Çarşamba Mayıs 1, 2024

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

Burada söylenenleri doğru anlamak ve buna göre gerekli/doğru tepkiyi vermek için Laçiner’in söylediği söze bir daha bakalım. “Sadece Irak’ta değil Körfez’de de Şiiler var, Kuveyt’te de. Şimdi bir insanın Şii olması Hıristiyan olmasından kötü, çünkü Hıristiyan nihayetinde ehli kitaptır; üç dinden bir tanesindendir. Allah onu selamete de erdirebilir, belki(!) cennete de koyabilir. Şiilikte ise sapkınlık var orada dini bozmaya çalışmak var” demişti Laçiner.

 

Öncelikle, Rektörlük payesi alabilmiş olabilmiş birisinin inançlar arasında böyle bir ayrımcılık, aşağılama, kötü gösterme veya küçük düşürücü içerikte değerlendirme yapmış olması, bilim adamı kimliğiyle ve akademisyenlikle uyuşmadığı gibi, aynı zamanda sağlıklı bir ruh haline de sahip olmadığını da gösterir ki, bu tavır şiddetle kınanmalı ve protesto edilmelidir.

 

Ama asıl üzerinde durmak istediğim önemli bir ikinci konu vardır ki, o da rektörün yaptığı değerlendirmeyi Şiilikle ilgili yapmasına rağmen kimi Alevilerin, Alevi kurumların temsilci ve yöneticilerinin söylenen sözleri “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yansıtmaları ve bu tanım üzerinden çeşitli tepkilerde bulunmalarıdır.

 

Sedat Laçiner, hakaret içeren konuşmasında “Alevi-Bektaşi-Kızılbaş” sözcüklerini değil “Şii” sözcüğünü kullanmıştır. Sözkonusu konuşmada ‘Alevi-Bekteşi-Kızılbaşlara’ değil, ama’Şiiler ve Şiilik’ mezhebine bir hakaret olduğu kesindir. Doğal olarak da Şii - Caferilerin temsilcileri bu konuşmaya kendi pencerelerinden bakıp “ihtilal döneminde bile kimse bizim mezhebimize dil uzatmadı” diyerek tepki göstermiş ve Laçiner’i mahkemeye vereceklerini beyan etmişlerdir.  

 

Bu noktada Alevilere, Alevi kurum yöneticilerine ve Kanaat  önderlerine seslenmek istiyorum…

 

Eyy, Alevi örgütü yöneticileri,  

Eyy, Alevi aydınlar, yazarlar,

Eyy, Alevi kanaat önderleri,

 

Bırakın  bu Ebu Suud özentili fetva veren rektörü..

Belli ki, o adam ırkçı, gerici zihniyetin bir temsilcisi,

Belli ki,  o ülkeyi yönetenler misali kafatasçı,

Belli ki,  o kişi rektör olmuş olsa da, aslında  ‘cahil’ olan biri…

Bırakın onu bu haliyle, kendisiyle baş başa kalsın… 

 

Burada daha önemli olan bir şey var, gözlerimizden, dikkatimizden kaçan…

Onun söyledikleri ‘Şiiler ve Şiilikle’ ilgili..

Ola ki, o konuşmada ‘Alevi’ sözcüğünü de kullanmış olsun.

 

Nasıl olur da bizler, bu Şiilik ve Şiilere hakaret içeren konuşmayı “Aleviler cennete giremez” şeklinde algılıyoruz, kamuoyuna da böyle yansıtmaya çalışıyoruz?

 

Derhal altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken olgu, biz Alevi ve Kızılbaşların, Şii ve Caferi olmadığımız gibi, “cennet – cehennem” gibi bir anlayışımızın da olmadığı gerçeğidir.

 

Cennete gitmek deyimine gelirsek göreceğiz ki, Alevilikte ölmek, ‘Hakka yürümek’,’don değiştirmek’ deyimi ile ifade edilir.  Başka inançlardan farklı bir ölüm anlayışı vardır ve Alevi Kızılbaşlar bundan ötürü de "ölüm yok", ya da  "ölüm ölür biz ölmeyiz" derler. Alevilikte öldükten, yani ‘hakka yürüdükten’, ’don değiştirdikten’ sonra çeşitli biçimlerde yeryüzüne tekrar gelineceğine, bu yeryüzüne geliş gidişlerin ‘insanı kâmil’ olana kadar süreceğine ve olgunlaşan insanın geldiği kaynağa geri dönerek yaradanla bütünleşileceğine, hakkın varlığına kavuşulacağına inanılır. Yani her şeyin bir canı olduğu, her şeyin aslına döndüğü ‘Devriye’ olgusu vardır.

 

Alevilikte ‘Devriye kuramı’ ile, ‘Cennet – Cehennem’ olgusuna ilişkin o kadar çok bilgi, deyiş var ki, bunlardan birkaçını paylaşayım istiyorum.

 

Alevi ozan Sırrı Baba diyor ki:

 “Cihan var olmadan ketmi ademde / Hak ile birlikte yektaş idim ben /

Yarattı bu mülkü çünkü o demde / Yaptım tasvirini nakkkaş idim ben /

 

Harabi de Vahdetname’de :  

“Daha Allah ile cihan yok iken / Biz ani var edip ilan eyledik

Hakk'a hiçbir layik mekan yok iken / Hanemize aldik mihman eyledik”

 

Yunus Emre’nin “cennet, cennet dedikleri / Birkaç köşkle birkaç huri  / İsteyene ver sen onu /  Bana seni gerek seni” dizelerinde de görüldüğü gibi Alevi-Bektaşi-Kızılbaşlıkta mükâfat veya cezaya dayalı bir  ‘cennet – cehennem’ olgusu ya da felsefesi yoktur.

 

Hallac- Mansur misali “enel hak” diyen bir felsefede cennet ve cennet olgusundan zaten sözedilemez.

 

Kaygusuz Abdal’ın “Duydum köprü yaptırmışsın / Has kulların geçsin diye / Onlar şöylecene dursun /Yiğit isen sen geç tanrı”  deyip Tanrıyla konuşan, onu eleştiren;

 

Ya da Ali Budak’ın  “Can içinde canan sensin / Gözlerimde üryan sensin / Cennet cehennem diyerek / Kandıran sen değil misin?”  diyerek tanrının insanı kandırdığını sorgulayan bir anlayışta cennet cehennem olgusu olabilir mi?

 

İsterseniz devam edelim biraz daha….  

 

·  ‘Ölümden korkum yok, o benden korksun / Cehennem var ise, günahım yaksın /

 Cennet güzellikleri seyrana çıksın  / Sevgi muhabbete özendim, yeter’ 

 (Ali İzzet Özkan)

·  ‘Ey dostum ölenler geri dirilmez,  / orda sual sorulması yalandır /

 Cennet cehennem hepsi burda, / orda mahşer kurulması yalandır’   

(Kul Ahmet)

·   ‘Irmaklarından şaraplar akacak’ diyorsun,  /   Cennet-i ala meyhane midir? /

 Her mümin'e iki huri vereceğim diyorsun,/Cennet-i ala kerhane midir?’

(Ömer Hayyam)

·   ‘Bize aşk şarabında sun saki, /  bize cennetteki kevser gerekmez’     

(Yunus Emre)

 

Dörtlüklerden de anlaşılacağı gibi bu felsefe, “cennet de, cehennem de bu dünyadadır”  düsturuna ve “cenneti de cehennemi de başka cihanda arama’’ diyen bir argümana sahipken yapay ve ilgisiz cennet-cehennem tartışmalarıyla neden zaman kaybediyoruz? Neden Devriye kuramı bu felsefenin olmazsa olmazlarındayken, cennet ve cehennem gibi İslamiyeti çağrıştıran bir söyleme bu kadar prim veriyoruz?

 

Yapmamız gereken, bizleri yapay polemiklerin içine çekmeye çalışanlara bilerek veya bilmeyerek pirim vermek değil; onların yarattığı gündemin peşinde koşmak hiç değil; yapmamız gereken bizim ne olduğumuzu, nasıl yaşamak istediğimizi doğru bir şekilde ifade etmek ve buna uygun politikaları her platformda hayata geçirmeye çalışmaktır.

 

Aleviliği kendine özgü kuralları, ritüelleri olan, insanı, yaşamı, tanrıyı algılayışı ve kavrayışı farklı olan, sosyal konulara da cevap veren ayrı – özgün bir kültür, felsefe ve yaşam biçimi’ gibi tarif etmeyen her türlü düşünce ve bu düşüncenin savunulmasına hizmet etmeyen anlayış, Alevi Kızılbaşlığa değil, ancak ve ancak asimilasyona hizmet eder.

 

 

108374

Erdal Yıldırım

2012 yılı sonlarından itibaren sitemize yazılarıyla yeni bir soluk katan yazarımız genellikle Aleviler ve sorunları üzerine makaleler yazmaktadır.

erdalyildirim@kaypakkaya-partizan.net(hazırlanıyor)

Erdal Yıldırım

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar