Cuma Mayıs 3, 2024

Altın eller ile kanlı eller -2-

Der Zor: “Mama ben ölürsem sen de benim etimden onlara verme!”

Der Zor, Ermeni halkının hafızasında önemli yer tutmaktadır. Çünkü İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’nin, eli kanlı teşkilat üyelerinin ölüm için seçtiği son nokta ve çevresidir. Marat, Suvar, Şeddadiye arkasından Musul istikametgahında hayatın olmadığı çöller, toplu ölümlerin en ağırlarının yaşandığı, Ermeniler için bugün dahi anmaların eksik olmadığı, kutsal mekanların olduğu hafızalardan silinmeyen yerlerdir buralar. Bu yüzden Ermeniler arasında ölümün yaşama tercih edileceği cehennem olarak bilinmektedir. Der Zor ve çevresinde işlenen katliamlarla Ermeni Soykırımının tamamlanmış olduğunu söyleyebiliriz. Bütün sürgünlerin geçiş güzergahı burası olduğu için ‘’temizlik’’ artık tamamlanmıştır. Kafilelerin gelmesiyle değişik transit kamplar kurulmuştur.

Der Zor kaymakamı, Ali Suat Bey’dir. Rakka’da olduğu gibi Ermeniler şehrin sanaatkarları ve ticaretle uğraşan kişileri olarak ekonomiyi canlandırmışlar, diğer halklar da Ermenilerin gitmesinden yana değillerdi. Kaymakam Ali Suat Bey gibi insanlara İttihatçılar arasında bile bazen rastlamak mümkündü. Fakat 1916 Temmuz’undan sonra atanan Salih Zeki’yle her şey bir anda değişti. Der Zor, Osmanlı yöneticilerine göre elverişli bir bölge değildi. 1914 yılında muhacirlerin bölgeye iskanı gündeme geldiğinde Talat Paşa “muhacirleri oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi ölecekti” dedikten on ay sonra Ermenileri ölüme buraya göndermiştir. Cemal Paşa Talat Paşa’ya gönderdiği şifreli telgrafta “itimat edilecek cüretkar birisinin gönderilmesini rica ederim” diye talepte bulunmuştur. Der Zor’a atanan Salih Zeki, gelmeden önce Kayseri Develi /Everek kaymakamı idi. Göreve başlayınca Meskene, Rakka ile Der Zor arasında gidip geliyor, alanı kontrol ediyordu. Meskene kampında Aram Andonyan ile karşılaşan Salih Zeki “sakın Der Zor tarafına gelme” uyarısında bulunarak, deyim yerindeyse katliam uyarısı yapmıştır. Ermeniler arasında yayılan bu haberden sonra, sevkiyat amirlerine rüşvet vererek aşağı inmekten yani ölümden kurtulanlar olmuştur. Durumu iyi olan Konya Ermenileri de buna dahildir. Bunun üzerine Ermeni aydın Aram Andonyan, Naim Efendi’ye rüşvet vererek Halep’e sevk edilmeyi sağlamış, 5 günlük yolculuktan sonra kazasız belasız Halep’e varmış, ölümden kurtulmuştur.

Der Zor’a ulaştığı gün çarşıları gezen Salih Zeki, Ermenilerin durumunu görünce öfkesinden yerinde duramamış, “yaşadıkları şehirleri Ermenistan yapmışlar” demiştir. Şam, Hama, Humus’ta olduğu gibi çarşı, onların elindedir. İlkin çarşıda herkes tarafından sevilen, halkın doğal önderi konumunda olan Levon Şaşyan öldürülür. Gelen emirler uyarınca “buradaki Ermenilerin ikametgahı değiştirilecek ve başka yere gönderilecektir” denilerek aşiret reislerinden ve Çerkeslerden oluşan silahlı milisler kurularak katliama girişilir.

Der Zor’da soykırım sorumlusu Salih Zeki katliamlarda en gaddar, en zalim yönleri ile arkadaşları ve çevresinde tanınıyordu: “Artık merhaba demeye hiçbir Ermeni kalmamalıdır. Herhangi bir damarın Ermenilere karşı acıma duygusu ihtiva ettiğini öğrendiğim zaman onu keserim ve dışarı çekip çıkarırım” sözlerinden ne olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. Der Zor’dan çöllere sürgüne gönderilen Ermeniler Marat’a, Savar, Şeddadiye’de hayatlarını kaybettiler. Bu kadar insanı öldürmek kolay olmadığı için, aç bırakılarak, çöllerde yürütülerek, susuz doğa koşullarında insanlar ölme noktasına gelince “sürgünler önce eşek, köpek ve kedileri kesmişler daha sonraları ise at ve deve leşlerini yemişlerdir. Yiyecek bir şey kalmadığında ise yamyamlık baş gösterdi. Cesetleri özellikle de küçük çocuk cesetlerini kemiriyorlardı. Bu acınacak haldeki kurbanlar akıllarını yitirmişlerdi” diye aktarıyor Andonyan.

 

İttihat’çılıktan komünistliğe...

Ermenileri yok etmek, öldürmek üzere görevlendirilen Salih Zeki, görevde kaldığı süre boyunca 192.750 kişinin ölümünden sorumlu olmuştur. Katliamlar bittikten sonra Ermenilerden elde ettiği altınları sandıklarla İstanbul’a beraberinde getirmiştir. Kendisi Mondros Mütarekesinin ardından ülkeyi terk eden İttihatçılar arasındadır. Divan-ı Harp Mahkemelerinde yargılanan Salih Zeki ve çeteler, 1920 yılında idam cezasına çarptırıldılar. Bunlardan Halil (Kut), Küçük Talat, Bahattin Şakir, Nuri (Kıllıgil), Salih Zeki kaçarak Almanya’da sonra Bakü’de toplandılar. 1920’li yıllar komünistler açısından zor ve karmaşık olarak tarihe geçmiştir. Ermenileri Türkiye’de yok eden, tarih sahnesinden silen İttihatçılar ise bu sefer yurtdışında boş durmamış ve yeni hile ve entrikalar için planlar kurmaya başlamışlardır.

1917 Ekim Devriminin etkisi bütün dünyaya yayılırken Almanya’da komünist partisinin bir güç haline geldiğini gören burjuvazi Parti önderlerini cezaevlerine atmıştır. Bunlardan en önemlisi Radek’tir. Kendilerini gizleyen, bu sefer “komünist” maskesi altında kurulan Yeni Türkiye Cumhuriyetine kendisi de bir İttihatçı olan Atatürk’e destek olmaya başladılar. İlişkilerini gizli gizli yazışarak sürdürdüler. Talat Paşa Hollanda’da toplanan II. Enternasyonal Kongresi sırasında Sosyalist Enternasyonal’in liderleriyle görüşmelerde bulunur. 1919 yılında Talat Paşa ile Enver Paşa cezaevinde Bolşevik Partisi Merkez Komite üyesi Radek ile görüşürler. 1920 yılında Karl Radek’in davetiyle Rusya’ya giderler, burada SBKP yöneticileri ile görüşmelerde bulunurlar. Bakü’de de boş durmayan İttihatçılar, Türkiye Komünist Fırkası’nı kurarlar. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının Bakü’ye gelmesiyle feshedilen TKF yerine, 1920 yılında 75 delegenin katılımıyla komünist örgütlerin katılımıyla gerçekleştirilen I. Kongresi ile TKP’nin kuruluşu 1920 yılında ilan edilir. MK üyeleri arasında 200.000’e yakın Ermeni’nin katili Salih Zeki de bulunmaktadır. Kendilerini gizleyen eli kanlı İttihatçılardan 1920’de Bakü’de Komüntern’in düzenlediği Doğu Halkları Kurultayı’na Türkiye delegesi olarak Salih Zeki de katılmıştır.  “Komünist” olduğunu iddia eden Salih Zeki ile bir mülakatta ortaya çıkan gerçek ise çok şaşırtıcıdır. “Senin için 10.000 Ermeni imha ettin diyorlar” denmesine karşılık “benim namusum var, 10.000’e tenezzül etmem, daha çık bakalım” diye yanıt vermiştir.

Ankara Hükümeti’nin gizli bürosu şeklinde yurtdışında halen faaliyetlerde bulunan İttihatçılar Türk-İslam Projesi ile Almanya’nın bölgesel çıkarlarını hayata geçirmek için Kafkaslar’da bulunmaktadırlar. Enver Paşa’nın amacı Rusya’ya darbe vurmak, Türk cumhuriyetlerine ulaşarak buraları ele geçirmektir. Çok değil, 1915 yılında Ermenilerin soykırıma uğrayarak yok edilmelerini göremeyen Mustafa Suphi ve arkadaşları, onların devamı olan Kemalist hükümet ile iyi ilişkiler kurmakta geri kalmamıştır. Topraklarının bir bölümünü kaybeden Ermenistan’ın işgalci Türk orduları, Kazım Karabekir tarafından Taşnak burjuva hükümeti diyerek işgalini desteklemiş, bu politikalar kendisinin ölümüyle sonuçlanmıştır. Karadeniz’de şehit olmadan önce görüşmelerde bulunmak üzere Salih Zeki, Kazım Karabekir ile Erzurum’a gelerek görüşmüş, Atatürk’ün Mustafa Suphi ve arkadaşlarını davetinden sonra bir komployla Karadeniz’de hunharca öldürülmüşlerdir.

Marat Kampı: Konyalı bir makinist olan Kevork ve karısının bizzat tanık oldukları bir olay artık pes doğrusu dedirtmişti. Öyle ki çocuklar yaşadıkları sırada ebeveyenlerinin kendilerini yemeleri düşüncesine alışmışlardı: “Bir çadırın altında aç bir yetişkin ve küçük bir kız, küçük kız ölüme yakın bir durumda uzanmış pişmekte olan etin kokusu kıza kadar gelmektedir. Bu kıtlık günlerinde bu büyük bir ayrıcalıktı. Yetişkin ve küçük kız birbirlerine bakmaktadırlar. Bir süreden beri artık eşek eti satılmıyordu. Artık hiç öldürecek eşek kalmamıştı. Muhtemelen yine küçük bir çocuk ölmüştü ve şüphesiz onun etini pişiriyorlardı. Küçük kız annesine: ‘Anne, artık dayanamıyorum onlardan bir parça istemeye git’ der. O, çadırı terk eder ve bir müddet sonra çok kırgın ve kızgın bir şekilde kızının yanına döner. Küçük kız ona vermediklerini anlar, fakat ümidinden ve arzusundan çok çabuk vazgeçmek istememektedir. Ve sorar ‘Ondan vermediler mama’, ‘Hayır kızım ... kör olsunlar’. Küçük kız o zaman yazgısına boyun eğerek annesine öğütte bulunarak talep eder. ‘Mama, ben de ölürsem, sen de onlara benim etimden verme...’ Sözün bittiği yerdir.

Meskene Kampı: Halep ve Fırat üzerinden gelen yolların arasında kavşak noktasında bulunan ilk önemli istasyondur. 1916 kış süresi boyunca kampın nüfusu yüz bine ulaşmıştı. Kamp yöneticiliğine kör olarak adlandırılan Karlık Kampında kafile şefi olan Kör Hüseyin’i “orada caniliğiyle, vahşetiyle ürkütücü bir ün bırakmıştı. Şişman, kör, kısa ve tıknaz son derece sefil, rezil ve adi biriydi” diye aktarıyordu Aram Andonyan. Daha önce kamp yöneticisi olan Hüseyin Avni’nin tanıklığına göre “…tifüsten, koleradan diğer hastalıklardan ve açlıktan burada ölen Ermenilerin resmi rakamı 88.000 olarak değerlendirilirken, gerçek sayı mezarcı başının tuttuğu ünlü çetelenin (rakamları hatırlayabilmek için değneğin üzerine kertikler konulurdu) gösteremediklerinden çok daha önemli, daha fazlaydı. Bu adam tamamen okur yazar değildi. Ve ele aldığı her ceset için bir kerti atmakla yetinmekteydi. Birçok insan olağan bir şekilde gömülen cesetlerin sayısının Fırat’a atılan cesetlerin sayısını kapsadığını ondan öğrendi. Takriben en az 100.000 insan” ölürken 1917 başlarında kampta 2100 kişinin kaldığını konsolos Rösler raporlarında belirtmiştir.

Meskene kampı aynı zamanda bir transit geçiş özelliği taşımaktaydı. Arkasından kafilelerin ölüm yolculuğu Der Zor’da son bulacaktı. Meskene baştan sona iskeletlerle dolmuş, bir kemik tarlasını andırıyordu. Halep’ten Res ül Ayn ve Meskene üzerinden 200.000 Ermeni gönderildi. Bu büyük grupta sadece 5-6 bin kişi sağ kurtuldu. Çocuklar Fırat nehrine atıldı. Kadınlar yollarda jandarma ve çetelerin barbarca ve vahşi hücumları sonucu süngülenerek, üzerlerine ateş edilerek öldürüldüler. Meskene’de İzmit’ten gelen bir Papaz da bulunuyordu. Papazlar hakkında verilen kararlar ise daha korkunçtu “doğrudan öldürün” deniyordu. Göçmen sevkiyat memuru olarak Meskene’ye gönderilen Naim Efendi’yi yola çıkmadan önce yanına çağıran Göçmenler Müdürü Eyüp Bey “Naim Efendi, Meskene’ye gönderdiğimiz sevkiyat memurlarının hiçbirinin bize faydası olmadı. Sen işin içinde bulundun, gelen emirleri de biliyorsun, bu adamları (Ermenileri) sağ bırakma, gerekirse kendi ellerinle öldür. Unutma bunları öldürmek bir eğlencedir” nasihatinde bulunmuştur. Ermeni aydını, anılarını, burada kamplarda yaşayan tanıkların anlatımlarından kaleme almıştır. 5 ay kendisi de sürülmeden önce Meskene’de kalmıştır. Rüşvetle Halep’e gitmiş, ölümden kurtulmuştur.

45574

Agop Ekmekciyan

Özellikle azınlıklar üzerine yazdığı yazılarıyla tanıdığımız yazarımız,diğer birçok konuda da makaleleriyle tanınmaktadır.

agop@kaypakkaya-partizan.net(Hazırlanıyor)

Agop Ekmekciyan

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar