Salı Mayıs 14, 2024

Alamut Kartal Yuvasıdır

Bundan yaklaşık bin yıl önce Selçuklu veziri Nizamülmülk, “Bunlar duvarların arkasında, memleketin kötülüğünü isteyerek karışıklık çıkarrnaya çalışırlar.” (Aktaran, Faik Bulut. Hasan Sabbah Gerçeği)  demişti. Bu sözlerin muhatabı, Büyük Selçuklu İmparatorluğunun baskısı altında açlık ve yoksulluk içinde yaşayanlara eşitlik-adil bir toplum için umut olan, ezilenler üzerinde gerçekleşen sınıf ve inanç baskısı karşısında başkaldıran, Nizari İsmailliğinin kurucusu Hasan Sabbah’dı. Bin yıl sonra Tayyip tarafından Nizamülmülk’den ödünç alınmış bu söz bugün Fettullah Gülen için söyleniyor! Tayyip sadece Nizamülmülk’ten bu sözleri ödünç almıyor aynı zamanda ondan bir devlet geleneğini de devralıyor. Cemaat için “Haşhaşiler” derken, F. Gülen’i de Hasan Sabbah’a benzeterek, bir dönem koalisyon ortaklığı yaptığı kişileri “entrikacı”, “suikastçı”, “afyonkeş”, devleti arkadan hançerleyen komplocular, dış mihrakların maşası ilan ederek Gülen Cemaatini Hasan Sabbah-Alamut Kalesi üzerinden yıpratmak istiyor.

Hasan Sabbah üzerinden yaratılmak istenen olumsuz algı “Haşhaşiler” kavramı üzerinden perçinleniyor. AKP-Gülen koalisyon ortaklığının bitmesiyle başlayan çatışma iktidar etrafında şiddetlenerek devam etmektedir. Cemaatin AKP’li köşe yazarları tarafından  “Haşhaşilere” benzetilmesi, Tayyip’in bizzat üst perdeden, devlet içine sızmaya çalışan çeteler tarafından arkamızdan ‘hançerlendik’ demesiyle, ‘haşhaşiler’ söylemi bir anda popülerleşerek dillere pelesenk oldu.

Tayyip ve AKP’li köşe yazarları tarafından, “Haşhaşiler’’ kavramının Gülen cemaati için kullanılması bir tesadüf sonucu veya cemaat örgütlenme modellerinin belli oranda birbirlerine benzerliklerinden kaynaklı ortaya atılmıştır. Kavramlar üzerinden meşruluk oluşturma karşı tarafı köşeye sıkıştırıp zayıflatma, kendini tek meşru suç gösterme çalışmasıdır. Kavramlar ideolojilerin bir mücadele alanıdır, teorik mücadele bu alanda gerçekleştirilir. Kavramlarla bir zihinsel dünya inşa edilebilir ve ideolojik hegemonya kurulabilir. Kavramlar bir yönetme aracıdır. Tayyip de bizzat devlet ve devletin resmi İslam alimleri tarafından H. Sabbah hakkında oluşturulmuş kara propagandayı, sahte H. Sabbah “gerçeği” ile cemaati köşeye sıkıştırmak, Sünni tabandan koparmak için kullanılıyor.

Sünni Hanefilik dışında kalan inanç grupları AKP-Cemaat çatışmasında malzeme olarak kullanılmakta, bu inanç gruplarının simge ve sembolleri çatışan kliklerin elinde birbirlerini suçlamanın nesnesine dönüştürülmekte, seslendikleri kitlenin nefret duygularını beslemektedir.

Hasan Sabbah (Alamut Kalesi), Gülen Cemaatine ilk kez benzetilmiyor. 90’lı yıllarda klikler artası çatışma boyutlanırken de aynı benzetmeler yapılmıştı. Hatta sadece Gülen cemaati değil, Hizbullah, Cemalettin Kaplan, El Kaide gibi halk düşmanı çeteler de böyle tanımlanmıştı. Doğrusu “Haşhaşiler” suikast çetesi söylemleri ana akım medyanın her dönem ilgisini çekmiştir.

Biz hakkında yapılan spekülasyonları bir yana bırakıp kimdir Hasan Sabbah sorusuna odaklanalım.

İran’ın Kum kentinde Şii bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Hasan Sabbah on iki imam Şiiliğiyle yetişir. Eğitimli, entelektüel yanı gelişmiş, bilme, sanata, felsefeye varana kadar birçok konuda kendini yetiştirmiş, (kendisi içim “7 yaşına bastığımdan beri çeşitli ilimleri, öğretileri öğrenme merakıyla yanım tutuşuyorum” diyor) ezilen yoksul köylüler ve şehir esnafı halkın yanında, yoksuldan yana, sömürüye karşı komünal eşitlikçi bir yaklaşımı kendisine rehber edinmiş bir halk önderidir. Kendine, öğretilerini yaymak için yurt edindiği Alamut Kalesine büyük bir kütüphane kurdurmuş, birçok alim-felsefeciyi Alamut Kalesi’nde misafir etmiş, eğitime büyük önem vermiş ve Nizarileri de bu temelde eğitmiş birisidir.

Nizariler; 909 yılında kurulan Fatımi Devleti’nin, kurulduktan yüz yıl sonra yozlaşmaya başlayarak eşitlik ve adalet söylemleri ile etraflarına topladıkları halka, onun sorunlarına yabancılaşmasıyla birlikte İsmaili Fatımiliğinden kopanlardır.   Fatımiler ilk ortaya çıktıklarında Abbasilerin zulmü altında ezilen yoksul halk ve inanç gruplarının sesi olmuş, eşitlik ve adalet söylemleriyle etrafına topladığı halk kitleleriyle kısa sürede büyük başarılar elde etmişlerdir. Lakin, mülkiyet ve sınıf ilişkilerinin getirdiği sonuçlar, yüz yıl sonra onları Abbasi aristokrasisi ile aynı noktaya getirmiştir.

Nizarilerin Fatımilikten kopuş tarihleri, Halife El Mustansır ölmeden (1094) önce büyük oğlu Abu Mansur Nizar’ı imam (halife) tayin etmesi ama Fatımi devlet aristokrasisinin Nizar’ın yerine küçük kardeşi Abu Kasım Ahmed’i tahta çıkarması ile başlar. Nizar’ın hakkı olan halifelikten Nizar’ın uzaklaştırılıyor olmasını haksızlık kabul edenler, Fatımilikten koparak Nizariliği kurarlar.  

“Nizarilerin Fatımilerden kopmasının en önemli nedeni kuruluşundan yüz yıl sonra giderek tutuculaşan, hantallaşan, alt katmanların sınıf çıkarlarından uzaklaşan, sadece söylemde adalet ve eşitlikten söz edip halktan uzaklaşmalarıdır.” ( Faik Bulut) Hasan Sabbah’ın başını çektiği Nizarilik, Sünni ve Şii egemenlerine karşı, ezilenler için eşitlik ve adil bir toplum hayalini temsil etmektedir.

Hasan Sabbah hakkında birçok hurafe ve karalama yapılmaktadır. Bunlardan en yaygın birkaç tanesi şunlardır.

Hasan Sabbah’ın Nizamülmülk ve Ömer Hayyam’la okul arkadaşı olduğu, üç arkadaşın kendi aralarında anlaşarak birbirlerine “hangimiz yükselir ve bir yerlere gelirsek diğer ikisine yardım edecek” sözü verdikleri rivayeti. Buna göre Nizamülmülk Selçuklu sarayında vezir olur ve sözüne sadık kalarak Hasan Sabbah’ı yanına saraya alır. Bir müddet sonra arkadaşının yükselme hırsından korkan, yerine geçme planı yaptığını düşündüğü Hasan Sabbah’ı bir yolunu bularak Sultan Melikşah’ın gözünden düşürür ve saraydan kovulmasını sağlar. Bu olaydan sonra Hasan Sabbah Nizamülmülk’e düşman olur. Bu söylence Hasan Sabbah’ı sıradanlaştırmak ve hareketin sosyal-siyasal içeriğini boşaltmak için uydurulmuştur. Hasan Sabbah’ı o dönem sarayda baş sayman, denetçi, istihbarat örgütünün başı olduğu iddiaları da rivayeti sürükleyici ve etkili kılmak için uydurulmuştur. Bunlar gerçekle uyuşmayan hayal ürünü ve kurgudan ibarettir.

Bu rivayeti çürüten ikinci olay, “üç arkadaşın okul arkadaşı olmaları ve Nişabur’da okumuş olmaları”dır. Hasan Sabbah Kum ve Rey şehirlerinde eğitim görmüştür. Haliyle üç arkadaşın Nişabur’da okul arkadaşı olmaları hayalden ibarettir.

Hasan Sabbah, Alamut Kalesi ve İsmaililiğin Nizari kolu için çok bilinen diğer bir rivayette Nizari fedaileri ile ilgilidir. Onlar cennet bahçelerinde hurilerle birlikte olup haşhaşın etkisiyle suikast düzenleyen, şeyhlerinin emri ile sorgusuz-sualsiz kendilerini öldürebilen cahil-bilgisiz afyonkeşler olarak sunulur. Böylece Hasan Sabbah da korkutucu bir imge olarak zihinlere nakşedilir.

Hasan Sabbah ve Nizariliğin Avrupa’da “Haşhaşişer” olarak biliniyor olmasının önemli nedenlerinden biri ise Alamut Kalesine hiç gitmemiş İtalyan gezgin Marco Polo’nun Seyahatnamesinde yazdıklarıdır. Marco Polo’nun yazdıkları kendinden önce bölgede bulunmuş Hıristiyan din adamları, haçlı seferlerine katılmış komutanlar, krallar ve Ortodoks İslam’ın bağnaz temsilcilerinin Nizarileri karalamak için uydurduğu yalanlardan ibarettir.

“Marco Polo 1273 yılında Horasan ve Kirman eyaletlerine gitmiş, Alamut Kalesi 1256 yılında Moğollar tarafından istila edildiği için, Marco Polo’nun Alamut Kalesini görme olanağı olmadı. Moğollar kaleyi sitila ettikten sonra yerle bir etmişti.” (Faik Bulut Hasan Sabbah Gerçeği) Marco Polo’nun Nizarileri ‘Haşhaşiler’ olarak adlandırması onlar hakkında gerçek olmayan, hayal ürünü anlatımları zamanla Avrupa edebiyatına girmiş ve “Haşhaşiler” afyon içen, suikast yaparlar… olarak günümüze kadar bu şekilde anılmıştır.

Tayyip’in Fettullah Gülen Cemaatini tanımlarken kullandığı “gözü dönmüş Haşhaşi çeteleri” bizlerin yabancısı olmadığı şeylerdir. Bugün devrimci eylemler sonrası sıklıkla söylenen “ uyuşturucu hapların etkisiyle bu eylemleri yapıyorlar, kendilerinde değillerdi…” açıklamaları bin yıl önce de Ortodoks İslam’ın bağnaz temsilcileri tarafından Hasan Sabbah ve arkadaşları için kullanılıyordu. Faik Bulut’un Alamut Kalesi için söylediği; “onlar eşitlikçi dervişan cumhuriyetlerinin temsilcileridir” sözleri onları açıklamaya yetiyor. Egemenler her dara düştüğünde aynı oyunu oynar. Hasan Sabbah’ı Fethullah’la eşleştirmek; ezilenlerden yana tavır takınan, Şii ve Sünni sömürüsüne başkaldıran halk önderine hakaret ve saygısızlıktır.

 

90838

Son Haberler

Sayfalar

Alamut Kartal Yuvasıdır

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

Sayfalar