Cumartesi Mart 15, 2025

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor. AKP için yerel seçimlerin önemi; yıpranan imajı onarmak, Haziran Ayaklanması (Gezi)’nın  rövanşını almak ve bir sonraki genel seçimlerin kazanmanın adımlarını döşemek olarak okunabilir. Daha bir çok nedenler olsa da elbette en önemlisi, AKP’nin yıpranan imajını kurtarmaktır. Bunun anlamı, iktidarda kalma ömrünü uzatmanın, iktidarı kaybetmemek için her yolu mübah gördüğü şeklindedir. Çünkü Haziran Ayaklanması’ndan sonra iyice teşhir olan AKP ve TC başbakanı Erdoğan’a karşı emperyalistler verdikleri desteği geri çekmişe benziyor ve içeride ise Türk burjuvazisinin bir kısmı yeni bir alternatif oluşturmaya hız vermiş gözüküyor. 
 
Önümüzdeki yerel seçimler konusunda da proletaryanın bir tavrı olmak durumundadır. Bu boykot şeklinde olabileceği gibi, seçimlere katılma ya da her hangi bir devrimci-demokrat güçlerle ortaklaşa hareket etemek ya da tek başına katılmakta seçenekler arasında yer alabilir. Ancak, 30 Mart 2014'de yapılacağı aöıklanan yerel seçimleri boykot etmek için proletarya açısından koşullar eleverişli değildir. Bu seçimlere, olumlu yönde, Haziran Ayaklanması’nın gölgesi düşecek olsa da, şu andaki durum bir bekleme tavrı şeklinde kendini göstermektedir. Aslında bu bekleyiş öznel devrimci güçlerin kitleler içndeki etkinliğiyle de doğru orantılı olarak sürmektedir.
 
Önümüzdeki yerel seçimlerde sınıf bilinçli proleterlerin yani komünistlerin güçlü bir çıkışları olamayacağı ve tek başlarına seçimde her hangi bir varlık gösteremeyecekleri de bir gerçektir. Hemen hemen tüm radikal devrimci kesimler açısından bunu söylemek nesnel bir durum saptaması gibi gözüküyor. Devrimci hareketin dağınıklığı ve demokratik bazı eylemlerde dahi bir araya gelmekteki zorlanmaları da dikkate alınırsa, yerel seçimlerde birleşik güçlerini ortaya koymanın önündeki idelojik-siyasal zoruluklar da kendiliğinden anlaşılır oluyor.
 
Önümüzde bir HDP (Halkların Demokratik Partisi) gerçeği var. HDP Türkiye ve Kürdistan’daki reformist güçlerden devrimci güçlere kadar çok çeşitli siyasal grupları içinde barındıran bir yapıdır. İçinde yer alanlardan direkt sosyalizmi savunan siyasal grup ve partiler olduğu gibi, geri düzeyde reformizmi savunan siyasal parti ve gruplarda yer almaktadır. Bütün bunları bir araya getiren esas etmen AKP iktidarının baskıları karşısında bir güç olabilmek ve siyasal varlıklarını parlamentoda ya da fazla ayak altında ezilmeden bir duruş sergileyebilmek amaçlıdır. Genel olarak söylenirse, HDP bir işçi sınıfı partisi değildir. Reformist siyasal yelpazede yerini almaktadır. İçlerinde reformist olmayan güçlerin olması bu gerçekliği değiştirmeye yetmiyor. 
 
HDP’nin programmında ne işçi sınıfının iktidar sorunu vardır ne de düzenin radikal bir şekilde devrimci değişiminin gerekliliği ve bunun eylem planı vardır. Burjuva düzenin aşırı uçlarının törpülenmesinin dilek ve temennileri yer almaktadır. Daha çok da Kürt sorunun “barışçıl” bir çözümü yer alır. Daha doğrusu, Kürtlerin ulusal haklarının verilmesi.
 
Bunlar, demokratik içerikli reformist hedeflerdir. Sınıf bilinçli proleter hareketlerin bunlara karşı itirazları elbette temeldendir. Ancak proletaryanın sınıfsal çıkarları açısından ciddi bir çok siysal problemler taşısada, demokratik talepler özelinde ortaklaşa hareket edilebilecek bir program içerikli bir siyasal oluşumdur  HDP. 
 
HDP’nin diğer bir önemli özelliği, Kürt, Türk ve diğer azınlık uluslardan devimci-demokrat kesimleri bir araya getirme ve en azından, asgari noktalarda birlikte hareket etme espirisini de içinde taşımasıdır. Bu en önemli noktalarından birsidir.
 
Ancak, bir önemli nokta da; HDP’nin  Kürt Ulusal Hareketi’nin (KUH) devlet ile uzlaşıcı yanının ciddi baskısı altında oluşudur. Çünkü HDP içinde etkinlik bu hareketin elindedir.  Kürt ulusal hareketinin içeriği demokratik bir içerik taşıdığından, bu da HDP’nin var olma siyasal gerekçesiyle çelişen  bir durum değildir. Bu örgütlü gücün varlığı ve etkinliği, diğer devrimci ve demokrat güçleri bu politikanın yedeğine alma eğlimi ve baskısını beraberinde getirmektedir. Bir çoğu onunla var olmanın koşullarını yaratmaya çalışırken, bir kısmı ise pragmatis bir çizgi izlemektedir. KUH’nin pragmatis olması, onun genel çizgisinin bir gereği, ancak küçük burjuva devrimciliği ondan sosyalizm bekliyorsa, elbette yanılıyor.
 
Komünistler, HDP içinde erime değil, demokratik bir mücadele açısında ortaklaşa eylem birlikleri ve ittifaklar şekilinde soruna yanaşabilirler. Daha ileri bir birliktelik, proletaryanın siyasal hedeflerinin reformist hedeflere kurban edilmesi olur ki, bu ideolojik olarak proletaryanın davasına ciddi zararlar verir. Reformizmle sıkı bir uzlaşmacılığın bir yanıda, sınıfın radikal devrimci yönünü törpüleme eğilimi taşımasını beraberinde getiri ki, işçi sınıfı partilerinin bunu her zaman gözönünde bulundurması bir zorunluluktur. Kısa vadeli çıkarlar uzun vadeli çıkarların önüne geçirilmemelidir.
HDP, elbette, ne Allende’nin (Şili) Unidad Popular (Halk Birliği), ne de kurucusu Hugo Chavez olan Venezuela Birleşik Soyalist Partisi (PSUV) değildir. Ama, sınıfsal karakter ve program olarak benzer yanları çoktur denebilir. Bu partiler de homojen değil, heterojon siyasal yapılardan oluşuyordu. Aynı HDP’nin oluşumu gibi. Chavez’in PSUV’si şu anda Venezuela da iktidarda. Allende’nin reformist programı onun sonunu hazırladı. Burjuvazi, reformist partilere dahi tahammül edebilecek bir karakterde değildir. Sermayenin varlığı ile demokratik içerik uyuşmaz ve o, çıkarları gereği, kitlelerin lehine tüm demokratik mücadele ve kazanımların karşısında yerini alır. HDP’nin adı geçen bu partilerin düzeyine gelme olasılığının siyasal ve sosyal temeli şimdilik ülkemizde yok gibidir. Her şeyden önce, ne Allende ne de Chavez gibi kitleleri peşinden sürükleyecek reformist liderler söz konusu değildir.  
 
Burada HDP dışında reformist küçük burjuva TKP, her ne kadar, önümüzdeki yerel seçimlere "yurt çapında aday göstererek katılacağını" açıklasa da, girmediği yerlerde CHP ile ortak hareket etmeyi, daha doğrusu destekleme taktiğini izleyecektir. ÖDP ise, bir kaç yerin dışında CHP’yi daha fazla destekleme yoluna gidecektir. 
 
TKP süreç içinde CHP ile daha sıkı fıkı olma durumuna girebilir. “Yurtseverlik”leri onları burjuvazinin “laik” kanadıyla birlikte hareket etmeye yönlendirecektir. Hatta bu “yurtseverlik” anlayışı, onları,  süreç içinde “Kızılelma” koalisyonu ile de dirsek temasına görtürebilecektir. Son olarak TKP Merkez Komitesi üyesi Kemal Okuyan’ın, “Türkiye Solunun Yurtseverlik Sınavı “ adlı kitabı, onların burjuvazinin bayrağını sahiplendiklerinin resmen ilanı oluyor. Nihayet, böylece, aradıkları örtülerine kavuşmuş oluyorlar. TKP ve ÖDP'ni HDP ile ortak hareket etmemeye iten nedenlerin başında, hiç kuşkusuz, Kürt ulusal sorunu konusundaki şovenist anlayışa sahip olmaları geliyor.
 
Konumuza dönersek, kısa vadeli siyasal demokratik hedefler için her zaman ilerici güçler ile proleter güçlerin ortak hareket etmesinin proletarya açısından yararları tartışma götürmez. Proletarya tüm ezilen kesimleri kucaklamak ve onlara siyasal olarak hitap etmekle karşı karşıyadır. Bir yandan proletaryanın yakın ve uzun vadeli siyasal hedeflerini reformizme kurban etmemek ve bir yandan da reformist güçlerle demokratik kazanımlar için bir arada olmanın çelişkisi yaşanacaktır. Bu, sınıf mücadelesinin çok yönlü oluşunun siyasal taktiksel görüngüleridir.
 
Sınıf bilinçli proletarya daha geniş kitleleri (başta işçi sınıfı olmak üzere) kucaklamak istiyorsa, dar köşesine çekilip kalmak değil, sınıflar arası siyasal mücadelenin tüm arenalarında yer almak ve kitleleri işçi sınıfının sosyalist programı etrafında örgütlemek ve harekete geçirici doğru ve aktif bir siyaset izleyebilmelidir.
 
Buradan hareketle, önümüzdeki yerel seçimlerde HDP ile ortak olarak seçimlere katılınabilinir. Bir taraftan seçim propagandalarına (legal olanakları zorlayarak) kullanmak ve sınıfın görüşlerinin propagandasını yapmak, düzeni teşhir etmek ve özellikle de AKP kliğini teşhir ve tecrit çalışmalarına daha fazla önem vermek, yerel seçimlerin genel siyasal taktik olmalıdır. Ancak bu siyasi taktik,  HDP’nin reformist dayatmalarına boyun eğme pahasına değil, tersine, sınıf uzlaşmacı yanlarını teşhir etmeyi de şart koşuyor.
 
Yerel seçimlerde PKK, hem BDP ile hem de HDP ile kendini daha güçlü bir şekilde, HDP birleşenlerine dayatmaya çalışacaktır. Bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Güçlü siyasal hareketler, diğer siyasal hareketler karşısında gücünün bilinciyle hareket ederler. Çünkü bir önceki yerel seçimlerde de ve genel seçimlerde de bu görüldü. Bu nedenle de, Dersim’de genel seçimleri kaybetti. Bu, kaybedeceğini bile bile lades demekti ve öyle oldu. BDP, diğer devrimci güçleri hiçe sayarak kendini dayattı ve devrimci güçler ise “bize ne” der gibi siyasetsizliği seçtiler. Bazılarına ise birkaç belediye meclis üyeliği yetti. Siyaset bunun üzerine şekillendirildi. Daha büyük siyasal kazanımların siyaseti ise bir sonraki bahara ertelendi.
 
Bu yerel seçimlerde, yine Dersim, önemli bir yerde durmaktadır. Eğer BDP yine kendini adayını diğer devrimci güçlere rağmen dayatırsa, Dersim Belediye Başkanlığını kazanmanın zorluğu da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Silahların “eleştirel” gücüyle bu her zaman kazanılamaz. Diğer siyasetlerinde, özellikle de Kaypakkaya geleneğinden gelenlerin önemli bir güçleri de vardır. Bir önceki yerel seçimlerde bu görüldü. Bu kez, ortak hareket edilmezse, Dersim’i CHP’ye kaptırma olasılığı daha güçlü gibi gözüküyor. Tabi burada, bunu belirleyecek olan izlenecek doğru siyasal taktiklerdir. Ve bu siyaset,  kitlelere; siyaset olarak “biz de varız” gücünü kendinde bulabilecek mi? Yoksa, Hegel’in “var-yok” özdeşliğine mi sığınılacak, hep birlikte göreceğiz. Çünkü siyasette duygusallığa yer yoktur. Siyasette, sınıfsal çıkarlar her zaman önde gider.  
 
Bu yaklaşım, tüm siyasal gelişmeler için de geçerlidir. Doğa gibi toplumsal yaşamda da siyaset boşluk tanımıyor. İşçi sınıfının gerilediği ya da geri adım attığı yerde, o adımı bir başkası atıyor ve sınıf demokratik mevzilerini de kaybediyor.***11.12.2013
97956

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar