Cumartesi Mayıs 18, 2024

2 Temmuz ağrısı -Özden Çiçek

YOL

Bir yürüyüş eyleyenlerin

yolu bu

uzak dünlerden bugüne

 

Görecekler sonra ermezliğini

bir yangınla çıkanlar

o yolun önüne

                         Kemal Özer

Evrensel manada erdemli insan, başkasının yüzünde patlayan tokatı kendisinde hissedebilen ise; yeniden ve her zaman soralım öyleyse, insan olabilmenin neresindeyiz? Konu 2 Temmuz olunca değil unutmak; akıldan çıkmıyor gözlerimizde asılı duran yangın görüntüleri. Yaşam zıtlıklar mücadelesi hep;  barışla savaşır savaş, hoşgörüyle didişir kabalık, sevginin karşısında durur sevgisizlik... Oysa sevinci paylaşmakta olduğu gibi zulümlerimiz de insanlık tarihiyle yaşıt!.. Evrenin dönüşü, haktan alıp halka veren, anlamı paylaşmak olan ve Hünkar Hacı Bektaş` ın ifadesiyle semah; ‘ ariflerin adeti, muhiplerin ibadeti, taliplerin maksududur. Hakka, ki bizim semahımız oyun değildir, ilahi bir sırdır, mecazi değildir’.  Tıpkı  2 Temmuz`da kadın ve erkeğin birlikte döndüğü semah gibi; yalınayak, sade ve hakikati gösteren... Bu nedenle 2 Temmuz 1993 Sivas  katliamı;  hakikat, hoşgörü, paylaşma  ve sevgiyi gölgelemenin kalkışmasıydı.

Yine bir soruyla düşünelim, ‘2 Temmuz Sivas`ı unutmuyoruz’ tekrarlarının dışında peki  ne yaparsak bu ağrı  diner ya da neyle unutulmamış olur? Uluslararası hukuk ve insan hakları beyannamesi bağlamında öncelikle gerekli kriterler yerine getirilip ve tabii ki katliamlarla yüzleşerek mümkün. Değil 2 Temmuz Sivas katliamı, yüzleşmeyi bekleyen o kadarunutamadıklarımız var ki!

Sanatını toplumsal sorumluluk ve tanıklıkla yükümlü gören sanat insanları unutamadıklarımıza unutulmayacak katkılar sundular, sunuyorlar da hala... Türkiye edebiyatının önemli isimlerinden biri olan  Kemal Özer, bu bağlamda adı anılması gereken şair ve yazarlarımızdandır. Temmuz İçin Yaralı Semah, Yangın Şiirleri  (Yordam Kitap, 2008) adlı eseriyle yitirdiğimiz güzel insanları şiirine konuk ediyor, her bir ismi dile getiriyor. Kemal Özer ozanı/şairi ‘bilinç işçisi’ olarak görür, bu nedenle insan yüreğini bilinçle doldurmanın amacını güttüğü gibi, şiirin niçin ve kime yazıldığının da bilmesi gerektiğini söyler. Pablo  Neruda`nın deyimiyle barıştan doğan ozanı, ekmeğin undan doğması kadar gayet olağan bir bağ kurar.

Kemal Özer 1935`te İstanbul`da doğdu. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bülümünde eğitim gördükten sonra çeşitli gazete, dergi ve yayınevlerinde çalıştı. Edebiyat dergileri kurdu ve yönetti, bu bağlamda Yeni A Dergisi öne çıkanlardandı. Türkiye Yazarlar Sendikası`nda yöneticilik yapmasının yanı sıra kendi kurduğu Yordam  Yayınevi`nde kendi kitaplarını yayınladı. İlk üç şiir kitabıyla İkinci Yeni hareketinin içinde yer aldıktan sonra, ozanın toplumcu yaklaşımı üzerine yoğunlaşan, toplumsal eylemler, yurdun ve dünyanın siyasal olaylarını şiirine yansıtan bir tutum izledi. Yaşamın dinamik uçlarına sahip çıkarak, onları bilemekten yana, şairi sorumluluğa davet eden bir tutum izlemiştir. Şiir kitapları dışında; anı, öykü, deneme, gezi, çocuk ve çeviri kitapları dahil olmak üzere altmışa yakın edebi eser veren  bir bilinç işçisinden yani şiirle düşünen bir yazardan söz ediyoruz. Bu anlamıyla da yazar kime denir ve  kimdir yazar sorusuna karşılık olarak, Kemal Özer iyi bir cevap niteliği taşımaktadır.

Ölümünden önce en son eseri olması nedeniyle Temmuz İçin Yaralı Semah ayrı bir önem de taşır. Kitap altı bölümden oluşuyor, kimi bülümler tek bir şiirden oluşurken, kimi bölümler de beş altı şiir yer alıyor. Her bölümde yaşanan an’lara tanıklık edilen dizelerle birlikte, kendi söyleyiş özelliklerini de beraberinde taşıyor. Anlatılan kişileri uğraşlarından, daha başlamadan biten hayatların ayrıntıları, onlardan geride kalan duyarlılıkları duyuruyor bizlere ozan. Metin Altıok, Behçet Aysan, Carina, Nesimi Çimen, Hasret Gültekin, Mehmet Atay, Sehergül, Serkan, Gülsüm, Menekşe, Koray... ve her biri sıralanıyor tanık günlerimize. Üstelik bütün anlatılan kişiler aynı uslupla anlatılmak yerine kişilerin özlelliklerini yansıtan imge, kurgu ve söyleyişlere uygun davranılarak oluşturulan güçlü  metinler haline getirilmiş. Tıpkı Oğlundan Öksüz Kalan Ananın Şiiri`nde ifade edildiği gibi:

Ağaç desem ağaca assam sazını

hangi dalın kıvrımına güvensem

 

Yol desem yola sorsam nerdedir

kimden gelir kime gider bilmeden

 

Temmuz İçin Yaralı Semah, Kemal Özer`in  de dile getirdiği gibi bir ozan olarak Sivas`a yeniden bakmak, bu bakışı yiritirilenler adına bakmak, onların anılarıyla bakmak, onlarla birlikte orada yok edilmek isteneni yeniden ayağa kaldırmak isteğidir. Tıpkı Ömrü KısaKelebekler şiirinde dile getirdiği gibi:

Herkes unutmuş olsa bile

sen tutuyorsun ya aklında

yıllar geçti diye aradan

susacak değilsin ey ozan

Kemal Özer özellikle Tanık Günler ve Umut Edebiyatı Yedi Canlıdır deneme eserlerinde sanatı ve sanatçının ya da ozanın görevini sorgulamaktan geri durmaz. Şiirin kavgasını, kültür ve siyaset kavgasından  hiç ayırmıyor. Yine sanatı diğer disiplinlerden üstte görmeden sanatın hayat kavgasında var olmasından hareketle özellikle şiiri bu sorumluluk düşüncesiyle bütünler. Diğer taraftan sanatı hayatın gerisinde ve toplumsal sorumluluktan bağımsız tutanlara karşı da ciddi tavır alır ve yaşadığı topluma tanıklık eden şiir ve diğer türdeki eserleriyle bizleri buluşturmayı elden bırakmamıştır. Zonguldak kömür ocakları başta olmak üzere işçi ve emekçinin sesine Onların  Sesleriyle Bir Kez Daha eserinde ses olmuştur. Yine 12 Eylül zindanlarında hayatları çalınan evlatları için  anaların  diliyle Oğulları Öldürülen Analar şiirleri aklımızda yer tutanlarındandır.

Bireyin mi toplumun mu şiirini yazmalı sorusuna cevap olarak, bireye nereden bakıldığının sorgulanması gerektiğini söyler. Kemal Özer eserlerinde bireyi anlatırken, toplumsal sorunları  bireyde yansıması olarak görmek gerektiğini vurgular. Bu nedenle Kemal Özer yaşanana bakmak, bakılanı görünür kılma çabası güden, toplumcu gerçekçi sanat tutumunu elden bırakmayan ve de sanatını direnç ve  umutla ören bir bilinç işçisidir. 30 Haziran 2009`da yitirdiğimiz Kemal Özer`i ölümünün onuncu yıldönümünde bir kez daha saygıyla anarken;  Son Söz Yerine şiirinden bir alıntıyla 2 Temmuz`da yitirdiğimiz  çocuklarımızı, gençlerimizi ve dostlarımızı bir kez daha sevgi ve özlemle anıyoruz.

Zaman adınızla anılacak Temmuz geldiğinde

Yerinden oynayan ana yüreği kapının her çalınışında

 

Adınızla anılacak körün gözünden

Perdeyi kaldıran o alev

Utancın yüzü yanıp durdukça...

Özden Çiçek

1 Temmuz 2019

6322

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar