Cumartesi Kasım 30, 2024

İSRAİLOĞULLARI ve DARİUS I (2.Bölüm)

Yorumcuların (bunlar Zerdüşt rahipleridir, Med bölgesinde yaşayan Mager kabilesi mensubudurlar, Batı dillerindeki Magie, Magic(sihir, büyü) kavramı buradan gelmektedir) anlatımlarından kızının hükümdarlığını sona erdireceği sonucu çıkartan Astyages, kızını bir Med soylusu yerine küçümsediği, hor gördüğü Perslerin bir prensi olan Kambyses ile evlendirir. Efsane bu ya Astyages bu evliliğin gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra bir rüya daha görür. Rüyada kızı Mandane'nin cinsel organından bir asma ağacı çıkarak tüm Asya'nın üzerine yayılır. Rüya yorumcuları (Magiler) yine devrededir, "kızından doğacak çocuğun krallığını yıkacağı" uyarısında bulunurlar. Kızının hamile olduğunu öğrendiğinde; bu rüyadan yola çıkarak Komutanı Harpagos'a çocuğun doğar doğmaz öldürülmesi emrini verir. Harpagos çoçuğa kıyamaz, rivayete göre kendi eliyle çoçuğu, daha yeni oğlu ölmüş bir çobana verir, gel zaman git zaman çobanın yanında büyüyen çocuk bir gün sokakta çocuklarla oynarken kendisine itaat etmeyen çocukları cezalandırır. Bu olay kulaktan kulağa yayılır, Astyages'in kulağına kadar gider çocuğu ve onu büyüten çoban babasını huzuruna çağırtır. Çocuğun kendisine olan benzerliğinden şüphelenerek çobanı işkence ve ölümle tehdit ederek, itiraf etmeye zorlar. Çobanın itiraf etmesi üzerine Astyages, Komutanı Harpagos'u akşam yemeğine davet ederek ona, "artık her şeyin açığa çıktığını, rüyayı yorumlayan Magilere göre çocuğun başka çocukları cezalandırarak krallığını yaşadığını, artık kendisinin tehlikede olmadığını ve o yüzden artık torununu öldürmek zorunda olmadığını ve çocuğun serbest bırakılması gerektiğini" söyler. Sofraya otururlar, Harpagos "yemeğin çok lezzetli olduğunu, etin hangi hayvana ait olduğunu" sorması üzerine Astyages, üstü kapalı bir kap göstererek açıp bakmasını ister. Kabın kapağını açtığında kendi oğlunun kesilmiş başını gören, yediği etin oğluna ait olduğunu öğrenen Harpagos büyük bir soğukkanlılıkla "yemek çok lezzetliydi" diyerek sofradan kalkar. Astyages büyük bir babacanlık örneği göstererek torununu affeder, yaşadığını bilmedikleri çocuğu karşılarında görünce Kurus'un anne babası bir çoban tarafından büyütülmenin onur kırıcı olduğunu düşünerek çocuğu bir kurtun emzirdiği ve büyüttüğünü çevreye yaymaya başlarlar ve bu efsaneye dönüşür. (Roma İmparatorluğu'nun kuruluş sürecindeki Remus ve Romus adlı kardeşlerin bir kurt tarafından emzirilerek büyütüldüğü efsanesinin kaynağı, birçok tarihçiye göre bu Medya-Aryan efsanesidir. Ayrıca Mezopotamya'nın kahramanlık hikayelerinde ayı, kurt tarafından büyütülme oldukça yaygındır) buraya kadarki efsane, Akameniş (Med-Pers) imparatorluğu ile Yunan şehir devletleri arasında şiddetli savaşların hüküm sürdüğü bir zamanda, Yunan ve Roma kaynaklarına göre çoğunlukla Media veya Aryan diyarı olarak adlandırılan bölgeye Büyük KURUS'tan (M.Ö. 590-530) 80-100 yıl sonra giderek halkın anlattığı yerel efsanelerden, hikayelerden tarih yazımına girişen Herodot'un (M.Ö. 490/480-424) sadece "Tarih" kitabında yazılı olarak geçmektedir. hikayenin bundan sonraki kısmına Asur ve Babil kaynakları yazılı olarak tanıklık etmektedir;;;;;;

Astyages tarafından, KURUS (Cyrus) Med Konfederasyonu'na bağlı Persis bölgesinin aşiretler federasyonunun Vasal Kralı ve Med Konfederasyonu birleşik ordularının önemli bir komutanı olarak atanır. Asur ve Babil kaynaklarında, halkını açlığı mahkum eden en ufak bir hak aramaya kitle katliamlarıyla cevap veren, zalimliği ile nam salmış biri olarak tarif edilen Astyages'e karşı hükmettiği kabilelerin, boyların büyük bir hoşnutsuzluğu vardır. Komutanı Harpagos da halkın bu hoşnutsuzluğunun farkında olarak Astyages'i devirmenin hesaplarını yapmaktadır. Savaşlarda cesareti, aklıyla, komutanlığıyla, önderliğiyle, hoşgörüsüyle kendini kanıtlamış, Med-Pers boyları, kabileleri nazarında büyük bir saygınlık ve destek kazanmış Kurus da bu destek ve saygınlığı arkasına alarak, Astyages'in zalimliğine son verme hesapları yapmaktadır. Harpagos ve Kurus güçlerini birleştirerek (Herodot'a göre Harpagos, oğlunu katleden Astyages'e duyduğu kinden dolayı ordusu ile birlikte KURUS'un saflarına geçer.) Med bölgesi Kyaxeres hanedanını tarihten silerler.

Herodot'un halktan dinlediği ve kayda aldığı Astyages ve Kurus efsanesi ve bu efsaneyle aralarında oluşturulan Dede-Torun ilişkisi ne Kurus'un kendi geçmişini, krallığını, savaşlarını anlattığı çivi yazılarında, ne de Babil ve Asur kaynaklarında geçmektedir. Aralarındaki akrabalık ilişkisini gösteren tek belge, Kurus'un oğlu Kambyses II'nin Mısır'da öldürülmesinden (veya intihar etmesinden) sonra başsız kalan Akameniş İmparatorluğu yönetimini, o soydan gelmediği halde hile ile ele geçiren ölümsüzler ordusunun komutanı Darius I (M.Ö. 549-486)'in kendini Kurus ile akraba göstermek ve Med kabilelerinin güvenini kazanmak için hazırlattığı, arkeoloji ve tarih biliminin sahteliğini kanıtladığı, uyduruk soyağacıdır. Bu soyağacıyla birlikte yukarıda anlatılan efsanenin ana kaynağı da Darius I'dir. (Darayavauş (eski Farsça, iyiye, iyiliğe sahip bilge, Derviş) Ki büyük devlet adamlığının, akıllı yönetiminin yanında Darius I aynı ölçüde devlet çıkarları gereği yalancılık ve yalan tarih üzerine bir ustadır. Devlet yönetiminde

Tarih çarpıtıcılığını ve yalanı sistematik hale getiren ilk imparatordur. Pers Devletini kuran KURUS ise, İmparatorluk niteliğine kavuşturan Darius I'dir.

---burada biraz günümüze dönelim---------------Bir kaç kelime dışında Medce diye bir dilin varlığını kanıtlayacak hiçbir yazılı kayıt olmadığı gibi, ne Asur, ne Babil ve ne de Pers kayıtlarında "Med devleti veya imparatorluğu" gibi nitelemeler bulunmaz. Ve üstelik bu kayıtlarda Asur ve Babil saldırılarına karşı oluşturulmuş "Med bölgesi kabilelerinin askeri birliği" gibi (bir nevi eylem birliği veya koalisyon) nitelemeler bulunurken, Med ismini bir etnik topluluğu tanımlamak için değil, aksine bünyesinde homojen olmayan birçok kabileyi barındıran bir coğrafik kavram olarak kullanmışlardır. Yunan ve Roma kaynakları dahi bu tanımlamalardan ve Akameniş devletinin hiç bir zaman kendisini sadece Perslerin devleti olarak tanımlamamasından yola çıkarak uzun yıllar ta ki Partların ve arkasından Sasaniler'in kendilerini Pers olarak tanımlamalarına kadar bölgeyi ve devletlerini hep Media olarak tanımlamışlardır. Bir devlet ve imparatorluk niteliğine sahip olmayan Astyages ve hanedanı Med bölgesinin sadece bir kabilesi ve yukarıda bahsedilen kabileler konfederasyonunun öncü kabilesidir, yani Kurusu'n ortadan kaldırdığı bir devlet veya imparatorluk olmadığı gibi sadece bu konfederasyonun yönetim değişikliğidir, yani bu konfederasyonun öncülüğünün Persis kabilelerine geçmesidir. Kurus ile birlikte bu konfederasyon devlet ve imparatorluk niteliğine kavuşmuştur (sonraki satırlarda açacağız). Hiçbir arkeolojik-tarihsel dayanağı olmadığı halde Heredot masalından ve Darius I'in uydurma tarihinden yola çıkarak kendilerine "milli" bir ata oluşturma çabasında olan, kendilerini bir ulusun öncüleri olarak gören birileri bir zamanlar birbirlerini eleştirirken "sen komutanlarına evlatlarını yediren Astyages'sin" suçlamasında bulunuyordu, yine Herodot'un "Tarih" adlı kitabında Med bölgesindeki farklı sosyolojik toplulukları (kabile, boy, aşiret) tanımlamak için genellikle Etnos yer yer de Demos kavramları kullanılıyordu. Demos antik Yunanda seçme ve bazı özel durumlarda seçilme hakkına sahip "devlet vatandaşlığını" tanımlayan bir kavramdı, bu hakka sahip olmayan kölelere, yabancılara, yoksullara, topraksız köylülere, mülkiyet sahibi olmayanlara idiotes deniyordu. Demos kavram sınıfsal bir kavram olan halk ve katmanlarını tanımlamaktan oldukça uzaktır, "Ulus" kavramını hiç karşılamaz Ulus (Nation) kavramı yaklaşık 2000 yıl sonra 1500 lü yıllarda ilk olarak Fransızca'da ortaya çıkmıştır (Ulus kavramının tarihsel gelişimine ilişkin "Milliyetçi Enternasyonalizm" başlıklı (http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/milliyetci-enternasyonalizm)yazıma bakılabilir.M.Gül) ayrı ve birleşik olarak Demos ve Kratia (güç, kuvvet, hükmetmek) kavramı yeni yeni oluşmakta olduğu için Herodot'un kitabında bu yüzden çok kullanılmamıştır.(Büyük Kurus ve Demokrasi konu başlığında bu "oluşmakta olan" kavrama değineceğiz) Herodot'un "Tarih" kitabının Türkçe versiyonunda "Etnos" ve "Demos" kelimelerinin yanlış ve kasten "Ulus" olarak çevrilmesinden yola çıkarak 2500 yıl önceki Ulusal varlığını kanıtlamaya çalışan ezilen Ulusun "milli tarih" yazıcıları tarih ve etimoloji biliminin canına okumaktalar.---------------------------------------- konumuza dönelim;;

O dönemlerde gerek Med-Pers bölgesindeki Zerdüşt rahiplerin (Magilerin) gerek Babil bölgesindeki Marduk rahiplerin toplum üzerinde dini otoritelerinin yanında çok büyük siyasi otoriteleri vardı, bu rahiplerin veya bu dinlerin desteğini alamayan veya bu rahiplerle çelişen hiç bir kral varlığını uzun süre sürdüremezdi. Krallar bu rahiplere danışmadan adım dahi atamazlardı, örneğin Tarihçiler Babil'in hiç bir direnişle karşılaşmadan Med-Pers orduları tarafından kolayca ele geçirilmesinin ikinci nedenini Babil Kralları'nın dini otoritenin desteğini ve dolayısıyla halkın ve ordunun desteğini kaybetmiş olmasına bağlarlar. Darius I akıllı bir insandır, bu dini otoritenin toplum üzerindeki belirleyiciliğinin farkındadır, kendini Med-Pers bölgesinde Zerdüşt'ün vaadettiği "kurtarıcı kral-mesih" Babil bölgesinde de kendisini Büyük Tanrı Marduk'un görevlendirdiğini iddia etmişti. Büyük Kurus da bu dini otoritenin belirleyiciliğinin farkında olarak sadece söylencede bu "kutsal kurtarıcı" iddialarını dile getirse de Darius I, bunları kayıtlara geçirterek resmi ideoloji haline getirmişti. Sümerlerden itibaren oluşan Mezopotamya efsanelerinden kendi etrafında mistik bir hava yaratmak için yararlandığı gibi bunu işgal ettiği, ele geçirdiği topraklarda propaganda aracı olarak kullanmıştır. Esas olarak Mezopotamya efsanelerinin ve hikayelerinin ve en önemlisi inançlarının, dinlerinin Ortadoğu ve Avrupa'ya, Yunan kültürüne, oradan Yunan kültürünün birebir taklidi olan Roma'ya geçişi Darius I'in propaganda makinesi sayesinde olmuştur. (Romalıların Hiristiyanlığı resmi din olarak kabul edene kadar olan dini Mithyraizm'in kaynağı bu dönemdir) Akameniş İmparatorluğu Büyük Kurus'un kurduğu dünya tarihinin ilk posta teşkilatına sahiptir. Herodot'un deyimiyle "Aryan habercileri(postacıları) kadar hızlı koşan kimse yoktur" kitle iletişim araçlarının (medyanın) ilk örneği sayılacak ve imparatorluğun en ücra köşesine kadar örgütlenmiş olan bu posta teşkilatı o zamanın koşullarında imparatorluğun bir ucundan diğer ucuna bir bilgiyi, bir haberi çok kısa sürede ulaştırabiliyordu. Darius I'in kendi ideolojisini yayarken birinci aracı bu posta teşkilatıyken, ikincisi ise dini otoritenin desteğini sağlamlaştırmak için örgütlenmelerini, misyonerliklerini teşvik ettiği ve desteklediği, imparatorluğun nüfuz ettiği her alana gönderdiği Zerdüşt Magileridir (rahipleri), Darius I bu araçlarla tüm dünya tarihini derinden etkileyecek ve şekillendirecek bilgileri yayıyordu. Bugünün terminolojisi ile konuşursak; emperyalistler gibi "kültür" ihraç ediyordu.

Babilden sürgünden dönen Yahudilerin yeniden inşasına giriştikleri Süleyman tapınağı Kurus'un oğlu Kambyses II ölümünden sonra, Darius I zamanının valileri tarafından durdurulmuştu, bunun üzerine Darius I'e başvuran Yahudiler Büyük Kurus'un onlara verdiği resmi onayı ve desteği hatırlatırlar. Darius I bunun üzerine Büyük Kurus'un dinlere gösterdiği hoşgörüyü devam ettirmek istercesine Yahudilere tapınağı tamamlaması için büyük maddi yardımlarda bulunur. Bununla da yetinmez tapınak inşaatına ve Yahudilere hem askeri hem de Zerdüşt Magileri'nden dinsel koruma sağlar. Bu koruma aslında "hoşgörü" görüntüsü altında hem denetim hem de propaganda amaçlıydı. Darius I'in din hoşgörüsüne göre; kim Zerdüşt'lüğün en büyük Tanrısı Ahura Mazda'yı tek yaratıcı kabul ederse dinini yaşamasında bir sakınca yoktu, bu Yahudiler için de geçerliydi. Kendiler ide tek tanrıya inandıklarından tek yaratıcı Ahura Mazda'yı kabul etmelerinden bir sorun gözükmüyordu. Son derece rahat ve korunaklı çalışma koşullarında, sürgünden döndükten 20 yıl sonra Yahudiler tapınağı bitirirler. Tapınak, yıllarca sürgünde yaşayan Yahudiler için bir amacı, bir hedefi ifade ettiği için, bu hedef doğrultusunda Yahudi toplumunu bir arada tutabiliyordu, yani aynı zamanda birliği sağlıyordu, hedefe ulaşıldıktan sonra, çeşitli etnik toplulukların yaşadığı ve iktidar kavgalarının daim olduğu Ken'aan topraklarında Yahudi toplumunun birliğini devam ettirebilecek daha güçlü simgelere, daha ikna edici bir tarihe ve daha fazla uyuşturan bir ideolojiye ihtiyaçları vardı. Ellerinde Asur ve Mısır kaynaklarında sadece bir şehir prensi olarak geçen İsrail Kralı ilan ettikleri Davut ve onun oğlu Süleyman vardı (David ve Solomon) bir de belli belirsiz bir göç hikayesi vardı, ötesi, öncesi yoktu. Musa'nın adı sanı dahi ortada yoktu. (Musa ismine tarihi kayıtlarda ilk olarak M.Ö.300'lü yıllarda Hellenistik zamanlarda rastlanmıştır, aşağı yukarı tapınağın ikinci yapılışından 200 yıl sonra). Sürgünden dönüşte Mezopotomya'nın bütün efsanelerini, mitlerini de beraber getirdiklerinden dolayı ellerinde epeyce malzeme vardı, diğer yandan Darius I'in yoğun propaganda bombardımanı ve hegemonyası daha da güçlenerek imparatorluk bünyesinde bulunan etnik toplulukların dinsel, kültürel yapısını etkilemeye ve değiştirmeye devam ediyordu. Ve bu şartlar altında Yahudi resmi tarihi ve ideolojisi oluşmaya (aslında sürgün yıllarında bu ideolojinin ilk tohumları atılmaya başlanmıştı) başlıyordu; Med Kralı Astyages, rüyasında Yakupoğulları'ndan bir çocuğun saltanatını sona erdireceğini gören Mısırlı Firavun oldu (yıl 2017, Yahudiler halen hangi firavun olduğunu söyleyemiyorlar.) Astyages'in bebekken öldürtmek istediği Büyük Kurus, Musa oldu, Kurus'u büyüten çoban Mısır hanedanının bir prensesi oldu, Darius I'in uydurduğu Astyages-Kurus efsanesinin büyük olasılıkla ilk kaynağı da olan Akad kralı Sargon'un (M.Ö.2371-2316, Yahudilerin iddia ettiği Musa'nın yaşadığı yıllardan tam 1000 yıl önce) katranlanmış bir sepet içinde nehre bırakılması ve arkasından Akki denilen kişinin onu bularak büyütmesi ve sonra kral olmasını anlattığı hikayesi de Musa'nın hikayesinde arka plan olarak ortaya çıkmaktadır. Davut'larını da şişirmekten geri durmadılar, öyle ya sıradan bir şehir prensi destansı tarihlerine uymuyordu. Büyük savaşçı olduğunu göstermek için orduları, canavarları yenmesi gerekiyordu. Sümerlerin yapı ustası olan büyük savaşçısı Gılgamış Davut oldu. Gılgamış'ın yendiği yarı insan yarı hayvan büyük canavar Enkidu da kafasında tek gözü olan, Davut'un tek taşla devirdiği dev Goliath oldu. Sümer krallarının tarihsel sıralanmaları, yaşları iktidarda geçirdiği yıllar dahi sadece isimler değiştirilerek Yahudi peygamberlerine uyarlandı. Tarih biliminin de belirlediği gibi Sümerler'in Nuh Tufanı, çamurdan yaratılış hikayesi başta olmak üzere; Yahudiler'in kutsal kitaplarında geçen hikayelerin neredeyse tamamı Mezopotamya efsaneleridir. Temeli Babil'de sürgündeyken atılan, ideolojik formasyonu sürgün dönüşü oluşturulan Tevrat'ın yazımı sosyal ve politik ihtiyaçlara göre M.S. 200'lü yıllara kadar devam etmiştir. Öyle bir gecede bir ayda, bir yılda oluşmamış aksine uzunca bir süreye yani yaklaşık 700 yıla yayılmıştır, söz gelimi Musa ve Mısır'dan çıkışa ilişkin hikayesinin sürgünden yaklaşık 250 yıl sonra eklendiği tahmin edilmektedir. Musanın ve ondan önceki peygamberler İbrahim ve Yusuf'un hikayesi Mısır'da geçtiğine göre, bunların gerçekliğine ve hikayenin doğruluğuna ilişkin kanıtlar, börtü böceği, ev ve gündelik yaşamı, işçilerin verimliliği, ve buna mukabilen beslenme düzenlerini, doğa olaylarını (tanrıların cezaları olarak) savaşları, barışları kısaca tüm yaşamı tutkulu bir biçimde kayıt altına almaya özen göstermiş Mısır uygarlığında aranmalıdır. Aranmasına aranıyor ama 1800'lü yıllardan bugünlere kadar yapılan Mısır uygarlığı kazılarında neredeyse tüm krallıkların (yeni, orta, eski) ve Tüm hanedanların dönemlerine ilişkin yüzlerce kayıt ortaya çıkarılmış iken İbrahim, Yusuf ve Musa'nın izine ve isimlerine rastlanmadığı gibi Yahudiler'in Mısır'da yaşamış olduğuna dair en küçük kanıt dahi bulunamadı. Diğer yandan bu kayıtlarda Tevrat'ın en popüler-medyatik hikayesi üzerine onlarca film yapılmış Mısır'dan çıkışı (Exodus) veya kaçışı çağrıştıracak en küçük olayın izine dahi rastlanmadı. Musa ve Yahudiler'in çıkış hikayesi insan aklıyla dalga geçen birçok komedi unsuru barındırmaktadır. Etnik kimliğinden habersiz Mısır sarayında büyümüş Musa, "köle" olarak çalıştırılan Yahudiler'in uğradığı zulümden çok etkilenir. İlahi bir üfürükle Yahudi olduğu bilincine vararak sarayda Firavun'a posta koyar, halkının serbest bırakılmasını ister, mutlak otorite, itiraz edilemez. Firavun Firavunluğunu yapsa da Musa'nın talebini reddeder. Aynı Zalim, acımasız Astyages gibi birdenbire babacanlığı tutarak Musa'nın bu meydan okuyuşuna ses çıkarmaz ve Musa'yı serbest bırakır. Musa'nın Firavun ve Mısırlıların başına 10 büyük felaket getirmesinden sonra, bu sefer Firavun, Musa ve halkını Mısır'dan kovar. Musa halkını toplayarak birlikte sürgün yollarına düşerler, Firavun'un yine birdenbire ne hikmetse "kötü adamlığı" aklına gelerek kendi eliyle serbest bıraktığı Yahudilerin peşine düşer. Musa ve Yahudiler denizi yararak kurtulurken, Firavun ve ordusu denizde boğulurlar, (Mısır hanedanlık kayıtlarında bırakın denizde boğulmayı nefes borusu tıkanması dahil firavunların herhangi bir boğulma vakası tespit edilememiştir.) Yahudiler 40 yıl çöllerde gezdikten sonra Tanrıları en sonunda akıl ederek onlara bir yer vaadeder. Tanrıları Mısırdan başka bir yer bilmediğinden çaresizlikten "ne yapayım ancak bu kadarını bulabildim, idare edin" diyerek yine Firavun'un kucağına yani Mısır'ın bir parçası olan Filistin'e gitmelerini söyler. İnsan aklıyla dalga geçmenin zirve yaptığı bu "vaadedilmiş" toprak iddiasını kabul etsek, zalimden kaçarak kurtuluşa gidilen yerin yine zalimin kolları olduğunu görmezden gelmemiz gerekmektedir. Hangi akıl kaçtığı "cehenneme" geri döner. Hadi varsayalım ki Yahudi ideologların Mısır arkeolojik kazılarından sonra iddia ettiği gibi Mısır Krallığı ve Hanedanlık böylesine büyük bir olayı, Musa'nın onların başına getirdiği felaketleri ve Firavun'un madara olmasını gizlemek, tarihten silmek için kayıt tutmadılar. Peki böylesine büyük bir olayı ve Mısır'ın başına gelen felaketleri duyduğunda, bundan yararlanmak isteyecek baş düşmanları olan Hititler'in tuttuğu kayıtlarda niye hikayeye ilişkin en küçük bir iz yok. Hititler'in başkenti Hattuşa'da ve önemli şehirlerinden biri olan Alacahöyük'te( İbrahim Kaypakkaya yoldaşın köyü Karakaya'ya Hattuşa yaklaşık 40, Alacahöyük de yaklaşık 10 kilometre uzaklığındadır) yapılan kazılarda Mısırlılarla olan ilişkilere dair onlarca kayıt bulunurken, hatta tarihin ilk Barış Antlaşması sayılan, (Hattuşa'da bulunmuştur) Hititler ile Mısırlıların uzun süren savaşlardan sonra yenişemeyerek uzlaşmaya vardığı Kadeş Barış Antlaşması'nın (M.Ö. 1280) ve bu barıştan önceki savaş sürecinin anlatıldığı tabletler bulunmuşken; niye Musa ve Yahudilere ilişkin en küçük bir kanıt yok.

Aslında doğru yerden bakabilenler için vardı."mutlak otorite, itiraz edilemez Firavun Firavunluğunu yapsa efsane hemen orada bitecek ama efsane devam etmesi lazım, neyse Musanın talebini reddeder"   devam edecek......... 

51002

M.Gül

M.Gül  sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

M.Gül

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar