Çarşamba Mayıs 15, 2024

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Burada söylenenleri doğru anlamak ve buna göre gerekli/doğru tepkiyi vermek için Laçiner’in söylediği söze bir daha bakalım. “Sadece Irak’ta değil Körfez’de de Şiiler var, Kuveyt’te de. Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selamete de erdirebilir, belki(!) cennete de koyabilir. Şiilikte ise sapkınlık var orada dini bozmaya çalışmak var” demişti Laçiner.

 

Öncelikle, Rektörlük payesi alabilmiş olabilmiş birisinin inançlar arasında böyle bir ayrımcılık, aşağılama, kötü gösterme veya küçük düşürücü içerikte değerlendirme yapmış olması, bilim adamı kimliğiyle ve akademisyenlikle uyuşmadığı gibi, aynı zamanda sağlıklı bir ruh haline de sahip olmadığını da gösterir ki, bu tavır şiddetle kınanmalı ve protesto edilmelidir.

 

Ama asıl üzerinde durmak istediğim önemli bir ikinci konu vardır ki, o da rektörün yaptığı değerlendirmeyi Şiilikle ilgili yapmasına rağmen kimi Alevilerin, Alevi kurumların temsilci ve yöneticilerinin söylenen sözleri “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yansıtmaları ve bu tanım üzerinden çeşitli tepkilerde bulunmalarıdır.

 

Sedat Laçiner, hakaret içeren konuşmasında “Alevi-Bektaşi-Kızılbaş” sözcüklerini değil “Şii” sözcüğünü kullanmıştır. Sözkonusu konuşmada ‘Alevi-Bekteşi-Kızılbaşlara’ değil, ama’Şiiler ve Şiilik’ mezhebine bir hakaret olduğu kesindir. Doğal olarak da Şii - Caferilerin temsilcileri bu konuşmaya kendi pencerelerinden bakıp “ihtilal döneminde bile kimse bizim mezhebimize dil uzatmadı” diyerek tepki göstermiş ve Laçiner’i mahkemeye vereceklerini beyan etmişlerdir.  

 

Bu noktada Alevilere, Alevi kurum yöneticilerine ve Kanaat  önderlerine seslenmek istiyorum…

 

Eyy, Alevi örgütü yöneticileri,  

Eyy, Alevi aydınlar, yazarlar,

Eyy, Alevi kanaat önderleri,

 

Bırakın  bu Ebu Suud özentili fetva veren rektörü..

Belli ki, o adam ırkçı, gerici zihniyetin bir temsilcisi,

Belli ki,  o ülkeyi yönetenler misali kafatasçı,

Belli ki,  o kişi rektör olmuş olsa da, aslında  ‘cahil’ olan biri…

Bırakın onu bu haliyle, kendisiyle baş başa kalsın… 

 

Burada daha önemli olan bir şey var, gözlerimizden, dikkatimizden kaçan…

Onun söyledikleri ‘Şiiler ve Şiilikle’ ilgili..

Ola ki, o konuşmada ‘Alevi’ sözcüğünü de kullanmış olsun.

 

Nasıl olur da bizler, bu Şiilik ve Şiilere hakaret içeren konuşmayı “Aleviler cennete giremez” şeklinde algılıyoruz, kamuoyuna da böyle yansıtmaya çalışıyoruz?

 

Derhal altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken olgu, biz Alevi ve Kızılbaşların, Şii ve Caferi olmadığımız gibi, “cennet – cehennem” gibi bir anlayışımızın da olmadığı gerçeğidir.

 

Cennete gitmek deyimine gelirsek göreceğiz ki, Alevilikte ölmek, ‘Hakka yürümek’,’don değiştirmek’ deyimi ile ifade edilir.  Başka inançlardan farklı bir ölüm anlayışı vardır ve Alevi Kızılbaşlar bundan ötürü de "ölüm yok", ya da  "ölüm ölür biz ölmeyiz" derler. Alevilikte öldükten, yani ‘hakka yürüdükten’, ’don değiştirdikten’ sonra çeşitli biçimlerde yeryüzüne tekrar gelineceğine, bu yeryüzüne geliş gidişlerin ‘insanı kâmil’ olana kadar süreceğine ve olgunlaşan insanın geldiği kaynağa geri dönerek yaradanla bütünleşileceğine, hakkın varlığına kavuşulacağına inanılır. Yani her şeyin bir canı olduğu, her şeyin aslına döndüğü ‘Devriye’ olgusu vardır.

 

Alevilikte ‘Devriye kuramı’ ile, ‘Cennet – Cehennem’ olgusuna ilişkin o kadar çok bilgi, deyiş var ki, bunlardan birkaçını paylaşayım istiyorum.

 

Alevi ozan Sırrı Baba diyor ki:

 “Cihan var olmadan ketmi ademde / Hak ile birlikte yektaş idim ben /

Yarattı bu mülkü çünkü o demde / Yaptım tasvirini nakkkaş idim ben /

 

Harabi de Vahdetname’de :  

“Daha Allah ile cihan yok iken / Biz ani var edip ilan eyledik

Hakk'a hiçbir layik mekan yok iken / Hanemize aldik mihman eyledik”

 

Yunus Emre’nin “cennet, cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri  / İsteyene ver sen onu /  Bana seni gerek seni” dizelerinde de görüldüğü gibi Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlıkta mükâfat veya cezaya dayalı bir  ‘cennet – cehennem’ olgusu ya da felsefesi yoktur.

 

Hallac- Mansur misali “enel hak” diyen bir felsefede cennet ve cennet olgusundan zaten sözedilemez.

 

Kaygusuz Abdal’ın “Duydum köprü yaptırmışsın / Has kulların geçsin diye / Onlar şöylecene dursun /Yiğit isen sen geç tanrı”  deyip Tanrıyla konuşan, onu eleştiren;

 

Ya da Ali Budak’ın  “Can içinde canan sensin / Gözlerimde üryan sensin / Cennet cehennem diyerek / Kandıran sen değil misin?”  diyerek tanrının insanı kandırdığını sorgulayan bir anlayışta cennet cehennem olgusu olabilir mi?

 

İsterseniz devam edelim biraz daha….  

 

·  ‘Ölümden korkum yok, o benden korksun / Cehennem var ise, günahım yaksın /

 Cennet güzellikleri seyrana çıksın  / Sevgi muhabbete özendim, yeter’ 

 (Ali İzzet Özkan)

·  ‘Ey dostum ölenler geri dirilmez,  / orda sual sorulması yalandır /

 Cennet cehennem hepsi burda, / orda mahşer kurulması yalandır’   

(Kul Ahmet)

·   ‘Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun,  /   Cennet-i ala meyhane midir? /

 Her mümin'e iki huri vereceğim diyorsun,/Cennet-i ala kerhane midir?’

(Ömer Hayyam)

·   ‘Bize aşk şarabında sun saki, /  bize cennetteki kevser gerekmez’     

(Yunus Emre)

 

Dörtlüklerden de anlaşılacağı gibi bu felsefe, “cennet de, cehennem de bu dünyadadır”  düsturuna ve “cenneti de cehennemi de başka cihanda arama’’ diyen bir argümana sahipken yapay ve ilgisiz cennet-cehennem tartışmalarıyla neden zaman kaybediyoruz? Neden Devriye kuramı bu felsefenin olmazsa olmazlarındayken, cennet ve cehennem gibi İslamiyeti çağrıştıran bir söyleme bu kadar prim veriyoruz?

 

Yapmamız gereken, bizleri yapay polemiklerin içine çekmeye çalışanlara bilerek veya bilmeyerek pirim vermek değil; onların yarattığı gündemin peşinde koşmak hiç değil; yapmamız gereken bizim ne olduğumuzu, nasıl yaşamak istediğimizi doğru bir şekilde ifade etmek ve buna uygun politikaları her platformda hayata geçirmeye çalışmaktır.

 

Aleviliği kendine özgü kuralları, ritüelleri olan, insanı, yaşamı, tanrıyı algılayışı ve kavrayışı farklı olan, sosyal konulara da cevap veren ayrı – özgün bir kültür, felsefe ve yaşam biçimi’ gibi tarif etmeyen her türlü düşünce ve bu düşüncenin savunulmasına hizmet etmeyen anlayış, Alevi Kızılbaşlığa değil, ancak ve ancak asimilasyona hizmet eder.

 

 

108442

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

Sayfalar