Pazartesi Nisan 29, 2024

Aslı Ceren Aslan:Aşksız dirilmiş, iradesi güçlenmiş kadınlarız biz!

“ Sesim belki zayıf ama iradem hayır Aşksız, dirilmiş hissediyorum kendimi.” ( Ahmet Ahmatova )

Sovyetler’in ilk dönemlerinde kadının dilinden yazan, kendisine ve hemcinslerine, erkek egemen sistemin dayattıklarına tüm cesaretiyle karşı koyan, dokunulmaz-konuşulmaz kılınan “ikili ilişkilere” dair ezber bozan bir şair Anna Ahmatova. Aleksandra Kollontai, “Marksizm ve Cinsel Devrim” adlı eserinde yeniyi yaratırken ikili ilişkilerin de bundan kaçamayacağını belirtiyor ve kitabının bir bölümünü Anna’ya ayırıyor. Kollontai, bu bölümünde Anna’nın yazdığı şiirlerin neden kadınları bu kadar yakaladığını inceliyor. Sovyetler’de yeninin inşa edildiği bir dönemde komünist olmayan bir şairin kadınlara bu denli hitap etmesini sorgulayan Kollantai cevabı şu şekilde veriyor. “Ahmatava genellikle ‘kadın’ türküsü değil, yaşam yolunu çalışmayla bulan yeni yapıdaki kadının türküsünü söylüyor.”

Erkek egemen sistemin bin yıllardır bağımlı kıldığı kadının, bu bağımlılığını övgüler dizerek besleyen bir şair değil Anna, bu bağları gözler önüne serendir. Bu yönüyle eskinin değil, yeninin yanında yer alandır. Kadınları çeken ise budur! Sorgulanamaz kılınan, yüceltilen aşk ve cinselliğe dair açıklıkla yazan Anna, Sovyetler’in sosyal, siyasal ve ekonomik yenilenme ve eskiyi yıkma sürecine, ataerkilin manevi tutsaklığı ürettiği ikili ilişkilere dair korkusuzca yazarak katkıda bulunuyor. Manevi tutsaklığı dile getirişinin karşılığı elbette var; Sovyetler’de pek çok kadın aşkın prangasından sıyrılarak, iradelerine kavuşarak yenilemeye gidiyor.

Bugüne gelecek olursak… Kadın mücadelesinin deneyim ve birikimi var olan gücümüzü keşfetmemizi sağlıyor; pek çoğumuz Anna gibi gerek toplumsal gerek ikili ilişkilerde erkek egemen sistemin besleyip büyüttüğü cinsiyet rollerine karşı koymayı seçiyoruz. Kalıpların-sınırların dışına çıkarak manevi tutsaklığımızı yenmeye çalışıyoruz. Aşkı hayatının merkezine koymayan, onun “manevi tutsaklığına” boyun eğmemeyi seçen, erkeğin yansıması olmayı reddedenlerimiz gittikçe çoğalıyor. Kendi olmayı tanıyan; sevdiği-sevmediği, istediği-istemediğini ortaya koymaya başlayan; kimliğinden ödün vermeksizin yansıma olmayı reddediyoruz artık. Çünkü erkeğin yansıması oldukça mutlu olacağımızı zannettiğimiz zamanlar ötede kalmaya başladı; bunun en büyük mutsuzluğumuz olduğunu kavrıyoruz. Kendimizi tanımadan, erkek egemen sistemin biçtiği rollerle kendimiz olmaktan çıkarak bin yıldır unutturulmaya çalışılan “ben”imizi keşfetmek bizlerin bocalamasına sebep oluyor.

Bu bocalayış ikili ilişkilerde de karşımıza çıkıyor. Sıklıkla hayal kırıklığı yaşıyoruz fakat vazgeçmeyerek kendimizi keşfetmeye devam ediyor, keşfettikçe güçleniyoruz. Zorlansak da “sevgilinin hatırı için, aşk adına bile olsa kendimizi yadsımanın bir cinayet” olduğunu görüyoruz. Kadın katliamı sadece bedensel olarak gerçekleştirilmiyor, kimliğimize de yansıyor bu katliam. Erkeğin yansıması olarak katlediliyoruz hepimiz, hiçbirimizi es geçmiyor bu durum. O nedenle, geçerli olanı yıkmak zorlasa da bizi, kaybedeceğimizin farkında olarak vazgeçmiyoruz.

Feminist hareketin çok önemli bir belirlemesi var aşka dair: “Eşitlik yoksa, aşk da yok!” Bu belirlemeyi kaba şekilde “aşkı hayatımızdan sileceğiz” şeklinde ele almamak gerekiyor elbette. İkili ilişkilerde erk-ek tarafının kurduğu iktidar, kadının silikleşmesi ile can bulurken bunun yarattığı durumlar “aşk” olarak benimseniyor. Oysa ki aşkın bu olmadığını, buysa da bu haliyle kabul etmeyeceğimizi haykırıyoruz artık. Erkeği koruyan, kollayan; kadını ise bağımlı, korunan ve kollanan olarak resmeden “aşk”, toplumsal alanların ikili ilişkilerdeki yansımasını ortaya koyuyor. Erkek dünyalara açılırken kadının bir yerde beklemesi; “kıyı” olmayı benimsemesi gerekiyor. Kadının dünyalara açılması imkansız! Çünkü erkek “kıyı” olamaz, bekleyemez! En bilinenler fiziksel-cinsel şiddet olarak karşımıza çıkarken psikolojik şiddet “inceltilmiş” yöntemlerle bizi buluyor. “Sevmek fedakârlık gerektirir” düsturu ile psikolojik şiddete boyun eğmek ise “sevmek” oluyor. İstemediğimiz cinselliğe kaybetmeme korkusuyla; “aman gözü dışarıda olmasın” diyerek katlanıyoruz. Ve bu da “sevgi, aşk” oluyor!

Neyse ki artık bütün bunlar gizli-saklı köşelerde kalmıyor. Yeni Demokrat Kadın’ın dergi ve internet sitesinde yer alan pek çok deneyim ile yaşadıklarımızı paylaşmamız ve onlarla hesaplaşmamız, gizli-saklıyı, dokunulmaz-konuşulmazı reddettiğimizi göstermiyor mu? Deneyim paylaşımlarımızla, apolitik görünen tamda politik olduğunu, birbirimizle ne kadar farklı ama bir o kadar da aynı olduğumuzu, “tekil” sayılan olayların “çoğul” olduğunu görüyoruz. Bu paylaşımlarla, ataerkiye karşı güçleniyor; kadın dayanışmasının gerçek anlamını keşfediyoruz.

Diğer yandan Sovyetler’de Anna’nın şiirlerinde kendilerini bulan kadınlar gibi bizler de Furuğ Ferruhzad’da, Didem Mamak’da, Tezer Özlü’de onlarca cümle ile anlatamayacaklarımızı bulmuyor muyuz?  Didem Mamak, “Kanatlarım da sigara yanıkları/gül diye okşadım onu yıllarca” derken derdimizi iki cümle ile tek kertede anlatmıyor mu? “Aşk”, “sevgi” diye diye yıllardır kanatlarımızda söndürülen sigara yanıklarının farkına varıyoruz. Kıskançlık ile kısıtlanmışlığımız, zincire vurulmuşluğumu mesela. “Seven kıskanır”ın gül diye okşamışlığımıza denk düştüğünü… Erkeğin yüreğinden geçen yolun midesi ile aynı istikamette olması mutfağa hapsederken bizi, emek-emek daha fazla emekle sigara yanıklarımız artıyor. Acıyı sevgi belletenler yanıkları görmemizi engellerken, kadın mücadelesi ile yanıklarımızın farkına varıyoruz.

Kanatlarımızı özgürlüğe açmak için çırpınıyoruz.

“İkili ilişkiler”in bir başka boyutu ise evlilik. Artık imzalar yoluyla onaylanan prangayı Furuğ “Tutsak” isimli şiirinde, genç bir kadının “altın halka”nın anlamını keşfetmesiyle şöyle açıklıyor: “Kadın perişan oldu/ve yüzünde yine de ışık ve parıltı olan bu halka/kölelik ve kulluk halkasıdır diyerek/için için ağladı.” Genç kadının “altın halka”nın sırrına varışı, bu sırrı kavrayışı ve ardından yaktığı ağıttır bu. Acıları aşk zannetmek, “ben” i kaybederek “biz” olduk diye sevinmek… Ya da Tezel Özlü’nün yazdıklarına bakalım bir de; “Biz belki de kendi kendilerine yaşaması gereken ama belki de toplumumuz buna elvermediği için evlilikler yapan kadınlarız.” Yani Furuğ’un şiirinde “altın halka”yı, onun anlamını keşfeden kadının ataerkilin işlediği toplum nedeniyle kulluğa-köleliğe maruz bırakıldığı açık değil mi? İçerisinde bulunduğumuz sistem, “hastalıkta, sağlıkta…” ile başlayan sözlerle iki kişiyi birbirine mahkum kılıyor, ikiyi çoğaltmayı ancak doğan çocuklara endeksliyor, toplumsallaşmayı ise yok sayıyor.

Pek çok kadın yazar-şair yaraları ile yaralarımızı sunuyor bize. Farkına varan değişim-yıkım için çabalayan, kendini keşfeden kadınlarız biz. Ancak tüm bu keşiflerimiz erkek egemen sistemin güçlü oluşu nedeniyle eziyor bizi. Bilincimiz uyandıkça çoğu zaman acı çekiyoruz. Kapalı olan gözlerimizin açılışının bocalayışı altındayız. Çünkü Kollantai’nin de ifade ettiği gibi “yeni” henüz pek uzak!

Her ne kadar acıda çeksek, bocalasak da duyargalarımızın açılışı parçalamayı, var olan sınırları reddetmeyi beraberin de getiriyor. Pek çoğumuz tutsaklığa geri dönmeme amacıyla acılarımızı, bocalayışlarımızı güce çeviriyoruz. Bizler aşksız dirilmiş, iradesi güçlenmiş kadınlar olma yolunda sağlam adımlarla ilerliyoruz.

(Tutsak Yeni Demokrat Kadın aktivisti Aslı Ceren Aslan)

39706

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Doğu Rüzgarı, Batı Rüzgarını Yenecek!

Emperyalist kapitalist sistemin krizi dünya çapında etkilerini gösteriyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgal saldırısıyla keskinleşen ve derinleşen kriz, beraberinde rakip emperyalist kampların birbirine yönelik hamleleriyle sürüyor. Rusya’nın “nükleer silah kullanma” ve savaş için “kısmi seferlik” ilanının ardından işgal ettiği bölgelerde düzenlediği referandumla bu bölgeleri ilhak etmesi; Rusya üzerinden Almanya’ya doğalgaz taşıyan Kuzey Akım 1 ve Kuzey Akım 2 boru hatlarındaki sabotaj ihtimali güçlü olan patlama ve sızıntılar bu çelişkileri daha da keskinleştirmiş durumdadır.

Nanikkk... Nanikkk...

Reytingler  sıfır.

Reytingler  sıfır.

Ah... dostlar... ah..

Sormayın gitsin... sormayın gitsin...

Yükselmesi beklenen toplumsal muhalefetin (!) reytingleri de artırabileceği düşüncesi biz yazarlara öyle yazılar yazdırıyor...  öyle şeyler yapıyor ki...

Sormayın gitsin.

Bir bakıyorsunuz ki içimizde biri:

Her türlü burjuvalarla işbirliğini savunurken...

Bir diğeri:

İş, dünya proletaryalarının çeşitliliğiyle enternasyonalizmi savunmaya gelince su koyu verebiliyor.

Başka biri de:

Sosyalist Güç Birliği Kimin Tarafında?

Sosyalist Güç Birliği 20 Ağustos günü kuruluşunu deklare etti. Sol Parti, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye Komünist Hareketi ve Devrim Hareketi’nin oluşturduğu ve seçim takvimine ayarlı olduğu açık olan Birlik, kamuoyuna duyurduğu deklarasyonda kuruluş amaçlarını beş madde halinde sıraladı.

Kabaca özetlersek Güç Birliği; eleştirilerinin merkezine R.T.Erdoğan  şahsında “Tek Adam Rejimi”ni koyuyor. Bu rejimin dinci gericilik temelinde inşa edildiğini dile getirerek buradan hareketle bir laiklik savunusu yapıyor.

Harekete Geç, Kavganın Öznesi Ol

Zorluk ve fırsatların iç içe geçtiği bir süreçten geçiyoruz. Ortaya çıkan fırsatlardan yararlandığımız oranda bu zorlukları aşabiliriz.

Bugün geniş yığınlarda iktidara karşı tepkinin giderek artması, değişim için yüksek sesle dile getirilen itirazların-soruların çoğalması sınıf savaşımını geliştirme bakımından fırsatlar içermektedir.

Ermeni kaldı mı? (Nubar OZANYAN)

12 Eylül’ü 13 Eylül’e bağlayan gece Azerbaycan işgalci ordusu, arkasına ve yanına aldığı TC ordusuyla birlikte Ermenistan topraklarına saldırı başlattı. Birçok sivil yerleşim yeri bombalandı.

Militana Mektuplar…(2)

Merhaba tekrardan…

Yanı başımızda sürüp giden çekişmeli hayatımızdan biriktirdiğimiz anlardan seslenebiliyoruz ancak. Sesimiz ulaşıyorsa korkmaya ve umutsuzluğa kapılmaya gerek yok, tohum mutlaka filizlenmeye yüz tutar.

Hayatımıza geri dönüp bir bakmaya ne dersin. Korkularımızın mı cesaretimizin mi baskın olduğunun muhasebesini yaptığımızda ne görürüz?

İnsan dediğimiz canlı varlık her ikisini birlikte yaşar diyalektiğin gereği olarak. Korkularımız, bastırılmış öfkelerin dışa vurumuna götürür bizi. Burada cesaret denilen olgu karşımıza çıkar.

Tanrıyı Ette Bulma

Demek... öyle...

Dolly...

Dolly...

Bastır etleri leyla.

Çevir mangalı leyla.

Bir daha mı dünyaya geleceğiz leyla.

Bir daha mı dünyaya geleceğiz leyla.

Ha... ki.... ko.... ko...

Ha... ki.... ko.... ko...

Koltuk sallanıyor... koltuk...

Dolly...

Dollyyy...

Nerdesin kız?

Seni gidi kopya koyun.

Nerdesin?

Korkma kız....

Robotları artı değer üretemi içerisinde saymadılar diye yünlü yoldaşlarımızı yiyecek halimiz yok ya...

Ha... ki.... ko.... ko

Ha... ki.... ko.... ko

Emperyalizm Belli Ülke ve Uluslara Mı Özgü?1

Emperyalizm,  kapitalizme özgü bir olaydır. Kapitalizm öncesi emperyalizm yoktu ve toplumlar kapitalizme geçtiğinde, önce serbest rekabetçi kapitalizmle ve peşinden, kapitalizmin gelişmesi ve uluslararası yönünün daha fazla öne çıkmasıyla emperyalizmle tanıştı.

Biz bize benzemeyiz! [ismail cem özkan]

Kemalist arkadaşlar bazı sosyalistlerin kendileri gibi hayata baktığını ve yorumladıklarını gördükçe, duydukça diyorlardır “biz sosyalistiz herhalde!”... Ama Marksizimi bilen, onun düşünce yöntemini içselleştirmiş biri asla Kemalist olamaz ve hayata Kemalist gibi bakamaz, çünkü durdukları nokta farklı. Kemalistler burjuva ve sermaye bakış açısından devleti kutsallaştırıp, onu yaşatmak için düşünce yöntemini çizer, sosyalist ya da Marksistler ise tam tersidir, devleti “sönümlendirecek” işçi devleti kurmayı, yani işçi sınıfı ve mazlumların bakış açısına sahiptir...

Örgütlenme, Özgürleşme Ve Devrimin Güncelliği[1]

 

 

“İnsanlara şunu söylüyoruz:

Yalancıların maskelerini kaldırın,

körlerin gözlerini açın!”[2]

 

Sürdürülemez kapitalist çılgınlık şahsında, “Cehennem boşalmış, şeytanların hepsi burada!”[3] betimlenmesindeki bir hâl-i pür melal ile yüzleşiyoruz.

Dört Duvar Arasında Direnenler Dışarıdakiler İçin İnat Etme Manifestosudur

Yıllardır Sosyal medyada zindanları gündemde tutmak için güncel zindan haberlerini dışarıya ulaştırıp tutsak aileleri ve zindan arasında köprü olma misyonu ile tanınan bir hesapsınız. “Rojevazindanan” ismi ile dikkatleri üzerinize çekiyorsunuz. Twitter, instagram ve Facebook gibi geniş kesimlerin kullandığı bu mecraların hepsinde aynı anda aynı haberleri paylaşmanız da ayrıca emek isteyen bir çalışma. Biz Kaypakkayahaber sitesi olarak kitlesel refleks ve duyarlılık yaratmaya çalışan bu hesapları daha da iyi tanımak babında bir röportajı gerçekleştirmek istiyoruz.

Sayfalar