SENTEZ | 40 Yıl Süren Afganistan İşgali, Taliban’ın Ülkeyi Ele Geçirmesi Ve Olasılıklar Üzerine…(1/2)
Taliban’ın Afganistan’ın büyük bölümünde iktidarı ele geçirmesini konu edinen bu makalenin birinci bölümünde, ülkenin tarihsel sürecine uğradığı işgaller bakımından bir değerlendirme ikinci bölümünde ise Taliban’ı doğuran zemin ve Afganistan’ın güncel durumuna ilişkin bir perspektif sunuluyor.
15 Ağustos 2021 tarihinde Taliban’ın ülkeyi ele geçirmesiyle Afganistan bir kez daha tüm dünyanın gündemine girdi. Günlerdir ülke üzerine yapılan tartışma programları, köşe yazıları ve makaleler, bu ülkenin neden bu kadar önemli olduğu sorusunun üzerinde duruyordu.
Afganistan’ın İngiliz sömürgeciliğinden bu yana emperyalistlerin işgal ve saldırılarının hedefinde olmasında stratejik konumu belirleyicidir. Bunun yanında yerüstü ve yeraltı kaynaklarının zenginliği her zaman emperyalistlerin iştahını kabartmıştır.
Afganistan; Batı Asya, Ortadoğu, Orta Asya ile Basra Körfezi ve Hint Okyanusu arasında bir geçit özelliğine sahip olmasının yanında 1 trilyon değerindeki yer altı madenleri; bakır, demir, altın, doğalgaz, lityum, kromit, çinko, kurşun, kükürt, mermer üretimi ve nadir bir toprağa sahip olması açısından da tüm işgalci güçlerin iştahını kabartmaktadır.
Afganistan, bu makalemizi kat be kat aşan yüzyıllara dayanan bir tarihe sahiptir. Ancak Afganistan’ı tanımak açısından kısa bir tarih hatırlatması yapmak bu ülkeyi tanımak açısından önemlidir.
Afganistan coğrafyasında insan yaşamının 9 bin yıl önce başladığı varsayılmaktadır. İnsanlığın belli bir döneminden sonra M.Ö. 3. bin yılda Oxus ve Helmend uygarlıkları kuruldu. Demir çağının yükselişi olarak tarihe geçen dönemde M.Ö. 6. yüzyılda ise Pers Ahameniş İmparatorluğu’na ev sahipliği yaptı.
M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender bölgeyi ele geçirdi. Grek-Baktriya Krallığı, Helenistik uygarlığı dünyanın bu bölgesine uzun süre hakim oldu.
Maurya İmparatorluğu’nun bölgeyi ele geçirmesiyle Budizm ve Hinduizm inancı hakim oldu. İslam bu coğrafyaya 7. yüzyılda geldiyse de Müslümanlığın esas hakimiyeti, Sasanilerin elindeki Herat ve Zerenci’nin işgal edilmesiyle 9. ve 12. yüzyılda oldu. Afganistan tarihinin başlangıcı 1709 Hotaki Hanedanı’nın kurucusu Mirüveys’in “bağımsızlık ilan etmesi” olarak kabul edilir. Bu tarihten sonra çeşitli imparatorlukların denetimine giren coğrafyada, Peştunlar, Becullar, Tacikler, Özbekler, Hazaralar, Türkmenler ve daha irili ufaklı birçok ulus ve azınlık yaşamış ve günümüze kadar gelmiştir.
Afganistan’ı 1747 yılında Ahmet Şah Dürrani’nin Peştun kabilelerini birleştirerek kurulduğu genel bir kabuldür. Ahmet Şah Dürrani, Kandehar’ı başkent ilan ederek Dürrani İmparatorluğu’nu kurdu. 1776’da ise bugünkü Kabil’i başkent ilan etti.
Afganistan’da hakim ulus Peştunlardır. Nüfus bakımından irili ufaklı birçok ulus ve azınlık bulunmaktadır. Peştuca ve Darice resmi dil olarak kabul edilmektedir. Bu iki dilin yanında 20’ye yakın dil diğer azınlıklar tarafından kullanılmaktadır.
Afganistan 1800’lü yıllardan itibaren sömürgecilerin işgaline maruz kaldı. İngilizler bu tarihte Afganistan’ı sömürgeleştirmek istedi. Afganistan halkı, feodaller ve ticaret burjuvazisi önderliğinde İngiliz sömürgeciliğine karşı üç kez silaha sarıldı. 1842 yılında Afganistan’ı işgal ederek Hindistan yolunu açmak için işgale kalkıştı. Buna karşı Afgan halkı, İngilizlere karşı büyük bir direnişe geçerek işgalcileri püskürttü. İngilizler, 1878 yılında bir kez daha ülkeyi işgal etmeye kalktığında daha büyük bir direnişle karşılaştılar.
Bugünkü Afganistan sınırları da o tarihte “Durand hattı” adıyla belirlenmiş oldu. Afganistan 1919’da üçüncü kez silaha sarılarak “bağımsızlığını” kazandı. 20. yüzyılın başında bağımsızlığını ilan etmekle birlikte ülke gerçek ve demokratik bir yönetime kavuşmaktan uzak bir şekilde monarşiyle yönetilmeye başlandı.
Afganistan’da ağır ve hafif sanayi yok denecek kadar azdır. Yarı-feodalizmin hakim olduğu ülkede temel gelir kaynağı tarım ve hayvancılıktır. Alt yapının zayıf olduğu ülkede, sağlık ve eğitim yeterli olmadığı için halk bunlardan mahrum bir şekilde yaşamını sürdürmektedir.
Afganistan, Rus Sosyal Emperyalizmi’nin işgaliyle birlikte daha da geri bir duruma düştü. ABD’nin Afganistan “mücahitlerini” desteklemeye başlamasından bu yana ise ülkenin “geçim kaynağı” uyuşturucu üretimi oldu.
Rus Sosyal Emperyalistlerinin İşgali
Afganistan tarihi incelendiğinde, burjuvazinin çeşitli klikleri arasında uzun yıllara dayanan bir iktidar kavgasının olduğu görülecektir. Seçimle gelip seçimle gitme yerine daha çok darbe ve suikastların yaşandığı bir tarih görüyoruz. 1919’da iktidara gelen Emanullah Han’ın hakimiyeti ancak 1929’a kadar sürdü. 1929’da iktidardan alaşağı edilen Emanullah Han’ın yerine geçen Muhammed Nadir Şah’ın ömrü de ancak 4 yıl sürmüştü.
1933 yılında bir suikastla öldürülen Muhammed Nadir Şah’ın yerine geçen Muhammed Zahir Şah, iktidarda kalan en uzun süreli lider olmuştur. 1973 yılına kadar iktidar da kalan Muhammed Zadir Şah’ında 1973 yılında Muhammed Davut Han tarafından bir darbeyle iktidarına son verildi. Muhammed Davut Han, monarşiye son verip cumhuriyet ilan eden lider olarak da tarihe geçti.
Muhammed Davut Han, 1978’e kadar iktidarda kalmış ve yüzünü Batılı emperyalistlere çevirerek onlardan umut beklemiştir. Bu umut fazla uzun sürmemiş ve 1978’de Rus Sosyal Emperyalizmi (RSE)’nin Afganistan’daki uşakları olan Nur Muhammed Teraki, Babrak Karmal ve Hafızullah Amin tarafından bir darbeyle iktidardan indirilmiştir.
Darbeyle indirilen Muhammed Davut Han, ailesiyle birlikte öldürülmüş ve bu tarihten sonra RSE Afganistan’da hakim bir güç olmuştur. Yarı-feodal, yarı-sömürge olarak RSE’nin denetimine giren Afganistan’da süren 40 yıllık savaş böyle başlamıştır.
Kendilerine “sosyalist” diyen bu iktidar, Afganistan Demokratik Cumhuriyeti’ni ilan ettiğini tüm dünyaya duyurmuştur. Devlet başkanlığına getirilen Nur Muhammed Teraki, aynı zamanda başbakanlık ve Devrim Konseyi Başkanlığı’na ve Afganistan Demokratik Halk Partisi Genel Sekreterliği’ne getirildi. Kurulan hükümette Babrak Karmal Başbakan Yardımcısı, Hafızzullah Amin ise Dışişleri Bakanlığını üslenerek, Perçem Cephesi’nde yer alan tüm güçlere iktidar paylaşılmış oldu.
Ancak bir süre sonra bu cephe içinde yer alan güçler aralarındaki iktidar kavgası, sürgün ve tasfiyelere dönüştü. İktidarda daha güçlü olan Nur Muhammed Teraki, kendisine rakip birçok politikacıyı sürgüne gönderse de bunda fazla başarılı olmamış ve onun sonu da kendisinden öncekiler gibi olmuştur.
1979’da Hafızzullah Amin devlet başkanı olduktan sonra Nur Muhammed Teraki ile iktidar kavgası da iyice su yüzüne çıkmış ve Teraki’nin RSE ile yaptığı Dostluk ve İşbirliği Anlaşması’ndan sonra Hafızullah Amin, Terakki’nin Afganistan’ın “sosyalist bir ülke” olmamasına “sıcak” bakmadığını ileri sürerek tasfiye etmiştir. Ne var ki, bu hamle Amin’i kurtaramamış ve idam edilmiştir.
Hafızzullah Amin, Teraki’yi idam etmesinden sonra RSE’ye bağlılığını bildirmesine rağmen, Afganistan, Aralık 1979’da L. Brejnev’in emriyle işgal edilmiştir. RSE, işgalden hemen sonra iktidardaki Hafızzullah Amin’i devirip öldürdükten sonra Çekoslavakya’dan getirtilen Babrak Karmal başbakanlığa atandı. 28 Aralık 1979’da Kabil Radyosu’nu işgal eden KGB ajanları yaptıkları açıklamada: “Amin’in kanlı iktidarı, Amerikan emperyalizminin ajanlarından oluşan çete devrildi. Amin, suçunu itiraf ederek emperyalizmle işbirliğini yaptığını açıkladı” demişlerdir. Aynı anda sosyal-emperyalistler büyük bir yüzsüzlükle Afganistan”a, “Afgan hükümetinin çağrısıyla girdiklerini açıkladılar.” (Aktaran Partizan, sayı 11, 1979)
İşgalle birlikte Afgan halkı, pasif ve aktif (silahlı) olmak üzere direnişe geçti. Silahlı güçlerin kırsal alana çekilerek kırdan RSE’ye karşı başlatılan direniş kısa sürede kitlesel bir hal aldı. İşgal karşısında irili ufaklı onlarca örgüt savaştı. Savaşan her örgüt, hakim olduğu bölgede kendi iktidarını kurdu. Kendilerine has bayrakları altında halkı örgütleyerek savaştırdı. Bu örgülerin bazıları süreç içinde geriledi, bazıları da tasfiye oldu.
Hakim güç olarak İslami örgütler güçlenerek öne çıktılar. Kendilerine “Afgan Mücahitleri” diyen bu örgütlerden “Hezb-i İslami Afgani” (Afganistan İslam Partisi) en güçlü olanıydı. Örgütte yer alan milli ticaret burjuvazisi, küçük toprak ağaları, molla ve şeyhlerin önderliğinde savaş yürütüldü.
Bu örgütün yanında; Afganistan’ın orta bölgesinde yaşayan Şii mezhebinden Hazaralar, milli burjuvazinin temsilcisi olarak Sitam-ı Milli örgütü, küçük burjuva Gulohi Inkılabi örgütünün yanında direnişin en ileri ve bilimsel savaş örgütü olarak Afganistan Komünist Partisi/Marksist-Leninist (İnşa Örgütü) yer aldı.
Proletarya önderliğinde gelişmeyen her ulusal hareketin emperyalizmle uzlaşma ve yedeğine girme tehlikesi her zaman vardır. Afganistan örneğinde olduğu gibi “mücahitler” zamanla farklı örgütler olarak (Taliban vb.) ortaya çıkarak ABD’nin güdümüne girmiş, süreç içinde aralarında çıkan çelişkiler sonucu aralarına “bir mesafe” koysalar da 15 Ağustos tarihinden bu yana Taliban”ın kendisine yeni bir emperyalist güç araması bu tespitimizi bir kez daha doğrulamıştır.
Nitekim Partizan, 1979 yılında yayınladığı bir broşürde şöyle demektedir: “Afganistan’daki büyük direniş örgütlerinin İslam ideolojisinden ya tamamıyla ya da önemli ölçüde etkilenmeleri, ABD ve onun yandaşı emperyalistlerin hareketi daha kolaylıkla satın almalarını; onların uşağı feodallerin ve kompradorların önderliği daha kolaylıkla ele geçirebilmelerini sağlayacak bir durumdur. Ayrıca İslam ideolojisinin ezici etkinliği, mevcut milli burjuva örgütlerinin anti-feodal ve anti-faşist yanlarının çok zayıf olduğuna da işaret etmektedir.” (Partizan, Sayı 11, s. 68)
Devamla:“Afganistan’da Rus sosyal-emperyalizminin işgaline ve onun bir avuç uşağına karşı gelişen silahlı mücadelenin önderliğinin kesin olarak hangi sınıfın elinde olduğunun henüz açık bir sorun olduğunu; fakat kapitalist emperyalistlerin ve onların uşakları olan kliklerin, İslami ideolojisinin yaygınlığı, doların, şantajın ve emperyalist oyunların gücü ve komünist bir önderliğin yokluğu ortamında şu anda genel bir yönlendirme sağladıklarını veya o yönde gelişmekte olduklarını söyleyebiliriz.” (age, s. 68)
RSE’nin Afganistan’ı işgal etmesinden sonra ülkemizde iki farklı tavra kısaca değinmek de fayda vardır. Afganistan işgaline tek doğru çözümleme getiren ve tavır takınan Kaypakkaya geleneği olmuştur. Buna karşılık TKP, TİP, TSİP işgali açıktan savunarak alkışlamışlardır. Bunu bir devrim olarak ezilen mazlum halklara yutturmaya çalışanlar, Rusya’nın dağılmasıyla kendileri de tuz buz oldular.
Büyük Kayıplar…
1979’da başlayan ve 1989’da Rusya’nın Afganistan’dan çekildiği tarihe kadar Rusya’nın işgal savaşında 20 bin askerini kaybettiği resmi kayıtlarda yer almaktadır. Ayrıca işgal süresince 85 milyar dolar askeri harcama yaptığı da tahmin edilmektedir. İşgalle birlikte 2 milyon Afgan’ın ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı bilinmektedir.
RSE’ye karşı başlayan direnişi ABD kendi çıkarları için destekledi. Direniş karşısında Babrak Karmal ancak 7 yıl iktidarda kaldı ve 1986’da ülkeyi terk ederek Rusya’ya kaçtı. RSE’nin işgal ettiği Afganistan’da, direniş karşısında başarılı olamaması ve ağır kayıplar vermesi Gorbaçov’un “yeniden yapılanma” politikasının da sonucu olarak 1989’da işgale son verildi.
Partizan 15 Şubat 1989’da RSE’nin Afganistan’dan çekilmesini ele aldığı bir makalesinde bugüne de ışık tutmuştur; “Bunun (ulusal) proleter bir hareket olmadığı ta başından açıktır. Böyle burjuva nitelikli hareketi desteklemek burjuvazinin kuyruğuna takılmak anlamına mı gelir? Biz buna hayır diyoruz. Burada desteklenen emperyalizm koşullarında kendi ulusal pazarlarını korumaya çalışan ve ulusal burjuvazinin emperyalist tahakküme karşı verdiği mücadelenin demokratik muhtevasıdır. Onun kendi iradesi dışında da olsa somut o tarihte kesitte vurduğu darbedir. (…) Bugün Afganistan direnişine hala birçok aydın kuşkuyla bakmakta, hatta bu entarili, sarıklı, namazlı direnişi gericilikle suçlayabilmektedir. Bu ruh, İslam ülkelerinde, emperyalizme, sosyal emperyalizme karşı mücadele bayrağını kaldıran, orta sınıfların, küçük toprak ağaları ve aşiret reislerinin, esnafların, milli burjuvazinin önderliğinde…” (Yeni Demokrasi, Mart 1989, sayı: 19, s. 12-13)
Afganistan’da Rus işgaline karşı direniş bir başkaldırı olarak doğmuş ve proleter hareket bu hareketin demokratik yönünü desteklemiştir. Ancak ne var ki, süreç içinde direnişin proleter önderlikten yoksun olması beraberinde hareketin başta ABD emperyalistleri olmak üzere başka gerici güçlerin etkisine girmesine neden olmuştur.
El-Kaide’nin ve Taliban’ın Ortaya Çıkışı: ABD İşgali…
RSE 1979’da Afganistan’ı işgal etti. Direnişe karşı ilk başkaldırı kendilerine “Afgan Mücahitleri” diyen İslamcılar tarafından başlatıldı. Mücahitler kısa sürede bir güç haline gelerek RSE’ye karşı halkı örgütlediler. Halk, işgale karşı mücahitleri destekledi. Mücahitler ise çok geçmeden ABD’nin güdümüne girdi.
ABD’nin “Siklon Operasyonu” adını verdiği bu destek, Usame Bin Ladin’in öldürülmesine kadar devam etti. CIA’in para ve lojistik destek verdiği mücahitler, Pakistan’da eğitilip RSE’ye karşı savaştırıldı.
Afganistan’daki savaşa dünyanın birçok yerinden gönüllü İslamcılar gelip mücahitlere destek verdi. 1984’te Arap mücahitler arasında yer alan Abdullah Azam ve Usame Bin Ladin, kurulan “Hizmetler Bürosu” eliyle Afganistan’a “savaşçı ve para yardımı” yapmaya başladı. Usame Bin Ladin ile Afgan mücahitleri arasında başlayan çelişki giderek su yüzüne çıkmaya başladı. Bunun üzerine Usame Bin Ladin 1986’da Afganistan’da “Aslan Yuvası” adını verdiği askeri kamplar açmaya başladı. Bu tarih aynı zamanda El-Kaide örgütünün kuruluşuna giden yolun da başlangıcı oldu.
El-Kaide’nin kelime anlamı “Kuruluş”tur. Örgüt, 1988’de Usame bin Ladin liderliğinde kuruldu. Afganistan’da RSE’ye karşı yürüttüğü savaşta ABD’den önemli bir destek gördü. 1990’lara gelindiğinde uluslararası bir örgüt haline geldi, birçok ülkede El-Kaide’ye bağlı bölgesel El-Kaide örgütleri kuruldu. Dünyanın birçok yerinde intihar eylemleri gerçekleştirerek İslam’a karşı olan “kafir ülkelere” cihat başlattı.
Örgütün yaptığı söylenen en büyük eylem, 11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler’e ve ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’a yönelik saldırıdır. Kaçırılan uçaklarla gerçekleştirilen saldırıda yüzlerce insan hayatını kaybetti. ABD, saldırıdan El-Kaide’yi sorumlu tuttu ve örgüte küresel çapta “savaş açtığını” ilan etti ve de bu saldırıyı büyük bir fırsata çevirdi.
Kaybettiği prestijini yeniden kazanmak, istediği yeri işgal etmek için tüm emperyalistlere açık bir çağrı yaparak “ya bizden yanasınız ya da karşı taraftasınız” diyerek dizginsiz saldırılarına zemin hazırladı.
(Devam edecek)
Son Haberler
Sayfalar
ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)
Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)
Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?
Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?
Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.
SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..
“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”
“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)
7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.
İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor
Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.
Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.
3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?
Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.
Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)
Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.
Emperyalizm Üzerine Notlar-7
„Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler
Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.
Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek
Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.
Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi
Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)
Comment form