UKRAYNA’DA YAŞANAN İKTİDAR KRİZİ VE KIRIM ÖZERK BÖLGESİ’NİN RUSYA TARAFINDAN İŞGALİ BİZLERE NE ANLATIYOR!
Emperyalist güçler arasındaki rekabet ve hakimiyet dalaşı, bir asırı aşkın bir zamandır devam etmektedir.Yaşadığımız yüzyıl, katliam, zulüm ve sürgün yüzyılı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda otuz milyona yakın insan katledilmiştir. Başta kadınlar ve çoçuklar üzere, milyonlarca insan yerinden yurdundan edilmiş, zoraki göçe ve sürgüne maruz kalmıştır. Bu insanların mallarına, mülklerine büyük bir açgözlülükle el konulmuş, hakları gasp edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı öncesine baktığımızda da, kapitalist sermaye arasındaki pazar paylaşımı kavgası marifetiyle Kafkaslar’da ve Kırım’da büyük katliamların, yıkıcı sürgünlerin yaşandığını görürüz. Yüzyıllık savaşlarda milyonlarca mazlum katledilmiş veya yurtlarından zorla sürülmüşlerdir.1856-1864 yılları arasında iki milyona yakın Çerkes yurdundan sürülmüş, kırıma ve katliama uğratılmıştır. Çerkes katliamının baş sorumlusu elbette Çarlık Rusya’sıdır. Ama aynı zamanda İngiliz, Fransız, Alman kapitalistleri ve Osmanlı İmparatorluğu da bu katliam, sürgün ve kırımdan sorumludur. Soçi’den zorla gemilere bindirilen Çerkes halkı, Karadeniz’in karanlıklarına binleri-onbinleri, yüzbinleri kurban vermiştir. Savunmasız durumdaki kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, Karadeniz’in karanlıklarına bilerek ve kasten sürülmüş, bile bile ölüme gönderilmiştir. O sebeple, bu katliamdan dönemin bütün efendileri doğrudan sorumludur. Her ne kadar aklanmaya çalışılsa da, bu katliamda Osmanlı İmparatorluğu’nun sorumluluk payı büyüktür. Çerkesleri mecburiyetten kabul eder görünen Osmanlı, onların kendi topraklarına gelişinin büyük sıkıntı ve zorlukları da beraberinde getireceğini hesaplamış olmalı ki, bozuk ve harap durumdaki gemileri, tekneleri sefere çıkararak, katliama zemin hazırlayıp çanak tutmuştur. Yüz kişilik harap gemilere bin kişinin istiflenmiş olmasının başka ne anlamı olabilir ki? İyi bilinir ki, daha Soçi’den bir mil kadar uzaklaşmış olan bu gemiler batmaya başlamıştır. Buna bir de, beslenme ve sağlık konusunda hiçbir önlemin alınmamış olması eklenince, Çerkes sürgünleri açısından sonuç tam bir facia olmuştur. Nihayetinde, bu mezalimden arda kalan Çerkesler, sefalet ve yoksulluk içinde dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda kalmışlardır. Analarını, babalarını, kardeşlerini, çocuklarını yitiren mazlum Çerkes halkı bu kırımı ve acılarını asla ve asla unutmamış, aradan yüz elli yıla yakın bir zaman geçmesine karşın, bu acılarla birlikte yaşamaya devam etmiştir. Belli ki, bu büyük vahşetin, bu büyük kırımın unutulmasının, açılan derin yaranın kapanmasının henüz mümkünü yoktur. Unutmak ise zaten alçaklıkla eş anlamlıdır ve ihanettir.
Çerkeslerin maruz kaldığı bu amansız kıyımın tek sorumlusu, dönemin egemen ve sömürücü hakim sınıflarıdır.
Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya arasında neredeyse yüzyıl süren savaşın sonlarına, yirminci yüzyılın başlarına doğru Kafkaslar ve KIRIM bölgesi yine stratijik önem taşımaktaydı. Kırım’a hakim olmak demek, Kafkaslar’dan Balkanlar’a, Balkanlar’dan Doğu Avrupa’ya hakim olmak anlamını taşıyordu. Rusların 1700’li yıllarda işgal ve ilhak ettiği Kırım bölgesinde sular hiçbir zaman durulmamıştır. Çarlık Rusya’sının Kırım’dan Batum’a kadar uzanan bölgede egemenlik sağlaması demek, aynı zamanda İstanbul’da egemenlik tesis etmeyi de beraberinde getireceği kaygı ve kuşkusu Osmanlı İmparatorluğu’nda sürekli bir tedirginlik konusu olagelmiştir. Bu yüzdendir ki, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın ağır yenilgi almasına kadar, Kafkaslar’da egemenlik kurma savaşları kesintisiz sürdürülmüştür. Çarlık despotizminin Çerkes halkını acımasızca kırımdan geçirmesinin, anavatanlarından, yurtlarından sürgün edip Karadeniz’de ölüm yolculuğuna çıkarmasının temel nedenlerinden biri tam da budur işte. Bu olayda iki milyona yakın insan katledilmiştir. Ne ilginçtir ki, Anadolu topraklarından attıkları okların Altay Dağları’ndaki ‘Türkler’e selam götürdüğünü sanan günümüz ırkçı faşistleri ya da ‘Ya Allah Bismillah’ nidasını ağızlarından düşürmeden ‘İslam bayrağı’ sallayan gerici güruhları ve ‘yeni Osmanlıcılar’ı da, bu büyük mezalimi adete yaşanmamış saymaktadırlar. Daha da vahimi, bütün dünyanın bu katliama, zulme karşı sessiz kalması ve üstünü örterek görmezden gelmiş olmasıdır.
Çerkes halkı o gün bu gündür acılarıyla ve yasıyla başbaşa kalmıştır. Her kırım gibi, bu kırım da arkasında onulmaz acılar, gözyaşları bırakmıştır. Öyle ki, daha çok yaşlı kadınlar olmak üzere, pek çok Çerkes hala balık yiyememektedir örneğin. Çünkü Karadeniz onların en sevdiği varlıklarını ellerinden almış, ölülerini balıklara yem etmiştir. Peki, nasıl olmuş ta, bu merhametsiz katliama sessiz kalınabilmiştir? Nerede unutulmuştur o hak, adelet, demokrasi ve özgürlük ülküsü? Mazlum halkların uğradıkları zulmü deşifre etmek, kınamak ve hesap sormak sıradan insani bir görev değil miydi yoksa? Burada bir eleştiri de kendimize yapabiliriz artık. Ne yazık ki, biz sosyalistler de, Çerkes katliamına karşı yeterli duyarlılığı gösteremedik ve daha çok sessiz kaldık. Çok sonraları kurulmuş olan ve bu kırıma dahli sözkonusu olmayan Sosyalist Sovyetler’in şanına gölge düşürecekmiş gibi; bir eleştiri gelmesin, emperyalist devletler bunu kullanmasın diye, gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır, dilimizi lal ettik. Hesap sormaktan ve hesap vermekten korktuk.
Oysa Çerkes halkı bu katliamın izini her yerde sürdü, her yerde bir işaret buldu. Öyle ki, o günden bugüne kargaları bile hiç sevmez oldu. Çünkü; Karadeniz’de, Kırım’da ve Kafkaslar’da katledilen kadınların, çoçukların saçlarından, yaşlıların sakallarından topladıklarıyla kargaların kendilerine yuva yaptıklarını düşündü. O gün bu gündür, kargaların ve benzeri kuşların yaptıkları her yuva, Çerkesler’e yaralarını anımsatır oldu, kıyımın acılarını daha da deşileştirdi. Her çey apaçık ortada olmasına rağmen, Çerkesler’in uğradığı bu büyük haksızlığı, bu zalim kırımı hala idrak edebilmiş değildir insanlık. Bu yüzdendir ki, milyonlarcası kırıma uğrayan, dünyanın dört bir yanına savrulan Çerkes halkına insanlığın büyük bir özür borcu vardır. Çerkesler başta olmak üzere, zulum altında yaşayan Kafkas halkları bu gün de bağımsızlık ve özgürlük mucadelesini sürdürmektedir. İkinci emperyalist paylaşım savaşında 58 milyonun insan katledildi. Bunun 28 -30 milyonu Sovyetler Birliği vatandaşıydı.
Bu arada şunu açıklamadan geçmek olmaz; Kafkaslar’da yaşayan halkların birçoğu, Çarlık Rusya’sının geçmişte yaptığı katliam ve zulümlere tepki olarak, ikinci dünya savaşında Faşist Hitler Almanya’sının yanında yer alarak, intikam alma eğiliminde olmuştur. O dönem Kafkas halklarının,özellikle de Tatar ve Ahıska Türkleri’nin bir kısmının bu yanlış tutumu başka bir yanlışı ve zulmü de beraberinde getirmiş, onbinlerce insanın anavatanlarından sürülmelerine, bir nevi kırımına yol açmıştır. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacakistan vb. yerlere yapılan toplu sürgünler onulmaz yaralar açılmış, Sovyetler yönetimi bu konuda büyük yanlışlar yapmıştır. İkinci dünya savaşında da Kafkas halkları savaşın bedelini en ağır ödeyenlerden olmuştur. Hitler faşizminin Balkanlar ve İskandinavya üzerinden Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği saldırılarda, ülke savunmasını diğer Sovyet halkları ile beraber esasen Kafkas halkları da üstlenmiştir. Emperyalist gerici savaşların halklara ne büyük katliam ve zulümler yaşattığı açık ve nettir. Vietnam’da, Kamboçya’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Kürdistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da ve daha pek çok Asya, Afrika, Latin Amerika ülkesinde yaşananların yanı sıra, son olarak Ukrayna’daki olaylar da buna yeterince tanıklık etmektedir. Gerici, emperyalist savaşların ne kadar acımasız, yıkıcı ve katliamcı olduğunu bu ülkelerde yaşananlar açıkça ortaya koymaktadır. Çok iyi biliyoruz ki, Emperyalist haydutları sadece ne kadar kar edecekleri ve bu uğurda ne kadar alana hükmedecekleri ilgilendirmektedir. Sözümona ‘barış’ çağrıları ve zoraki diplomatik atakları da dahil, bütün o cafcaflı girişimleri yalnızca yalana, aldatmaya, göz boyamaya dayalıdır ve timsah gözyaşları dökmekten ibarettir.
Suriye de, emperyalistlerin hakimiyet sağlama dalaşı neticesinde yaşanan üç yılık bilançonun hali ortadadır. Çıkar savaşında onbinlerce mazlum insan katledilmiş, bir milyonu aşkın Suriyeli yerini, yurdunu terk etmek zorunda bırakılmıştır. Emperyalistler, bizzat yarattıkları gerici canavarlara karşı savaşıyormuş gibi görünmeye çalışarak halkları kandırmaya, yaptıkları kışkırtmaları, katliamları sinsice gizlemeya çalışmaktadırlar. Bugün dünyanın dörtbir yanında süren yerel savaşlar bizzat emperyalist devletler tarafından planlanmakta, beslenmekte ve yaygınlaştırılmaktadır. Bu durum aslında geri dönüşü olmayan bir dünya savaşına da davetiye çıkarmaktadır. Dünyada yaşanan sermaye krizi, yeniden yapılanma adı altında ekonomik, siyasal, askeri olarak sistemi değişikliğe gitmeye zorlamaktadır. Eğer yaşanan ekonomik kriz atlatılamazsa, emperyalist devletler krizi daha kapsamlı ve büyük bir savaşla çözmeye yöneleceklerdir.
Onlar açısından bunun bir başka yolu yoktur.
Ukrayna’daki durum bize şunu göstermektedir: Dünyada yaşanan sermaye krizi, emperyalistler arası savaş riskini giderek artırmaktadır. Doğu Avrupa’da ve Kafkaslar’da yaşanan son durum da bunu zaten doğrulamaktadır. Sorunu görmezden gelmek, önemsememek büyük bir hata ve bir dizi yanlış tahlili de bereberinde getirebilir.
Kafkaslar ve Kırım özerk bölgesi her zaman stratejik bir önem taşımıştır. Osmanlı ile Çarlık Rusya arasında süren uzun savaşlarda da, Kırım bölgesi hep belirleyici bir önem taşımıştır. Ukrayna’daki krizin ‘anlaşılması’ için bugün çalınmaya başlanan emperyalist savaş tamtamlarının sesine ciddiyetle kulak vermeli ve doğru tahliller yaparak, izlenecek politikaları şimdiden belirlemeliyiz. Aksi halde çok geç kalınmış olacaktır.
Avrupa’nın yüzyıllardır göz koyduğu toprakları halkları hiçe sayarak ve sinsi taktiklerle almak istemesi, Ukrayna örneğiyle bir kez daha somut hale gelmiştir. Emperyalistler arasındaki rekabet daha da artarak, gerilimi büyüteceğe benziyor. Göz koyulan toprakların kurtlar sofrasında yeniden ve acımasızca paylaşılmak istenmesine ve bu topraklarda yaşayan halklar için öngörülen kanlı planların icrasına musade edilmemeli, etmemeliyiz.
Avrupalılar da dahil olmak üzere, ABD emperyalizmine, uzun vadeli planlarını hayata geçirme fırsatı asla verilmemelidir. Onların stratejik amaçları yüzbinlerce insanın katledilmesini, milyonlarca insanın yerinden, yurdundan zorla sürülmesini, halkların birbirlerine karşı düşmanlaştırılmasını ve kanlı boğazlaşmaları öngörmektedir. Geçmişte bunun pek çok örneğine tanık olduk. Pek çok kırımlar yaşandı. Bütün bu kanlı ve hain pratiklere büyük bir arsızlıkla ‘demokrasi’ ya da ‘özgürlük’ adını verdiler. Hala kan akıtmaya, zulüm uygulamaya devam ediyorlar ve bu kanlı pratiklerini yüzlerine kondurdukları sahte tebessümlerle saklamaya çalışıyorlar. Onların ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kavramlarının mahiyeti tam da budur işte! Bugün savaş kışkırtıcılığında, halkların kanını dökmede Rus emperyalizmi de, Avrupa ve Amerikan emperyalistlerinden geri kalmamaktadır. Kırım bölgesini önce işgal edip, hemen ardından göstermelik bir referandumla kendi egemenliği altına almış olmasının başka hiçbir anlamı yoktur. Görünen o ki, karşılıklı ataklar, ilerleme ve geri çekilmeler, taktik ve stratijik hesaplaşmalar devam ediyor. Savaş hazırlıkları yapılıyor, yeni mevziler kazanılmak isteniyor . Bunca yaşanmışlıktan, deneyimden sonra, yarın ne olacağını şimdiden görebiliriz. Eğer bunu doğru saptayamazsak, halklarımız yine büyük katliamlara, yıkımlara, zulümlere maarruz kalacaktır. Gelişmeleri doğru okur, halklarımızı buna uygun olarak örgütlersek, proleter devrimlerle geleceğimizi taçlandırabiliriz. Hep söylenegeldiği gibi, ya emperyalist savaşlar devrimlere yol açar ya da devrimler emperyalist savaşları önler. Proleterya ve ezilen halklar için izleyecekleri başka bir yolun mümkünatı yoktur. Ukrayna ve Kırım’da emperyalistler arasında süren dönemin en büyük krizine bir de bu yönüyle bakmalıyız diyorum.
Bu yazıyı hazırladığım kısa dönem içerisinde Kafkasya ve Ukrayna’da çok hızlı gelişmeler yaşandı. Kırım parlementosu önce bağımsızlık ilan etti. Hemen ardından Rusya’ya katılma kararı alarak, onların lehine ataklar yaptı. Amerikan ve Avrupa emperyalizmi ardı ardına gelen Rusya yanlı atakları önce şaşkınlıkla izledi. Kendine gelir gelmez karşı ataklar başlatarak, yandaşı Ukrayna yönetimine destek olup açık güvenceler veren açıklamalarda bulundu. Hem ABD hem de Avrupalı emperyalistleri temsil eden NATO, savaş filolarını Ukrayna ve Kırım’a yönlendirdi. Yaşanan savaş çığırtkanlığı karşısında emperyalistler mest olmakta, daha ne kadar kan döküp katliam yapacakları hesabını yapmakta, silahlarının namlularını buna uygun şekilde mevzilemektedir.
Bütün bu söylediklerimizi, Rusya’nın daha dün Ukrayna topraklarına girmesi ve rakip emperyalist devletlere alenen meydan okuyor olması doğrulamaktadır. ABD ve Avrupalı emperyalistlerin reste -restle cevap vermesi de önemli bir karinedir. Emperyalist güçler savaş hazırlıklarına hız vererek, dünyayı yeniden barut fıçısına çevirmeye, kan akıtmaya, bu yolla egemenlik sağlamaya hazırlanmaktadırlar. Dünya halkları ve proleteryası olası bir emperyalist hesaplaşmaya, kanlı bir boğazlaşmaya karşı hazırlıklı olmalı, haksız savaşlara karşı kendi haklı savaşlarını yükseltmeli, haklıdan ve mazlumdan yana yerini almalıdır. Emperyalist savaşlara karşı devrimci proleteryanın saflarında örgütlenerek, kendi özgürlüğü ve güvenliğini sağlayacak devrimlerini yaratmak için mevzilenmelidir .Yoksa yarın çok geç kalmış olacağız.
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)