerinin durumlarını tahlil ederek strateji ve taktik belirlemek, uluslararası durumu ve ülke ile bağlantılarını ortaya koymak ve bütün bunların sonucunda yapılacak politikayı belirleyebilmek iyi bir teoriye ve politik görüye sahip önderlikle-örgütle ilgilidir.

Lenin, devrimciler örgütünün (komünist partinin) zorunluluklarını anlattığı “Ne Yapmalı?” kitabında “profesyonel devrimci eğitim”in üzerinde dururken şu belirlemeyi yapmıştır:

“Teorik sorunlarda duraksama gösteren, ufukları dar, kendi hareketsizliğini yığınların kendiliğinden hareketiyle haklı gösteren; bir halk sözcüsünden çok sendika sekreterine benzeyen, düşmanlarının bile saygısını kazanacak geniş ve yürekli bir plan düşünmekten aciz ve kendi profesyonel sanatında -siyasal polisle savaşım sanatında deneyimsiz ve beceriksiz bir kimse- böyle bir kimse, devrimci değil, zavallı amatördür.”

“Yetersiz eğitim”, sebep olduğu teorik ve politik darlıkla örgütü de tutuklaştırır, koşulların tümüyle hazır olduğu devrimci durumları değerlendirmekten aciz bırakır. Kitlelerin kendiliğindenliğinin peşine takılmasına neden olur. Özcesi ne kadar “iyi niyetli” olunursa olunsun, devrimci duygular ne kadar güçlü olursa olsun konaklanan yer amatörlük yani devrimin sorunlarının altından kalkamama olur.

Elbette ki amatörlük sadece “yetersiz eğitim” demek değildir. Bu örgütün “dar kapsamlılığı”, “dar eylem temeli”ne sahip olması ve bu darlığı çeşitli gerekçelerle haklı göstermeye çalışmasıyla ilgilidir. Bu Parti’nin sürekli aynı zeminde, benzer hataları tekrarlayarak sıçrama yapabilmesinin önünü kesmek demektir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; hem halkın farklı kesimlerinde hem de devrimci saflarda yaşanan inançsızlık, güvensizlik gibi meselelerin çözümü yine Komünist Partisi’ndedir. Komünist Partisi bu bilinçle ve hedefle çalışmalarını ele almalı, tasfiyeci saldırıları tersine çevirmelidir.

17905

Ne Yapacağını Bilen ve Kararlı Erdoğan, CHP ve HDP ile Kedinin Fare ile Oynadığı Gibi Oynuyor

Erdoğan ne yapacağını biliyor: hiçbir şekilde; ne olursa olsun açıkça el koyduğunu söylediği fiili başkanlık mevkiini-mevzisini terk etmemek.

Çünkü bir tek geri adımı; en küçük bir zaaf belirtisi bile, hem uluslar arası mahkemelere hem de Türkiye’deki mahkemelere sanık olarak çıkmakla sonuçlanacak bir düşüşün ve gerileyişin yolunu açacaktır.

Bu akıbeti engellemek için HER ŞEYİ yapmaya hazırdır.

Bu tespiti yapmayan, bugün Türkiye’de politika yapamaz.

Devlete mi yönelmeli yoksa Erdoğan’a mı?

 AKP bugün devletin yönetsel organları olan yürütme, yasama ve yargıya hâkim durumda, ancak devletin önemli mevzilerinde hâlâ CHP, MHP ve diğer hâkim sınıf kanatlarında etkinliği var. Devlet denince, çıkarlar birleşince egemenlerde akan sular durur, devreye ordu, polis yargı girer.   Devleti 'koruma 'adına katliamda, zulümde, işkencede,  sokak ortalarında yargısız infazda sınır tanınmaz.  Kadınlarımızın öldürülmüş bedenlerine insanlığa sığmayan alçak bir şekilde tecavüz edilir, meydanlarda 'korku salma ' adına bedenleri teşhir edilir.  Faşizm bir devleti tüm kurumlarıyla yönetme şeklidir.

Sürekli faşizm ve devrimci hazırlık -Umut Munzur

Suruç’ta yeni kontra örgütü İŞİD eliyle gerçekleştirilen bombalı saldırıyla 32 devrimci-demokrat yaşamını yitirdi. Adana ve Amed’de gerçekleştirdiği saldırılarla istediği amaca ulaşamayan AKP hükümeti, Suruç’ta gerçekleştirdiği intihar saldırısıyla önümüzdeki sürece ilişkin önüne koyduğu politikaları hayata geçirecek zemini yakalamış oldu.

Devlet Kürtleri Öldürürken 'KCK 'yı Uysallaşmaya Çağırmak’ ne anlama geliyor?

  Geçmişten günümüze  demokrasi güçleri arasında  iki yol , iki bakış açısı , iki çizgi ,, iki ayrı ideolojik dünya görüşü  arasında mücadele kıyasıya devam etmektedir. Stratejik  ve taktik mücadele biçimleri üzerinde  belirlemeler yapılır, politik hat  hatlar belirlenir. Ona uygun  döneme uygun çağrılar yapılır. Buraya kadar her şey normal. Çünkü her grup ve birey  kendi dünya görüşünü açıklamakta özgürdür.  Farklılıklar anlamında bunda bir sakınca yoktur, olmaması da gerekiyor. Demokrasi ve sosyalizm güçlerini diğer gerici -faşist güçlerden ayıran en temel özelliklerden  birisidir.

TC BUNU HEP YAPTI

Türk devletinin PKK’ye yönelik askeri saldırı başlatmasını, salt Erdoğan’ın "başkanlık ihtirasına" bağlayanlar çoğaldı. Özellikle bir çok demokrat aydın ve yazar, bu saldırıların Erdoğan’ın tek başına iktidarda kalması için yaptığını yazmaya başladılar.

Bu bir yanı ile doğru iken, esas yanıyla da doğru değildir. Kürtlere yönelik saldırı bir devlet politikasıdır. AKP ve Erdoğan yok iken de Kürtler baskı ve kırımlara uğramışlardır. Geçmiş bir yana, sadece Demirel ve Çiller döneminde en büyük katliam ve baskılara maruz kalmışlardır.

KUZEY KÜRDİSTAN (BAKUR) ROJAVA’YLA BİRLEŞMELİDİR

7 Haziran Genel Seçimleri’nden sonra Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırılarını artıracağı biliniyordu. Akp’nin tek başına seçimleri kazanması halinde bile bu saldırının olacağı aşikardı. Çünkü devlet, Suriye Kürtlerinin başarısının ve özerk bir yapı haline gelmelerini istemedi. Bunu çeşitli şekillerde önlemeye çalışmış olmasına karşın, önleyemedi ve PYD önderliğindeki güçler İŞİD’i Kürt bölgelerinden temizleyerek büyük başarı elde ettiler.

"Devlet Her şey yapar; Meşrudur!

Ülkemizde devlet demek baskı demektir. Devlet demek, devlete egemen olanların sömürü çarkını sürdürmesi demektir. Devlet demek azınlığın çoğunluk üzerindeki tahakkümü demektir. Devlet demek eşitsizlik demektir. Devlet demek, devlete egemen olan ırkın diğer azınlık ulus ve milliyetlere baskı, yasak, işkence, zorla asimile ederek dilini, kültürünü, gelenek  - göreneklerini, tarihi şekillenmesini yok etmek demektir. Devlet demek Cinsiyetçilik ayrımı yapmak demektir.  Devlet demek, kadınlara, çocuk yaştaki kızlara tacizi  -tecavüz ü meşru görmektir.

“Ya Savaşlar Devrime Yol Açar Ya da Devrimler Savaşı Önler” Mao

Emperyalist sermaye sistemi sömürü ağını devam ettirmek için ülkesel, bölgesel ve dünya genelinde savaşlar çıkararak egemenliğini sürdürmek ister. Sermayenin bu egemenlik stratejisi insanlık adına kural, hukuk, adalet, özgürlük gibi ne varsa hepsini ayaklar altına almakta milyonlarca insanımızın kanını akıtmaktan bir sakınca görmemektedir.

 

Suruç katliamını nasıl okumalıyız?

“ Devlet soğuk ifritlerin en soğuğudur. O soğuk hep yalan söyler. Devlet tüm iyi ve kötü dilleriyle yalan söyler, her söylediği şeyde yalan söyler ve sahip olduğu her şeyi çalmıştır.” Nietzsche

Yazarken ağlatan bir katliam; Suruç katliamı…

TKP/ML-TİKKO Rojava Komitesi

“Pirsus’ta yaşanan katliamın sorumlusu TC. devletidir”

Faşizmin sayısız ve sınırsız katliam ve soykırımlara imza attığını bildiren açıklamada TC’nin en azgın ve en koyu ırkçı ve gerici politikalara sahip olduğu vurgusu yapılıyor.  TC Faşizminin emekçilerin gençlerin ve kadınların kanıyla beslenmeden sömürü ve hegemonyasını sürdüremediğine dikkat çekilen açıklamada Şunlara değinildi: “Varlık nedeni emekçi devrimci kanı olan TC faşizmi insanlık ve uygarlık düşmanı yüzünü Pirsusta onlarca devrimci genci katlederek yüzlercesini yaralayarak bir kez daha göstermiştir.

TKP/ML-YDK:ACIMIZ BÜYÜK, HESABINI SORACAĞIZ

SURUÇ KATLİAMININ FAİLİ İŞİD OLSADA, ASIL SORUMLULAR TÜRK DEVLETİ VE EMERYALİSTLERDİR!

Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun Rojava'nın yeniden inşası için başlattığı kampanya toplantısı faşist İŞİD tarafından kana bulandı. 20 Temmuz 2015 tarihinde ülkenin dört bir yanından Suruç'a gelen ve Amara Kültür Derneğinde buluşan yüzlerce genç, Rojovaya geçmek için beklerken İŞİD adlı faşist çetenin düzenlediği ihtihar saldırısı sonucu 32 genç yaşamını yitirirken, yaralanan yüzün üzerinde genç ise hala yaşam mücadelesi veriyor.

Sayfalar