Salı Kasım 5, 2024

Her Şey Sosyalizmle Güzel Olacak!

İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı (İBB) seçimlerini muhalefetin büyük bir oy farkıyla kazanması, faşist iktidarın siyasal krizinin derinleşmesinde daha da büyütücü bir rol oynadı.

Türk tekelci burjuvazisinin en büyük kesimleri (TÜSİAD), AKP-MHP iktidarıyla daha fazla gidilemeyeceğine karar vermiş gibi gözüküyor. Bir taraftan işçi ve emekçilerin giderek artan hoşnutsuzluğu, kapitalist sistemin içinde bulunduğu derin ekonomik ve çok yönlü siyasal kriz, burjuvaziyi yeni iktidar arayışlarına itmektedir. Çünkü Erdoğan önderliğindeki AKP’nin ekonomik ve siyasal olarak denizi bitti. Arkasındaki sermaye çevreleri de artık AKP’nin bu haliyle bir yere varamayacaklarını görüyorlar... Kapitalizm sermaye birikimi üzerinden varlığını sürdürür. Sermaye birikiminin önünde engel olunuyorsa, ipe bile götürürler. 

Türk tekelci burjuvazisinin, büyük bir huşu içinde 16 Nisan 2017 yılında referandumla onaylattığı “tek adam rejimi” daha senesi dolmadan ikinci(1) defa ayaklarına dolandı. “Tek adam rejimi” sermaye birikimi sağlayamadı, tersine ekonomik krizi daha da derinleştirdi. Ve AKP gemisini ilk terk eden, ilk “nankörlük” yapan; Türkiye’deki tüm baskı ve sömürüden birinci derecede sorumlu büyük sermaye kesimi TÜSİAD oldu. Bazı liberaller bu sermaye kesimini “mağdur” göstermeye çalışsada, Türkiye’deki bütün iktidar oyunlarında ve bütün askeri faşist cuntaların arkasında öncelikle bu kesim vardır. AKP iktidarı da bunların desteği ile bugüne kadar ayakta kalabildi. Bunların “demokrasi” ya da faşizm seçenekleri, sermaye birikimi süreciyle doğru orantılıdır.

Ekonomik krizin AKP-MHP iktidarını “teyt” geçme olasılığı yoktu ve olamazda. Derinleşen ekonomik bunalım, iktidarın kitleleri, faşist devlet terörüyle bezenmiş olarak kutuplaştırıcı, dıştalayıcı, milliyetçi, ırkçı, aşağılayıcı ve ayrıştırıcı siyasetle daha fazla susturmasının ve oyalamasının zeminini büyük ölçüde ortadan kaldırdı. Ekonomik kriz doğal olarak kitlelere gerçek kimliklerinin daha önemli ve esası olduğunu gösterdi. Son yerel seçimler ve özellikle 23 Haziran İBB seçimi bunu daha belirgin bir şekilde açığa çıkardı. Faşist iktidarın yıllarca etnik kimlikler üzerindeki siyasetine karşı kitlelerin açıktan karşı tavır alışlarıdır 23 Haziran. 

Daha altı yıl önce politik özgürlüklerin gaspına karşı Haziran  (GEZİ) Ayaklanması yaratmış milyonların uzun süre sessiz kalması olası değildir. Bu hareketi yaratmış kitleler yeniden küllerinden doğmasını da bilecektir.

Nasıl mı?

AKP faşist iktidarına karşı; İmamoğlu’na verilen oyların önemli bir bölümü, “her şeyin İmamoğluyla güzel olmayacağını” bilen kitlelerindi. Kürtler, sosyalistler, devrimci-demokratlar imamoğlun’a oy verirken, 17 yıllık faşist AKP iktidarını en azından sersemletmek, faşist baskılara karşı dur demek için bir tercih yaptı ve AKP’nin delinmez gözüken zırhlı balonunda delik açtılar. Gerisi de gelecektir. Hatta şu söylenebilir: Bugüne kadar olan seçimler içinde kitlelerin en politik tercih belirlemesiydi.

İmamoğlu, hoşnutsuz kitleler açısından, AKP’den kurtulmanın bir aracı oldu. Kullandığı liberal, barışçıl dil, etnik kimlikleri biribirine kışkırtmayan, etnik ve dinsel kimlik üzerinden siyaset yapmaması, kitlelerin tercihiyle bütünleşti. Öbür yandan ise, kitlelerin politik tercihlerine gerçekten tercüman olacak devrimci, sosyalist bir aday ya da parti yoktu ortalıkta. Burjuva liberalizmi işçi sınıfının örgütsüz ve partisiz durumundan yararlanarak, işçi ve emekçilerin oyunu almayı başardı.

AKP’nin sonu; ANAP, DSP, DYP gibi olacağa benzemektedir. AKP içindeki çıkar çelişmeleri keskinleşecek ve bölünmeler yaşayacaktır. Tekelci burjuvazi, Erdoğan’ı, İMF ile anlaşmaya zorlayacak ya da “ekonomik reformlar” dedikleri, kitleleri daha da yoksulluğa ve işsziliğe itecek uygulamaları hayata bir an önce geçirmesini dayatacaklardır. Bunu AKP’nin arkasındaki sermaye kesimi de istemektedir. Çünkü bir bütün olarak bütün sermaye cephesinin dayanma gücü kalmadı. Biraz soluk alabilmeleri için (İMF vb.) dışardan gelecek ilk etapta en az yüz milyar ABD dolarına ihtiyaçları vardır.

Ancak, her şey burjuvazinin istediği gibi “tıkırında yürümeyecektir”. Krizin baskısı altında ezilen işçi sınıfı ve emekçiler, önümüzdeki günler daha kitlesel sokaklara çıkacaktır. Ve egemenlerin içinde bulunduğu yapısal ve siyasal kriz, işçi sınıfının baskısıyla da olsa erken seçime gideceklerdir. Çünkü, bu halleriyle bir dört yıl daha AKP-MHP ortaklığında iktidarı götüremezler. 23 Haziran seçimleriyle pandoranın kutusu bir kere daha açılmıştır. 

AKP-MHP faşist iktidarının İstanbul’da hezimete uğraması, işçi ve emekçilerinde lehine olmuştur. Egemen sınıflar arasındaki çelişme derinleştiği gibi siyasal krizin derinleşmesini de beraberinde getirmiştir. Ve ayrıca kitleler, “yenilmez” denen iktidarın yenildiğini gördükleri gibi, kendilerine de güven gelmiştir ve bu gelişme demokratik hak ve özgürlükler için mücadele etme azimlerini artırıcı bir rol oynayacaktır. 

Dış siyasetleri ise oldukça karışık ve bir çıkmaz içindeler. Bunun getirdiği ağır yüklerden nasıl kurtulacağını burjuvazi çözebilmiş değil. Öbür yandan ise işgal ettikleri bölgelerden çıkmak istemiyorlar. İzlenen bölgesel emperyalist siyaset, daha büyük emperyalist güçlere çarptı. (Özellikle Suriye politikaları Kürt ulusal hareketine çarpmıştır.) Ve şu anda esasta iki emperyalist kutup arasında sıkışmış durumdadır. İçine girilen ekonomik kriz bu durumu daha da zorlaştırıcı rol oynuyor, burjuvazi açısından.

İmamoğlu’nun; “her şey güzel olacak”, kulağa hoş gelen ama işçi sınıfı için içi boş sloganı, tekelci burjuvazi için geçici bir kurtuluş olabilir. Burjuva liberal lapalarla işçi sınıfını kapitalist köleliğe mahkum oluşunu olumlayan bir taktiktir. Kapitalist sistemin sahibi burjuva sınıfı tarafından, kendiliğinden işçi sınıfına hiç bir şey verilmemiştir, verilmeyecektir de. İşçi sınıfı tüm haklarını mücadele ederek ağır bedeller karşılığında almıştır. Bu nedenle burjuva liberallerin işçi ve emekçiler için yapacakları güzel hiç bir şey yoktur. Tersine, onlara yaşamı çekilmez hale getirmişlerdir.

CHP’nin sloganlaştırdığı, “Eşitlik”, “adalet”, “sevgi”, “tolerans”, kapitalist sistem içinde mümkün değildir. Sermaye ile onun emrinde çalışan işçi eşit olamaz. Kapitalist sistem, adaletsizliği, eşitsizliği her geçen gün büyüttüğü gibi, sömürü ve baskıları da artırır. Egemen ulus kimliğini esas alıp, diğer ezilen ulusları ve azınlıkları ya yok sayar ya da baskı altına alır. Aynı bugün olduğu gibi. 

Eşitlik, adalet ve sevgi ancak ve anacak sömürüsüz ve sınıfsız bir sistemde mümkündür. Bu da sosyalizm ve komünizmdir. Sömürünün olduğu yerde “eşitlik” ve adaletten” söz etmek sahtekarlıktır. Kurulduğu günden beri Kürtleri yok sayan bir egemen ulus devletin savunucularının adaleti, yine egemen ulus burjuvazisi içindir. 

İşçiler için kapitalist sistem içinde güzel olan bir şey olamaz. Bu sistem, tepeden tırnağa tüm kurumlarıyla burjuvazinin çıkarları doğrultusunda çalışır. İşçiler için her şey sosyalizmle güzel olacaktır. Başkada bir alternatif yoktur. 

İşçiler, sosyalist adaleti, sosyalist eşitliği burjuvazinin seçim oyunları içinde değil, örgütlü mücadele ile kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurarak gerçekleştirecektir.

Bu nedenle, işçi ve emekçilerin sloganı: Her şey Sosyalizmle Güzel Olacak!

***

1 Birincisi, 1927-1945 arası

8694

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

ALEVİLERİ İSTİSMAR ETMEKTEN VAZ GEÇİN, SAMİMİYETLE LAİKLİĞİ TALEP EDİP SAVUNUN!

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, katıldığı bir etkinlik vesilesiyle, şöyle demekte: “(…) Cemevleri ile ilgili taleplerimiz yıllardır ortadayken, bir yanda bu ülkede anayasaya göre her yurttaş eşitken, Sünni bir yurttaşın ibadethanesi camilerin her ihtiyacı karşılanırken, aynı vergiyi ödeyen; vergi verirken eşit ama hizmet alırken eşit olmayan Alevi yurttaşlarımızın ibadethaneleri Cemevleri, devlet nezdinde ibadethane kabul edilip, camiye ne yapılıyorsa Cemevine de  aynısı yapılacağı güne kadar bu talebinizin sonuna kadar arkasındayım.” (T24, 21.07.2024)

Kendi topraklarında özgür yaşayamayanlar (Nubar Ozanyan)

Nasıl bir adalet, nasıl bir vicdandır ki yüzyıldır Kürtler kendi topraklarında özgür yaşayamıyor? Nasıl bir kara zulümdür ki, on binlerce gerilla canını feda etmesine, on binlerce tutsak kör hücrelerde ömür çürütürcesine özgürlüğe ellerini uzatmasına karşın karanlık iş başında kalmaya devam ediyor? Ve yüz yıldır Kürt halkı bunca büyük bedel ödemesi karşısında sanki bir şey olmamış gibi duran Devlet, utanmadan elini “kardeşlik” adına DEM’e uzatıyor? Tarihte böylesine aymaz bir düşman görülmüş mü?

Nobel Ekonomi Ödülleri Hangi "Bilimsel" Buluş İçin Verildi?

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu durumdan liberal ekonomistler, liberal entellektüellerde memnun değiller. „Eşitsizlikler“ büyümüş, „doğanın tahribatı alarm“ veriyormuş, „demokrasiler“ gerilemiş, „ekonomiler teknolojik gelişmelerin gerisinde“ kalıyormuş. „ekonomik büyümeler yavaşlamış“ vs. vs. En büyük buluşu 2005-2006'dan beri dünyada „demokrasi“lerin gerilemesiymiş.

SAVAŞA AKTARILAN PARA, EMEKÇİYE YAŞATILAN YOKSULLUĞUN BAŞLICA NEDENLERİNDENDİR!..

“Çözüm sürecinin en önemli sonuçlarından biri de kesinlikle ekonomik göstergeler, ekonomik nedenler olacaktır. Yapılan bir hesaplamaya göre, terörün Türkiye’ye son 29 yıldaki maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Çözüm süreciyle birlikte canları tehditten kurtardığımız kadar, ekonomiye de can suyu olacak yeni bir dönemi, yeni bir süreci başlatmış olacağız.”

“Filistin’de direnişin bir yılı ve Bahçeli’nin sözleri”(Deniz Aras)

7 Ekim Aksa Tufanı hamlesinin üzerinden tam bir yıl geçti. Bu süre içinde Ortadoğu, emperyalistlerin askeri, siyasi, lojistik ve istihbarat desteğiyle adeta bir koçbaşı olarak işlevselleştirdikleri Siyonist İsrail tarafından kan gölüne çevrildi.

İmha ve İnkar Politikalarına Karşı Direniş Sürüyor

Türk devletinin kuruluş süreci aynı zamanda Kürdistan coğrafyasında imha ve inkâr politikalarına sistemlilik kazandırma sürecidir. “Tek vatan, tek bayrak, tek millet” söylemi bu ırkçı, inkârcı politikanın en açık ve özlü ifadesidir.

Ve aynı zamanda bir devlet politikasıdır. Dolayısıyla Kürt coğrafyasına dönük saldırıları dönemsel görmek veya kimi burjuva partilerinin izlemiş olduğu politikalarla açıklamaya kalkmak yanılgılı bir tutum olur.

3. Dünya Savaşı riski hâlâ “güçlü olasılık” mı yoksa artık “kaçınılmaz akıbet” mi?

Son bir yılın ve ama özellikle de son ayların olguları öyle gösteriyor ki 3. Dünya savaşı artık sadece “güçlü bir olasılık” olarak değil; “kaçınılamaz bir akıbet” olarak ele alınmayı gerektiriyor. Bu hızlı tırmanış ise esasen şu iki ana etmen üzerinden yaşanıyor: Birinci etmen Rusya-Ukrayna Savaşı iken; ikinci etmen ise İsrail saldırganlığının tırmandırdığı savaştır.

Önderlerin Ardından… (Nubar Ozanyan)

Kafkaslar’ın en ileri devrim beyni ve en güçlü çarpan sosyalist yüreği, zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışan Ermeni halkının yetiştirdiği en kalifiye önder kadrolardan olan ISTEPAN ŞAHUMYAN’IN başına gelenler bütün Sovyet devrim önderlerinin başına gelenler gibi oldu. Yok sayılmak, yaşanmamış kabul edilmek, itibarsızlaştırılmak, unutturulmak, nefret, işçiler ve ezilen halklar için yaptıkları büyük fedakarlıklarının ters yüz edilmesi, kahramanların hain olarak tanıtılmaya çalışılması kötülüklerin en büyüğüdür. Acıların en derinidir.

Emperyalizm Üzerine Notlar-7

Yarı-Sömürgeciliğe“ Sığnan Sosyal Şovenist Teoriler

Başka ülkelerin işçi ve emekçilerini sömüren bir ülke yarı-sömürge olamaz. Eğer bir ülke içinde yüksek düzeyde tekelleşme gerçekleşmişse, başka ülkelere sermaye ihraç ediyor, oralarda yatırım yapıyor, işçi çalıştırıyor, maden ocakları açıp işletiyor, banka açıp mevduat topluyor, kredi veriyorsa ve  bu ülke, ML literatürde, kapitalist sistem içinde  emperyalist bir ülke olarak adlandırılır.

Düşünüş ve Hareket Tarzında Devrimcileşmek

Kürt ulusuna, diğer azınlık milliyetlere uygulanan baskı ve asimilasyon politikalarına karşı sessiz kalıp harekete geçmemek, özünde işçi ve emekçilerin birliğine, ortak yürüyüşüne zarar vermektir. Dolayısıyla bu yönlü yapılan çağrılara kayıtsızlık ya meselenin özünü yeteri kadar kavramamaktan ya da bu demokratik istemlere karşı samimi bir tutum sergilememekten kaynaklanmaktadır. Çünkü samimi bir birlik istemi, ortak mücadele anlayışı Kürt ulusunun ulusal demokratik haklarını savunmayı, bu yönlü yapılan tüm saldırılara karşı net bir tutum almayı gerekli kılmakta.

Bay Özkök gibilerinin vicdan muhakemesi

Ertuğrul Özkök; “Akıl ve vicdan Orta Doğu’yu terk etti. Geriye sadece fanatizmi bıraktı.” Sözleriyle, kendince bir durum tespiti yapıyor. Ve “Hadi artık soralım” diyerek, T24’deki yazısında soruyor: “Orta Doğu’yu kim harabeye çevirdi; İsrail F-35’leri mi, Hizbullah Fadi füzeleri mi?” (25 Eylül 2024)

Sayfalar