Perşembe Ekim 31, 2024

CIA’nın Anti-Komünist “Özgür Düşünceli” Entellektüelleri (1.Bölüm)

Giriş:

Emperyalist merkezler, dünyayı yeniden paylaşmak için hummalı bir savaş hazırlığı içindeler ve buna göre de rakiplerine kutuplaşmalar giderek sertleşmektedir. Silahlanma son hızla yapılırken, faşistleşme ve iç faşistleşme de, hemen hemen bütün ülkelerde gelişmekte, işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskılar günden güne artmaktadır. Kazanılmış demokratik hak ve özgürlükler, burjuvazi tarafından gasp edilmektedir.

Ekonomik krizler ve peşinden Koronavirüs salgını nedeniyle, işsizler ordusu daha da büyürken, kitlelerin yoksullaşması katlanarak artmaktadır. Kapitalizm kendi çaresizliği içinde, sermayeyi kurtarmak için ekonomik ve pandemi krizinin yarattığı ağır yükleri işçi ve emekçilerin üzerine yıkmaktadır. Korona salgınına karşı korunmak için “önlemler” adını verdikleri önlemler; baskıları daha artırmak, sömürüyü ağırlaştırmak, sosyal hakları budamak, sermayenin birikimini ve merkezileşmesini hızlandırmak olarak ortaya çıkmaktır. Bütün burjuva devletleri, işçi ve emekçilerin sağlığını korumak değil, sermayenin çıkarlarını korumayı “pandemi önlemleri” olarak kitlelere sunmaktadır. Çalışanlar ve yoksul kitller pandemi karşısında kormasız bırkaldığı gibi, pandemi işçi ve emekçi hastalığı haline getirildi. Pandemiye karşı aşı ise, bir avuç tekelin elinde, milyonların ölümü ve hastalanması karşılığında sermaye birikimine dönüştü. Kapitalizm her konuda işçi ve emekçi düşmanı olduğu gibi bu konuda da düşman yüzünü, net bir şekilde ortaya çıkardı.

Kapitalizmin artık sürdürülemez oluşu, doğa ve onun üzerinde yaşayan tüm canlıların düşmanı olduğu bilinmesine ve her geçen gün toplumsal ortamın daha da kötüye gitmesine karşın, burjuva liberalleri kapitalizmi savunmaya devam ediyorlar.

Aynı burjuva entellektüeller; emperyalist savaş kışkırtıcısı Biden’iın “demokrat”lığını övmekten, Volkswagen’in dizel skandalını, Wirecard gibi milyarlarca Avro’yu hortumlayan uluslararası emperyalist tekellerin koruyucusu Merkel’i, burjuvazinin “temiz” yüzü gibi göstermekten rahatsız olmadılar. Yine, Korona viriüs salgının en tepe noktaya vardığı bir süreçte, bilim insanlarının tam kapanma istemesine karşın, büyük sermaye tekellerinin “fabrikaları kapatmayın” direktifine uyan ve kapatma kararını geri çekerek Covid-19’un bir işçi hastalığı haline gelmesine neden olan da yine Merkel’dır. Türkiye’de bir çok burjuva liberal’in, faşist Erdoğan’ın uygulamalarına karşı Merkel’i “iyi” örnekler arasında gösterenler, Erdoğan’ı Avrupa’da koruyucusunun Alman tekelleri adına onun olduğunu görmezden gelmeyi yeğledikleri de bilinen bir gerçektir.

Bu yazının konusu esas olarak burjuva liberal aydınların, CIA’nın anti-komünist savaşına nasıl katkı sağladıklarıyla ilgilidir.  Dün iyi eşelenmeden, bugünü net olarak analaşılamaz.

 

Burjuva Entellektüellerin Anti-Komünist Saldırıları

İşçi sınıfının asıl düşmanı burjuvazi olmasına karşın, burjuvazi  işçi sınıfının karşısına ideolojik anlamda, burjuva liberal aydınları çıkarır. Çünkü burjuva sistemi dediğimiz kapitalizm, toplumsal bir sistemdir. Burjuvazi, bu toplum içinde önemli bir kesimi sürekli olarak yanında tutmaya özel bir önem verir. Burjuvazi, sadece sömürüyle yetinmez. Sömürü sisteminin sürmesi için, yani iktidarını koruması için, polisiye ve askeri baskının dışında en önemli olanı ideolojik hegomanyadır. Burjuvazi, topluma kendi ideolojik ve kültürel hegomanyasını kabul ettirmek ya da etkisi altına almak ister. Bunu başaramadan iktidarını salt fiziki baskıyla sürdüremez. Bu nedenle, burjuva ideolojisinin yayacak araçlara gereksinimi vardır. Burjuvazinin ideolojisini yayama araçları ise, küçük burjuva liberal entellektüellerdir. Küçük burjuva entellektüelleri etkilemek içinde “Casuslar Felsefe Okur”un, yakın tarihimizde, neden bir özdeyiş haline geldiği ise; Hitler faşizmin Avrupa’da yıkılışı ve Stalin önderliğindeki SSCB’nin güçlenmesiyle kendiliğinden anlaşılıyor.

Küçük burjuva entellektüellerin çoğunluğu “sol”a sempati duyarlar. Ancak, bunların “sol”culuğu, burjuvaziyi ürkütmez, tersine, ona destek olacak içeriktedir. Çünkü bunların “sol”culuğu, gerçek sosyalizmi ve işçi sınıfının dünya görüşünü eleştiren, onu yozlaştıran, içini boşaltan ve bulanıklaştıran niteliktedir. Bu entellektüeller, proletarya diktatörlüğüne, sosyalizme, komünizme karşıdırlar. Proletarya diktörlüğü sözünden öcü gibi kaçarlar. Bir avuç burjuvazinin diktatörlüğünü ise “demokratik” değerlendirirler. Burjuvazinin onlardan tek istediği de budur. Burjuvazi, radikal sağ entellektüelleri değil, “sol”cu gözüken küçük burjuva liberal entellektüelleri daha fazla el üstünde tutar. Çünkü bunlar, işçi sınıfından yana gibi gözükmesini becerdikleri gibi, işçi sınıfının dünya görüşünü en iyi bunlar bulanıklaştırıp, burjuva ideolojisinin işçi sınıfı ideolojisi olarak sunmakta da hamarattırlar. Hamaratlıkları ve yetenekleri ise, işçi sınıfının anlamadığı ve ona çok yabancı olan, içi boş, “entellektüel” bir dil kullanmalarından gelir. Bu dilde, özellikle küçük burjuva kesimi çok etkiler. “Yeni” ve “ileri” bir şeymiş gibi gelir onlara, sınıf karakterleri gereği...

Burjuvazi, işçi sınıfının dünya görüşü olan Marksizm Leninizmi, “modası geçmiş” bir ütopya olduğunu ileri sürer. Yani, kapitalizmin toplumsal alternatifi olan sosyalizmi, “anti-demokratik”, “totaliter”, “baskıcı”, insanlığın ruhunu zehirleyen” bir ideoloji ve toplumsal yapı olarak göstermeye çalışır ve burjuva liberal entellektüellere de, bir tas daha fazla çorba vererek bunun teorisini yaptırır. Aynı, ikinci emperyalist dünya savaşında faşizmi yenen SSCB’e karşı açtıkları emperyalist karşı-devrimci kampanyada olduğu gibi. Özellikle CİA’nın o meşhur “entellektüelleri”,[1] o kadar ileri gitmişlerdir ki; ceplerinde dolar destelerinin artmasıyla orantılı olarak, emperyalist sermaye adına cellatlık yapan faşist Hitler ile enternasyonal işçi sınıfının önderi Stalin’i özdeşleştirebilecek kadar alçalmayı asli bir görev edinmişlerdi ve dünyanın en demokrat ülkesini “totalirizm” ve “faşizm” ile eşitleme alçaklığına kadar işi götürebilecek kadar burjuvazinin tüm sınıf yetenekleri ile donanabilmişlerdi.

CIA (ABD Merkezi İstihbarat Servisi), bu burjuva liberal entellektüellere tek bir görev vermişti. “Stalin, mümkün mertebe gözden düşürülecek, kitle katlimacısı olarak gösterilecek ve hatta Hitler’den daha zalim olarak gösterilmesi en makul olanı, ve anti-komünist propaganda geliştirilecek ve komünistler veba hastalığı yayayanlar olarak lanse edilecek” ... CIA tarafından o dönemde bu entellektüellere verilen görevler bunlardı.

Neden mi? Stalin önderliğinde SSCB Hitler faşizmini yenmiş, emeryalist cepheyi parçalamış, dünya işçi sınıfına, ezilen halklara ve ezilen uluslara, işgal ve açık sömürge altında olan halklara ve uluslara, sosyalizm ve bağımsızlık yolunu göstermişti. Bütün dünyada işçi sınıfı ve ezlen halklar içinde sosyalizme olan sempati artmıştı. Emperyalist burjuvaziyi derin bir korku almıştı: Komünizm güçleniyor, kapitalist sistem ise adım adım yıkılıyor diye...

Özellikle 1949 yılında Mao Zedung önderliğinde Çin Komünist Partisi’nin Çin’de, sosyalizme giden yolda  Demokratik Halk Devrimi’ni zafere ulaştırması ve böylece dünyanın üçte birinin sosyalizme dönmesi, emperyalist burjuvaziyi korkuttuğu gibi, anti-komünist saldırılarını da artırdı.

2. Emperyalist paylaşım savaşında, faşizme ve emperyalist savaşa karşı en etkin savaşan komünistlerdi. Avrupa’da komünist partilerin öncülüğünde faşizme karşı birleşik cephe kurulduğu gibi, Hitler Almanya’sının işgallerine karşı partizan savaşlarını da örgütleyen ve yürüten komünistlerdi. Ve Hitler Almanya’sının SSCB tarafından yenilgiye uğratılması, Doğu Avrupa ülkelerinin sosyalizm cephesinde yer alması, Batı Avrupa’da ise komünist partilerin güçlenmesi, İtaly ve Fransa gibi ülkelerde komünistlerin hükümetlerde yer alması, başta ABD ve İngiliz emperyalizmi olmak üzere bütün burjuvaları ürküttü.

ABD ve İngiliz emperyalist burjuvazisi, Hitler Almanya’sının 1940 Haziran’ında Sovyetler Birliği’ne saldırmasına destek oldular. Hatta onların beklentisi Faşist Almanya’nın SSCB’ni işgal ederek sosyalizmin yıkılmasıydı. Bekledikleri olmadı, tersi oldu. Faşist Hitler Almanyası yıkıldı. Uluslararası proletaryanın komünist önderi Stalin önderliğinde SSCB daha da güçlendiği gibi, sosyalizm cephesi Avrupa’da daha da genişledi. Kitlelerin sosyalizm olan sempatisi arttı.

İşte, “demokratik sol” (Türkiye’deki versiyonu olan “güleryüzlü sosyalizm”, ya da K. Okuyan T”K”P’sinin temel argümanı olan; “cumhuriyet bizim değerimiz” ve buna bağlı olarak, Ermeni soykırım’nın inkar eden “büyük felaket” gibi devleti rahatsız etmeyen argümanlar ) gibi gözüküp, özünde burjuva liberal görüşleri savunan CIA’dan maaş bordolu bu entellektüellerin bir görevi daha vardı, gelişen sosyalizm mücadelesinin önüne geçmek, işçi sınıfı içinde MLM düşüncelerin yayılmasını önlemek ve ABD emperyalizminin ideolojik hegomanyasını “Batı demokratik değerleri” adı altında yayılmasın hizmet etmekti. “Batı’nın demokratik değerleri” ise: ABD emperyalizminin askeri, ekonomik, kültürel hegemonyasının genişlemesi ve genel anlamda sermayenin işçi sınıfı ve emekçilere karşı olan çıkarlarıydı. Bugün de bu “değerler” aynıdır. Bizim ülkemizde de “Batı Avrupa ya da yeni haliyle AB değerleri”, emperyalist Batı sermayesinin kanlı çıkarlarından başka bir şey değildir. Burjuva liberal entellektüelleri “demokratik sol”, Türkiye’de ise “Türkiye özgü sosyalizm”,  “güler yüzlü sosyalizm” vb. adlarla, burjuvazinin kitleleri aldatma ideolojik manipülasyon araçları olarak kullanılşmışlar ve kullanılmaya devam edilmektedir. Oysa, burjuvazinin kitleler karşısında adlarını büyüttüğü, ama, düşünce yapıları olarak işçi sınıfına ve emekçilere uzak bu entellektüeller, burjuvazinin karar mekanizmalarından uzak tutulmuşlardır. Onların görevi; ideolojik ve teorik manipülasyon ve işçi sınıfının dünya görüşünü bulanıklaştırmak ve burjuvazi lehine ideolojik ve politik ortamı hazırlamak.

 Emperyalist Burjuvazinin Komünizmle Savaşı

Dünya halkalarının başına bela olan faşist saldırgan Alman emperyalizminin, yaklaşık 26 milyon Sovyet vatandaşının yitirilmesi (ve dünya toplamında 60 milyon insan kaybı) pahasına, SSCB tarafından yıkılması, uluslararası proletaryanın ve ezilen dünya halklarının Stalin’e olan semapatisi daha da arttı. Dünya işçi sınıfı ve ezilen halkların sosyalizme ve Stalin’e sempatisinin artması nedeniyle  emperyalist burjuvazi Stalin’i ve komünizmi hedef aldı.

ABD, Avrupa’yı anti-komünist temelde inşa etmek için ekonomik alanda Marshall Planı, askeri  alanda NATO’yu kurarken, kültürel  alanda ise, Paris merkezli Kültürel Özgürlük Kongresi –KÖK- (Congress of Cultural Fredoom) kurmuştur.

CİA’nın paravan örgütü KÖK’ün geniş bir alanda, sanat, edebiyat, kültür, müzik ve düşünsel etkinliklerin yanı sıra, yayınevi, çeşitli ülkelerde onlarca “prestijli dergi” yayınlayan ve  büyük müzik festivalleri düzenleyerek kitleleri etkilemeyi amaçlayan, 35 ülkede ofisi olan büyük bir organizasyondu.[2]

Anti-komünist liberal entellektüeller NATO’nun kültür kanadını oluşturuyorlardı. Bu nedenle de çok “hümanist” ve “savaş karşıtı” idiler(!)

Emperyalist burjuvazi, askeri olarak yıkamadıkları SSCB’nin temsil ettiği sosyalizmi ve komünizmi, kültürel alanda yıkmak ve onun ideolojik politik olarak yayılmasını engellemek için anti-komünist bir kültürel cephe açtılar. Bunun örgütlenmesi görevini 1947 yılında kurulan ABD Merkzei İstihbarat Servisi (CIA) verdiler. Bir istihbarat servisine verilen ideolojik mücadele ise, ona yakışır şekilde olur elbet. Burjuvazinin komünizme karşı ideolojik mücadelesi de CIA usulü oldu. Parayı verdi ve düdüğü çaldırdı.[3] Önce, para için düdük çalacakları bulması gerekiyordu. Bu da çok zor olmadı. CIA, ideolojik savaşçılarını, özellikle dönek solculardan, sosyal demokrat liberallerden topladı. Yani “solcu” gibi tanınları tercih etti. Aslında bunların hiç birinin komünizmle ilgisi yoktu. Başından beri burjuva liberal çizgide olan küçük burjuva düşünce sahibi entellektüellerdi. Sadece bir tanesi eski Alman Komünist Partisi’nin merkez komite üyeliğini yapmıştı, Arthur Köstler.[4]   CIA bunun peşini bırakmadı ve anti-komünist örgütlemenin asli elemanlarından ve KÖK’ün manifestosunu yazılı hale getiren biri oldu. Tabi, CIA’nın bu ideolojik savaşının içinde Troçkist elemanlarda olmazsa olmazlardandı.

Parayı Verdi Düdüğü Çaldı kitabının yazarı Frances Stonor Saunders, kitabın giriş bölümünde;

Dünyanın bir pax Americanaya, yeni bir aydınlanma çağına ihtiyacı vardır ve bu çağ Amerikan çağı olacaktır. CIA nın oluşturduğu ve Henry Kissinger ın deyimiyle partizanlık ötesi bazı ilkeler adına bu ülkenin hizmetine kendilerini adamış olan aristokratlardan oluşan bu konsorsiyum Amerika nın Soğuk Savaş Dönemi silahıydı, kültür alanında çok etkili olmuş bir silahtı. Savaş sonrası Avrupa da, bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeden bu gizli harekete adı bir şekilde karışmamış pek az yazar, şair, ressam, tarihçi, bilim adamı ya da eleştirmen vardı” belirlemesini yapıyor.

Yenilmiş ve savaşla harap olmuş bir Avrupa’yı, ekonomik, siyasi ve kültürel olarak tamamen egemenliği altına alarak, bir ABD dünyası yaratmak için ugun bir ortamdı. Ve yenilmiş Avrupa burjuvazisi SSCB ve Avrupa işçi sınıfı hareketi karşısında ABD emperyalizmine teslim olarak kendini toparlayabiliridi. Bu nedenle de anti-komünizm ve anti-SSCB en iyi karşı-devrimci savaş argümanıydı.

Emperyalist burjuvazinin dünya egemenliği için anti-komünist karşı-devrimci savaşı içinde yer alanların başında da kendilerini “demokratik sol” diye adlandıran liberal entellektüeller geliyordu. İşte o dönemin meşhur edebiyat, yazar, sanatçı, gazeteci, müzisyen, Frankfurt Okul’u entellektüellerinden bazıları:

ABD’den Daniel Bell, Mary McCarthy, Hannah Arendt, İsaiah Berlin, Sidney Hook, Irving Kristol, Dwight MacDonald, Melvin Lasky, Robert Lowell, ve daha bir çokları.

Avrupa’dan ise, Arthur Köstler, Ignazio Silone, Raymond Aron, Stephen Spender, “Stalnist” oldukları gerekçesiyle bir çok yazarı ve aydını ihbar ettiği için adı ispiyoncuya çıkmış George Orwel, Michael Josselson, Anthony Crosland, Heinrich Böll, Siegfried Lenz, Marcel Reich-Rainick, François Bondy, Andre Gide, Theodor Adorno, Max Horkheimer, Bertrnad Russell gibi yazar , “bilim” insanı ve felseficilerin yanı sıra müzisyenler, resamlar da bu koroya katılmış ve CIA’nın denetiminde “özgür yazarlığın” hazzını tadmışlardır. Neye karşı, SSCB’ne, Stalin’e, komünizme, Marksizme karşı. Ama bunca çabaları elbete ödülsüz kalmadı, hepisi de CIA’dan hak ettikleri dolarları aldılar. İsimleri ve yazıları, “demokratik değer savunucuları”, olarak CIA’nın desteklediği ve finansa ettiği gazete ve dergilerde yer buldu.

Daniel Bell, 1960’da “İdeolojilerin Sonunu”, F. Fukuyama ise 2000’lerin başında “Tarihin Sonu”nu yazmışlardı. CIA böyle buyurmuştu. Her ikisi de yayınlandığı yıllarda “bestseller” olmuştu. Birincisi işçi sınıfı hareketi içinde ciddi zaaflara yol açmıştı. Çünkü “sol”cu bilinen Bell, “İdeolojilerin Sonu” adı altında, anti-komünist propaganda ve burjuva ideolojisine mehtiyeler düzülüyordu. Yani, işçi sınıfının dünya görüşüne karşı savaşım esas alınmıştı. İkincisi ise burjuva liberal entellektüeller üzerinden küşük burjuva sol liberalleri etkilemeyi hedeflemişti. Kısmen geçci bir başarısı oldu. Ama kısa süre içinde bununda aynada görünürlüğü netleşince, neyin sonunu getirmek istediği ortaya çıktı. Ancak, ne ideolojilerin sonu, ne de tarihin sonu geldi. İkisinin de yazdıklarının içeriği  piyasaya çıktıklarından kısa bir süre sonra, işçi sınıfının bilimsel dünya görüşünün mücadelesi sonucu, tarihin çöplüğünde yerlerini aldılar.

Burada adı geçen ve ve CIA’nın kültür NATO’su olan ve KÖK anti-komünist örgütlenmesi içinde yer alan entellektüellerin bir çoğu eski “sol”cu[5] ve kendilerinin “demokrat solcu” olarak adlandıran Stalin şahsında anti-komünist zavalılar birliği olarak adlandırmak daha doğru olur.

CIA, ABD’li ve Avrupalı bu anti-komünist entellektüelleri CIA ajanları Melvin Lasky ve Sidney Hook önderliğinde örgütledi. Bunlar arasıra “emperyalizm”, “ırkçılık” vb. şeylerden sözedbilir hatta ABD’deki ırkçılığı bile fazla deşelemeden eleştirebilirlerdi. Ama esas hedef anti-Stalinist ve anti-komünist kampanyayı en etkili bir şekilde sürdürmekti. Bunun için kendilerine ekstra maaş veriliyordu.

Bunlar hiç bir zaman ABD emperyalizminin saldırılarını, işgallerini karşı çıkmadıkları gibi Kore’deki katliamlarına tepki vermemişlerdir. Hatta 1953 yıllında İran’da Musaddık Hükümetinin devrilmesi, Guetamala’da Arbenz hükümetinin devrilmesi, ABD içinde siyahlara uygulanan ırkçılığa ve ayrımcılığa tepki vermedikleri gibi... Tepki vermek zorunda kalanlar ise, ABD burjuvazisinin incitmemek için adeta parmak ucunda yürür” gibi yapmışlardır.  Daha sonra Küba’ya yapılan baskılar ve peşinden Vietnam işgalleri, bu entellektüellerin “hür dünyasında” yer bulamamıştır. Ta ki, CIA’nın paralı kalemşörleri oldukları ortaya çıkana kadar...

 

 Batı'nın kültürel ve siyasi değerlerini savunmak, "Stalinist totalitarizme" saldırma’nın yanısıra, pek seyrek olarak ABD'de siyahlara yönelik ayrımcılığa geçerken dokunmaları ise,  ne ve kim adına kalem oynattıkları açığa bütünüyle çıkmaması içindi. Bu nedenle, ırkçılığı ve emeryalizmi eleştiren bazı yazılara, ara sıra CIA destekli dergilerde yer verildi.[6]

Bu entellektüellerin çoğu yazdıkları işçi sınıfına pek bir şey anlatmaz. Ama küçük burjuvazinin bulanık  düşünce yapısını daha da bulanıklaştırılar. Biz komünistler, bunların bir zamanalar CIA’nın paralı yazarları olduklarını daha sonra gelenlerin ise pek farklı olmadığını, burjuvazinin ekstra sağladığı desteklerle “burjuva demokrasi”sini en iyi şekilde yaşadıklarını ve bu nedenle burjuvaziye olan  borçlarını, komünizme saldırarark ödediklerini biliriz.

Darbelerle, çeşitli el altı operasyonlarıyla hükümet deviren CIA, komünizme karşı teorik, ideolojik ve siyasi mücadeleninde önemini biliyor olmalı ki, adı geçen bu aydınları  Kültürel Özgürlük Kongresi (Congress of Cultural Fredoom) adı altında toplayarak konferanslar verdirdi. Hepsini en lüks otellerde ağırladı. Konferanslardan konferanslara koşturdu. Ve o güne kadar görmedikleri bir para bolluğu içinde yaşadılar. CIA’nın görevli ajanlarıyla bol bol resim çektirdiler. Gazetelerde  bunlar vardı. Bunların yazıları yayınlandı. O güne kadar görmedikleri itibarı gördüler. Her tarafta el üstünde tutldular. Bu “özgür” ve hiç kimsenin “müdahalesi” olmadan “özgürce” ve elbette CIA’nın direktifi doğrultusunda anti-komünizm üzerine güzelleme yapan entellektüeller, ülke ülke dolaştırılıp “büyük” büyük” konferansların baş konukları ve baş konuşmacıları oldular. CIA’nın çömertçe sağladığı finansmanla ne şaşalı günler yaşadı bu entellektüeller. Dolarların miktarı artıkça, anti-komünist çığlıklarını adeta kendilerini yırtarcasına her tarafa ulaştırmaya çalıştılar. Ta ki, 1960’da bu bolluğun arkasında CIA ve ABD tekellerinin sermayesi olduğu ortaya çıkana kadar. 

Ama işçi sınıfı ve emekçilerin dışında oldu bunlar. Küçük burjuvaziyi ve küçük burjuva düşüncesinin etkisi altında olanları daha fazla etkilediler.

Hannah Arendt gibileri ise, faşizme “totalitarizm” dedi. Bunu demekle de kalmadı, SSCB’ni de “totaliter” olarak faşizmle eşitlme aşağılamasına gitti. Ve hatta o kadar ileri gitti ki, Hitler faşizmi tarafından yakılan 6 milyon Yahudi için faşizmin değil “kötülüğün kurbanı” oldu diyebildi. Çünkü H. Arendt’in tek görevi vardı, Marksizmi her fırsatta eleştirmek ve ona karşı alternatif “görüşler” ortaya çıkarmaktı. Frankfurt Okulu’nun has elemanlarından biri oldu.

Hannah Arendt, Mccarticilik (McCarthyismus) döneminde ABD üniversitelerde profösorlük yaparken, komünist ve demokrat avı başlamıştı. Ama hiç bir zaman ABD’nin bu faşist yüzünü eleştirmemiştir. Hatta totalitarizm ile ilgili yazdığı kitap 1951 yılında basılmış ve aynı yıl ABD vatandaşı olmuştur. “Emperyalizm”den söz etmesi ise, burjuva egemenlerine dokunmadan “parmak ucunda yürümenin” ve ML emperyalist teorisinin gerçek içeriğini boşaltarak, anlamsız bir hale getirmek içindi.

CIA’nın (tabi CIA’nın finansal destekçileri ise, Ford, Rockefeller ve diğer sermaye gruplarına ait vakıflardı)[7] finansa ettiği bu liberal burjuvanların düşünceleri çok çok “özgür”dü, ama SSCB’de entellektüeller “demir perde baskısı altındaydı.” Bu entellektüellerin bütün yaşamlarını CIA finansa ederken aynen bu propagandayı yapıyorlardı.

James Petras’in yazdığı gibi, “Bu prestijli entellektüellerin hiç biri, sömürge Çinhindi ve Cezayir’deki toplu katliamlara ABD desteği, ABD’li entellektüellerin cadı avı veya Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyindeki paramiliter (Ku Klux Klan) linçleri konusunda herhangi bir şüphe veya soru sormaya cesaret edemedi.”[8]

Bu küçük burjuva liberallerinin onurlarını ve kalemlerini, emperyalist burjuva sermayesine kolayca sattıklarını gösterdiği gibi, eli kanlı bir istihbarat örgütününde kolayca oyuncağı durumuna gelediklerinin ibretlik halidir. Bu salt bir maddi çıkardan öte; küçük burjuva ideolojisinin, burjuvazinin ve burjuvazinin eli kanlı militarizminin oyuncağı haline kolayca gelebilmesinin yatkınlığını ve eğiliminin bir sonucudur.

CIA’nın Avrupa’da Anti-Komünist Cephesi

2. Emperyalist dünya savaşından sonra, SSCB’e karşı anti-komünist ve anti-Stalinist kampanya için ABD Avrupa’yı merkez seçti. Paris’e yerleşti ama, oradan bütün Batı Avrupa’yı ve diğer ülkeleri yönetmeye ve yönlendirmeye başladı. Bunun için önce Kültürel Özgürlük Kongresi’ni (Congress of Cultural Fredoom), yukarıda adı geçen entellektüeller aracılığıyla kurdu. Onursal başkanlığını ise Lord Bertrand Russel’e verdiler.

Russel böylesi bir” özgürlük Kongresi”nin  onursal başkanlığını hak eden ırkçı ve soykırımcı birisiydi. Russel, 1951 yılında yayınladığı “ The Impact of Science on Society” (Bilimin Toplum Üzerindeki Etkileri)[9] kitabında, dünya nüfusunun çoğalmasından şikayet ediyor ve bunların “etkili bir bakteriyolojik savaşla azaltılması”nı savunmasının yanısıra,  Japonya’ya nükler bombanın atılmasını “olumlu”  bulanlardan biri olması vardı. Çünkü nükler bombanın yapılmasında çalışmıştı. 1946 yılında yazdığı bir makalede, SSCB’ne karşı nükler bombanın kullanılmasını açıktan savunmuştu ve iki yıl içinde ABD’nin SSCB’ne nükler bombayla yerle bir ederek dünya imparatorluğunu kurmasını bekliyordu.[10]Aynı görüşü, CIA’nın has adamlarından  Troçkist James Burnham’da paylaşıyordu.

KÖK’ün kuruluşu 26 Haziran 1950 yılında Berlin’de oldu. Berlin özel olarak seçilmişti. “Berlin’i ve dünyayı komünizm tehlikesinden kurtarmak ve özgürleştirmek amaçlı” olduğu içindi. Bu Kongre’ye 100’den fazla ülkeden “bilim” insanları, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler, müzisyenler katılmıştı .

Radyo’da ise spiker, yarı,  12 Eylül Cuntası Spikeri Ertürk Yöndem gibi, yarı futbol maçı anlatan spiker gibi gelişmeleri dinleyicilerine  heycanla anlatıyor:

Komünistlerin ve Stalin rejiminin Berlini zalimce abluka ve bloke etmesine karşı Kongre toplandı[11]

Almanya ve dünyayı yıkıma uğratan Alman faşizmine karşı ise bu denli kinli konuşmadılar. Çünkü salonda, KÖK’ün örgütleyicileri arasında SS ve SA’da subaylık yapmış kimselerde vardı. Yani, Hitler ölmüştü, ama onun çalışma arkadaşları hala iş başındaydı. CIA’da bunu biliyordu ve CIA’nın derdi Hitler faşizmini yargılamak değil, burada yer alan subay ya da diğer görevlileri kendi çıkrları doğrultusunda SSCB’ne karşı kullanmaktı ve böylede yaptılar. Savaş sonrası çok azını ortaya çıkarıp, bir kaçını MOSSAD’a teslim edip, gerisi ise “normal” insanlar gibi görevlerine geri dönmüşler ve yine burjuvazinin en pis işlerinin başındaydılar. Almanya’daki gerçeklerden biri, Hitler faşizmi yenilince, Hitler’in emrinde olan milyonlarca görevli, faşist elbiselerini çıkarıp, yeni düzenin elbiselerini giydiler ve işledikleri suçlarda yanlarına kar kaldı.

Avrupa’da CIA’nın en büyük destekçisi ve çalışanı ise Herich Böll idi. Görevi ise Alexander Solschenzyn gibilerini Batı’ya getirmekti. Bunu yaptı da. Böll, Kongre’yi CIA’nın finansa ettiğini “bilmediğini söylesede”, CIA bunu reddediyor ve hepsinin bildiğini yazıyordu. Oysa, o zaman CIA’da görevli olan Tom Braden, 1960 başında, entellektüellerin CIA’dan maaş aldığı ortaya çıktığında,  “bilmediklerini” söyleyen entellektüellere şu yanıtı veriyordu:

Hepsi biliyordu ve maaşların nasıl ve kim tarafından ödendiğini bilmemeleri mükün değildi,”[12]

Elbette, ödemeler CIA usülü yapılıyordu. CIA’nın “o.k.”lediği kişilere otel odalarında, dergiler üzerinden ya da “antenli kağıt” üzerinden CIA’nın vakıfları (Ford, Rockefeller vd.) bu entellektüellere paralarını ulaştırmakta bir zorluk çekmiyordu, entellektüeller ise, paralarını alamayacakları kuşkusu ve korkusu yaşamıyorlardı.

Heinrich Böll’den biraz söz etmek gerekiyor. Tanınan ve sevilen biriydi. Bir demokrat yazar ve edebiyatçı olarak ilgi görüyordu. Komünistlere yakın gibi duruyordu. Ama, gizli görev içinde olduğunu CIA ve kendisi dışında kimse bilmiyordu. Bunun dışında Alman profesörleri, bir çok sanatçı ve yayın evi sahipleri CIA adına çalışıyor ve Der Mond (AY) isimli dergi çıkarılıyordu. Bunların çoğu 2006 yılında ZDF tarafından yapılan konuya ilişkin belgeselde kabul ettiler. Ama hala “fazla bilmiyorduk” yalanına başvurmaktan da geri kalmadılar.

CIA bir çok dergi yayınlıyordu. ABD’de, Partisan Review, Kenyon Review, New Leader ve daha başkaları. Almanya’da öne çıkan yayın ise Ay (Der Mond), İngiltere’de Encounter (Karşılaşma), Fransa’da ise meşhur sosyolog olarak öne çıkan  Raymond Aron yönetimindeki Preuves (Kanıt).

27 Nisan 1966 tarihinde New York Times “Kültürel Özgürlük Kongresi”ni CIA’nın finansa ettiğini ve CIA’nın finase ettiği dergilerinde birer birer isimleri yayınlanınca,  dergilerin çoğu kapandı ya da başkalarına satıldı. Olayın ortaya çıkması üzerine, CIA maaşlı entellektüellerin bazıları da kızgınlıklarını ABD’yi Vietnam savaşı üzerinden “sert” eleştirilere başladılar. Çünkü artık kitle hareketleri ve ABD’nin Vietnam işgaline karşı gösterileri de artmıştı. Buna rağmen, bazı entelektüellerin maaş almaya devam ettiklerini ZDF TV’ye konuşanlar açıklıyor. [13]

İhbarcı ve muhbir George Orwel’de CIA’nın gözdelerinden biriydi ve romanlarında komünizmi kötülemeyi hedef haline getirmişti. Orwel’in komünizm düşmanı olması normal. İngiliz sömürgesi Birmanya’da işgal güçlerinin polis memuru olarak bir süre görev yapmıştı. Muhbirciliği buradan meslek haline getimişti. 1950 yılında erken bir zamanda ölünce CIA’nın en hızlı olduğu dönemlere ömrü uzanmadı. CIA, Orwel’in kitaplarını “anti-komünist manifesto” haline getirmeyi başardı. Bir çoğunun film yapılmasını sağladı. Çünkü kitapların içeriği anti-komünisti.

 Yine, CIA’nın dergisi olan ve baş sorumlu Raymond Araon, Preuves (Kanıt) üzrinden Satre’yi, Simone de Beauvoir’i gibi gerçek demokrat aydınları aşağılamaya varan saldırılar yaptılar. Çünkü Satre CIA’nın anti-komünist ağı içine girmeyi reddetmişti. Aynı şekilde Thomas Mann, Charlie Chaplin, Albert Einstein, Pablo Neruda gibi meşhurlar, anti-komünist örgütlenme ağı içine girmeyi reddetikleri gibi, anti-komünist olamadıklarını da açıklıyorlardı ve ayrıca ABD emperyalizminin savaş kışkırtıcı siyasetini eleştiriyorlardı. CIA, Nobel Edebiyat ödülünün Neruda’ya verilmemesi için çok çalıştı. Bütün ilişki ağlarını devreye soktu.  Bunda kısmen başarılı oldu. Ancak, Neruda’ya, 1971 yılında Nobel Edebiyat ödülü verildi.

Devam edecek:

Casuslar Felsefe Okur:  Frankfurt Okulu ve Fransız Teorisi


[1] Burada, bu tür entellektüellere „Aydın“ demiyorum. Çünkü bunlar aydın değil, toplumu gericileştirmek için çaba harcayan gericilerdir. Aydın, toplumu, toplumsal sistem olarak daha ileriye taşımasını isteyen, hizmet eden kişilerdir, kesimlerdir. Benim için aydınlar, işçi sınıfı mücadelesi içinde yer alan devrimci militanlardır. Ayrıca anti-komünistlik gericiliktir. Demokrat olmanın temel kıstası anti-komünist olmamaktır. Demokrat komünist olmayabilir,  ama, her komünist aynı zamanda bir demokrattır.

[2] Gabriel Rockhill, CIA, Fransız Teorisini Okuyor: Kültürel Solu Parçalaya Yönelik Entellektüel Emek Üzerine Üzere. www.thephilosophicalsalon.com/the-cıa-reads-french-teory/2017/02/28 Ayrıca Türkçe çevirisi için bkz. www.medyascope.tv/2019/08/14/sartrea-karsi-foucault-fransada-radikal-solun-cia-destekli-tasfiyesi

[3] CIA’nın maaş bordolu bu entellektüellerin maarifetlerini anlatan bir kitap. Frances Stonor Saunders ‘ın “ Who Paid the Piper: The CIA and the Cultural Cold War“ kitabı ve Türkiye’de “ Parayı Verdi Düdüğü Çaldı, Sanat ve Edebiyat Dünyasında CIA Parmağı” adıyla İmge Kitapevi tarafından 2020’nin Şubat ayında yayınlandı.

[4] Arhtur Köstler için, başından beri istihbarat örgütleriyle ilişkisi olduğu iddiası var.

[5] Burjuva liberalleri kendilerini genelde “demokratik sol“ olarak adlandırmayı tercih ederler. Ancak bilinmesi gerekir ki, „demokratik sol“ dedikleri şey, sermayenin hizmetindeki günümü Sosyal demokrat partileridir. Trump, 2020 ABD başkanlık seçimlerinde Biden’ı, seçmenlerine “sosyalist-komünist” olarak “teşhir” ediyor, „Biden’a verilen oy sosyalistlere verilmiştir“ diyordu. Burjuvazinin „sol’cusu“ Biden olduğuna göre, „demokratı“ da „Trump“ gibileri olsa gerek. Kısacası, al birini vur ötekine misali…

[6]  James Petras, The CIA and the Cultural Cold War (CIA ve Kültürel Soğuk Savaş) Monathly Review Kasım 1999, www.monathlyreview.org/1999/11/01

[7] CİA’nın kurduğu vakıfın adı ise Farfield Vakfı idi, CİA bu vakıf üzerinden finansa etti.)

[8] James Petras, agMakale

[9]  BR, almanca sf. 124. Bertrand Russel, Bilimin Toplum Üzerindeki Etkileri, Özgün yayınları, 1976

[10] Bulletin of the Atomic Scientists  (Atom Bilimcileri Bülteni), Eylül 1946 Sayısı. Akatran; www.bueso.de/kongress-fuer-kulturelle-freiheit/2004/07/14

[11] (SWR2 Manuskrıpt) www.swr.de/swr2/ 16.5.2018

[12] Frances Stonor Saunders : Parayı Verdi Düdüğü Çaldı

[13] www.heise.de/Deutsche-Kuenstler-und-Jurnalisten-als-IM-der-USA 26.11.2006 (buradaki IM, İnoffizieller Mitarbeiter, yani, “Gizli Görevli”  ya da “mühbir” )

 

6913

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar