Cumartesi Mart 1, 2025

Çukurova’nın KİRVE’si Talip Çakmak için

Ölüsüne sahip çıkamayanın dirisi de az olur. Ne yazık ki, Talip Çakmak’ın ölüsüne de sahip çıkamadık. Yaşamının 30 yılını devrime adamış bir insanı, devrimci bir militanı, “birahane de öldü” gerekçesiyle, cenazesine dahi elimizi uzatamadık. Haber, burjuva gazetelerinin cinayet haberleri sayfasında küçük puntolarla yer bulabildi. Onu tanıyan devrimci örgütlerin gazetelerinde ise, nedense hiç yer bulamadı. 50 yıllık yaşamının 20 yılını hapishanelerde, 12 yılını ise dışarıda yine devrimci mücadeleyle geçiren birisini görememişti(!) Diller lal, gözler kör olmuştu adeta... 

Devrimin, küçük bir kaynaktan  derya olup akması, devrimci mirasların her anına sahip çıkmak, kucaklamak ve onları kitlelere aktarmakla da olur.

Talip’in ölümünü duyunca üzüldüm. Ancak, bir türlü, yazıyla da olsa arkasında bıraktığı devrimci mirası dile getiremedim. Bu da benim içimde bir uhde olarak kaldı.  Bir devrimci için en kötü şey öldükten sonra sessizce mezara konulmaktır. Talip, devrimci mücadeleyi dar kalıplar içine sokan bu sessizliği hiç hak etmemişti. 

Talip’in küçük kızı babasını mezarında ziyaret etmiş. Bu görüntü internette dolaşıyor. Talip’in mezar taşında “ruhuna fatiha” yazıyordu. Biliyorum ki, bazıları bu yazıyı  garipsedi. Bu Talip’in suçu değil, bizlerin suçu. Onu ölümünde yalnız bırakanların üzerlerinde taşıdığı kara bir mizah. Oysa, o, böyle bir mezar taşı yazısını asla ve asla istemezdi.

Bir devrimci için ölüm, bazan istenmeyen zamanda istenmeyen yerde gelir. Bazan da “pisi pisine” dedirtecek ölçüde kalleşçedir. Talip Çakmak’ın ölümü de aynen böyle oldu. O bir devrimci olarak hiç de böylesi bir ölümü tercih etmemişti ve etmezdi de.... Ölüm, kalleşçede olsa, kapıyı çalınca, ona karşı koymaktan başka seçenekte kalmıyor. “Ölüm adın kalleş olsun” tam da bu duruma uygundur.

Talip, kardeşinin birahanesinde çıkan bir “kavgada”, kardeşi hemen ölürken, kendisi ise  ağır yaralandı ve beş gün sonra 14 Ocak 2009 tarihinde Adana’da şehit düştü.  Karşı taraf bilerek ve hazırlıklı gelmişti. Hedefleri Talip’ten başkası da değildi. Çünkü Talip bilinen/tanınan  bir isimdi. Daha 1970’lerin sonunda “Çukurova’nın sır vermeyen KİRVE’si olarak ün salmıştı. Devlet, bu tür yöntemle (sıradan kavga bahanesiyle) bir çok devrimciyi katletmişti. 

Orta halli bir ailenin on çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Talip, tutucu aile yapısına karşın, 1979 yılında devrimci çevreleden etkilenir ve Adana Mensa fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. Politikaya ilgisi fazladır. Diğer işçilerden en önemli ayrımı da buradadır. Bütün gazeteleri okumaya çalışır. Eline geçen gazeteleri okumadan bırakmaz.

Genç yaşına rağmen olgunluğu, kibarlığı ve efendiliği ile dikkat çeken Talip’i, devrimci örgütlerin militanları kendi saflarına kazanmaya çalışır ve Talip, bütün devrimcilere karşı olgun davranırken TKP/ML militanları ile örgütsel ilişki kurar ve kısa zaman içinde profosyonel devrimci olarak çalışmaya başlar. Kazım Çelik tarafından Mersin-Tarsus bölgesine örgütlenme yapması için gönderilen Talip, buradaki çalışmaları dikkat çeker ve bir muhtarın cezalandırılması nedeniyle göz altına alınır. Polis, Talip’ten muhtarın öldürülmesini kabul etmesini ister.

Talip, 1979”da işkencesiyle ünlü “Tarsus Borsa Sarayı”nda günlerce işkencede kaldı ve sır vermedi. Bundan dolayı adı; “Sır vermeyen KİRVE”ye çıktı.  Talip’in bu direnişi Çukurova’nın her yerine yayıldı ve bir çok insan onun sayesinde devrimci saflarda, TKP/ML saflarında örgütlendi. Bu yakalanmasında 9 ay hapishanede kaldı. Çıkar çıkmaz tekrar mücadeleye başladı ve 1981”lerin başlarında yeniden yakalandı ve ilk uzun hapishane yaşamı başladı. 1991’de cezaevinden çıkar çıkmaz arkasına bakmadan, bireysel çıkarlarını hiç hesaba katmadan kaldığı yerden mücadeleye devam etti. 

Gözleri Toros dağlarındaydı. Daha, Kazım Çelik zamanı Toroslara gerilla olarak çıkmayı kafasına koymuştu. 1993 Haziran’ında, Niğde-Ulukışla’nın Toros dağlarının eteğindeki bir köyde yakalandı. Tekrar ikinci uzun on yıllık hapis yaşamı başladı ve  bu mapusluk 2002 Ekim’ine kadar sürdü.

Talip, 1995 yılında “Uzun Yürüyüş” olarak TKP/ML saflarından ayrılan grubun yanında yer aldı. Uzun Yürüyüş dergisine yazılar yazdı. Ne var ki, bu grupla fazla barışık olamadı. Küçük grupların “devrimi biz yaparız” yollu tavırları, bir çok devrimciyi yarı yolda bırakmasının derslik bir öyküsüdür bu aynı zamanda. Bu kesim de ona beklentilerini verememişti. Çıktıktan sonra da örgütsüz kaldı ve İstanbul’da işçi olarak çalışmaya başladı. İşsiz kalınca, Adana’ya, “iş bulurum” umuduyla gitti.

Burjuvazi, ondan canını istemişti. Her yakalandığında idamla yargıladı ve idamdan ömür boyu hapise çevrildi. Resmi olarak canını alamayan burjuvazi, onu, bir pusuda maşalarına kalleşçe katlettirdi.

Talip’in yaşamı da, faşist diktatörlüğün sürdüğü ülkelerdeki her militan devrimcinin yaşamından farklı değildi. İşkenceler, uzun yıllar hapisler, aranmalar, tilki uykuları, işçileri örgütlemeler, işçi direnişlerinde ve grevlerinde yer almalar, hesapsız/kitapsız ve hiç bir kişisel çıkar düşünmeden ölümüne mücadele dolu yıllar... Bunların hepsi inandığı devrim davası içindi. O, hiç bir zaman, devrimci olduğu için pişmanlık duymadı...

Talip’in yaşamı, aynı zamanda, militan devrimci bir işçinin yaşam öyküsüdür...

Devrim kolay gelmiyor. Ülke en iyi kızlarını ve oğullarını bu davaya vererek aydınlığı yakalayabiliyor. Talip’de devrim davasının sıra neferlerinden birisiydi. Ölürken de gözleri Toros dağlarının zirvelerine asılı kalmıştı.

 O, Anne tarafından Siverek’in, baba tarafından Çukurova’nın bereketli topraklarında yetişti. Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Yılmaz Güney’in eserlerinden beslendi. Kaypakkaya’nın izinden yürüdü. Ve yine o Çukurova’nın bereketli toprakları üzerine düşen bir yağmur damlası gibi hep var olacak, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci direnişlerinde yaşamaya devam edecektir. *** 18.04.2013

19805

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar