Pazartesi Mayıs 6, 2024

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir. Amaç cunta dönemlerine has tasarladıkları anayasa ve başkanlık yönetimini, 16 Nisan 2017'de yapılacak referandum ile yasal hale getirmektir. Bunun sonucu toplumun tüm katmanlarının bu referandumda “evet” oyu kullanmaları için devlet kurumları cunta dönemlerine has baskı ve saldırılarını artırırken; diğer taraftan toplumun geri kesimlerini etkilemek için şovenizmi ve din popülizmini daha üst boyutlara tırmandırmaktadırlar.

Elbette ki bundan toplumun en geri kesimlerinin etkilenme ihtimali var. Ancak toplumun önemli bir kesimi de başkanlık sisteminden rahatsızlık duyuyor. Bu koşullarda yapılan bu referandumda dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasaya tavır hayır olmalıdır.

Niçin Hayır?

Yapılacak referandum ile hakim sınıfların ezilen yığınlar üzerindeki baskıları daha üst boyutlara tırmandırılmak isteniyor. Bu uygulama yeni hazırlanan anayasa ve başkanlık sistemi ile yerine getirilecek. Böylece tüm ezilen kesimlerin sindirilmesi ve iyice etkisiz hale getirilmesi hedeflenmektedir. Türkiye mevcut konjonktürde sistemin ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarının üstesinden gelemiyor. Uluslararası alanda emperyalist sistemin içine girdiği kaotik süreçten bir türlü çıkamaması ve gelişen çelişkilerin daha keskin boyutlara tırmanması, Türkiye gibi bağımlı ülkeleri de etkilemektedir. Dolayısıyla uluslararası finans kapitalin içine girdiği bu müzmin durumun külfeti Türkiye gibi ülkelere de çıkarılıyor. Hem de bağımlı ülkelere çıkan fatura daha ağır olmaktadır.  Bunun sonucu Türk hakim sınıfları ve TC devleti sömürü ve baskı mekanizmasını daha tırmandırmaya çalışıyor. Başkanlık ve yeni anayasa bunun için gündeme getiriliyor. Bunun sonucu emekçi sınıflar, Kürtler, devrimciler, demokratlar, Aleviler, kadınlar vb. toplumun tüm ezilen katmanları üzerindeki sömürü, baskı ve faşizmin tüm tahakküm biçimlerinin daha artırılması hedefleniyor.

Bundan dolayı R. T. Erdoğan'ın başkanlığı kazanması, tasarlanan baskı mekanizmasının devreye sokulmasını beraberinde getirecektir. Kırıntılı da olsa geçmiş süreçlerde kazanılmış ekonomik ve demokratik haklar tümden lağvedilecektir. Mevcut faşist yönetim daha ağırlaştırılacaktır. Baskı ve sömürü daha artırılacaktır. Kürtler ve Aleviler üzerindeki katmerli baskı daha üst düzeylere tırmandırılacaktır. 12 Eylül 1980 darbesiyle uygulamaya konan parlamenter maskeli faşist anayasa, başkanlık kisvesiyle Erdoğan şahsında yürürlüğe konacak din kisveli faşist anayasaya dönüştürülecektir. Şu anki anayasanın 40 maddesi değiştirilecek ve 18 madde eklenerek uygulamaya konacaktır. Öyle ki, mevcut süreçte dahi cılkı iyice çıkan yasama, yürütme, yargı organlarının özerkliği tümden kaldırılacaktır. Bunun sonucu “seçim” sonucu işbaşına gelen başbakan ve hükümet kalkacaktır. Bakanlar kurulu bizzat cumhurbaşkanı tarafından atanacaktır. Böylece yasama ve yürütme kurulu doğrudan cumhurbaşkanına bağlı olacaktır. Yargı kurumu da doğrudan cumhurbaşkanının güdümünde oluşturulacaktır. Bunun sonucu Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yargı organlarında yer alanların çoğunluğu Cumhurbaşkanınca atanacaktır.

Bilindiği gibi 15 Temmuz 2016'da yapılmak istenen darbe başarılı olamayınca, 20 Temmuz 2016'da Erdoğan-Genelkurmay kliğince gerçekleştirilen diğer darbe sonrası referandum ile başkanlık ve yeni anayasa sorunu gündeme getirilmiştir. Darbe sonrasında Kürtlere, aydınlara, emekçilere ve tüm halk katmanlarına yönelik saldırıların, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak referandum sonucu faşist diktatörlüğün yeniden dizayn edilmesi hedefleniyor.  Hatırlanacağı üzere 12 Eylül Anayasasının referandumu da darbe sonrası yapılmıştı. Amaç yapılan darbe ile devrimci hareketin bastırılması ve 24 Ocak kararlarının uygulanması için hazırlanan 12 Eylül Anayasası'nın yürürlüğe konmasıydı. Günümüzde de egemen sınıflar 20 Temmuz'da yaptıkları darbe sonrası tasarladıkları anayasanın yürürlüğe konması için yapılacak referandumun kendi lehlerine sonuçlanmasını hedeflemektedirler.   

Elbette ki içinde bulunduğumuz referandum öncesi dönem de faşizmin hüküm sürdüğü bir süreçtir. Ama yapılacak olan referandum ile faşizm daha katmerli bir sürece sokulmak isteniyor.   Baskı, zulüm ve katliamların daha artırılması ile Kürt ulusal hareketinin ve devrimci demokrat kesimlerin etkisiz hale getirilmesi hedefleniyor. Ekonomik yapının içine girdiği krizin derinleşmesi sonucu emekçi kitlelerin olası tepkilerinin şimdiden frenlenmesi amaçlanıyor. Referandum bunun için gündeme getirilmiştir.

Tüm bu nedenlerden dolayı dayatılan referandumda hayır oyu kullanılmalıdır...

Hayır, Taktik-Politik Tavırdır...

19.yüzyılın sonlarından itibaren gericileşen burjuvazinin tüm kurumları da tarihsel olarak gerici bir muhtevaya bürünmüştür. Çünkü burjuvazi tarihsel olarak alt yapısı ve üst yapısıyla artık sistemi hedef almaktan çıkıp, muhafaza eden bir karaktere dönüşmüştür. Dolayısıyla iktidarda olan burjuvazi tarihsel olarak ilerici misyonunu yitirip gerici ve muhafazakar yapıya sahip olmuştur. Dolayısıyla burjuvazinin devlet erki ve tüm kurumları gerici bir karaktere sahiptir. Lenin'in bu tarihsel materyalist belirlemesiyle burjuvazinin parlamentosu da proletarya açısından tarihsel olarak ömrünü doldurmuştur. Dolayısıyla parlamenterizm bu tarihsel ve stratejik misyonuyla kitleleri aldatmanın bir aracı rolünü oynar. Bundan dolayı Lenin bunu burjuva parlamentarizmi ahırı olarak değerlendirir.

Tüm bu tahliller ülkelerin tarihsel sürecine ve stratejik hedefine ilişkindir. Dolayısıyla Lenin parlamenter mücadeleyi stratejik bir hedef ve stratejik bir araç olarak görmez.

Lenin ve Stalin parlamento karşısında mücadeleyi taktik ve politik bir mücadele olarak görürler. Burjuva demokratik devrimini yapmış emperyalist ülkelerde burjuva demokrasisinin olduğu ve devrimci durumun oluşmadığı süreçlerde “burjuva parlametarizmi ahırı”ndan yararlanmayı belirtirler. Bu ülkelerde parlamenter mücadele uzun vadeli bir süreç oluşturmuştur. Ama Lenin parlamenter mücadeleyi bu ülkelerde bile esas kılmaz ve köklü kurtuluşu devrime tabi kılar. 

Çarlık Rusyası ve bizim gibi devrimci durumun süreklilik arzettiği ülkelerde ise parlamenter mücadele daha dar kapsamlıdır. Dolayısıyla seçimlere, referandumlara vb. parlamenter mücadelelere katılıp-katılmama tavrı, içinde bulunulan taktik dönemlere göre belirlenir. Taktik tavır ve taktik politika izlediği stratejik hatta uygun olarak her somut durum ve koşullarda gereken mücadele biçimleri ve yöntemleriyle birlikte gereken araç ve yolların belirlenmesi ve o doğrultuda hareket edilmesidir. Dolayısıyla taktik Stalin yoldaşın belirlemesiyle “taktik daha az önemli hedefleri önüne koyar, çünkü onun hedefi, bir bütün olarak savaşı kazanmak değil, devrimin verili yükselme ya da alçalma dönemindeki somut duruma uygun şu ya da bu muharebeyi, şu ya da bu çarpışmayı, şu ya da bu kampanyayı, şu ya da bu eylemi başarıyla gerçekleştirmektir. Taktik, stratejinin bir parçasıdır, ona bağlıdır ve ona hizmet eder.”

Ülkenin objektif koşullarının kabarmasına karşın devrime önderlik edecek subjektif güçlerin (devrimci güçlerin) geride kaldığı koşullarda, kitlelerin kendiliğinden tepkisi görmezden gelinemez. Ancak mevcut faşist yönetimin faşizmi daha derinleştireceği, baskıyı, zulmü, katliamı daha tırmandıracağı ve daha azgın saldırılara geçeceği devrimci hareketler tarafından görülmelidir. Nitekim bu minvalde eylem birliğine gidilmiştir. Ve dayatılan referanduma ve başkanlık sistemine karşı hayır tavrı kararı alınmıştır.

Hayır tavrı ile izlenecek taktik; Erdoğan önderliğindeki egemen güçlerin geri püskürtülmesi ve sonrasında ileri kitlelerle bağ kurulması ve daha ileri mevzilere çekilmesidir. Hayır sonucu çıktığında bu minvalde elverişli koşullar oluşacağı görülmelidir. Belki de bu süreç özellikle batıda kitlelerle devrimci güçlerin arasındaki kopukluğun giderilmesinde ön adım olacaktır. Yeter ki, bu şimdiden görülsün. Haklı ve meşru mücadele referandum sonrası daha ileri alanlara çekilsin...

Bir Partizan

44266

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

UYU EY „YİǦİT“ HALK ;Hasan Hayri Aslan

UYU EY YIGIT HALK

UYRUKEN ÖLÜM ACI VERMEZ İNSANA
UYU SEN!...

Atlar ve katırlar kişniyerek tepişiyorlar… Zavallı, yoksul çaresiz halklar ayaklar altında. Onları peygamber belleyen katiller gariban erlerden birinin kellesini kesiyor kameralar önünde. Katiller karanlık yüzlü, kara sakallı pis birer mahluk, öteki kellesiz gariban cesedin başında kurt işareti yapıyor, ağzı kulaklarında. Kurtların, çakalların, yılanların işgali altında memleket!

Durum iyidir !Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

15 Temmuz akşamı faşist klikler arasında iktidara hâkim olma kavgası yeni bir boyut kazandı. Hâkim sınıflar arasında süregelen çelişkinin özü uzlaşmaz bir çelişkidir. Bu uluslar arası emperyalist devletlerin sermaye egemenlik savaşının bir parçasıdır. Faşist klikler arası darbe girişimleri, çatışmalar, öldürmeler, idamlar vb. yeni bir şey değildir. Bu yüzyıllık TC tarihine bakıldığında çokça görülür. Tarih, Ermenilere, Kürtlere, Araplara, Alevilere vb. yapılan soykırımla, katliam ve akıl almaz işkence, zulümle doludur. İttihat ve Terakki’den günümüze bu böyle oldu.

Darbe'nin imitasyon ve fason hali...

Bu ya bir tiyatrodur ki ben öyle düşünüyorum;  ya da sinemanın gala gecesinden yalnızca bir sahnedir ki, düşünmek bile istemiyorum!

Soralım!

Kendi öz savunmamızı güçlendirmeliyiz!! Mahircan

Darbenin her türlüsüne karşı olduğumuz açık. Yıllardır yaşadığımız hukuksuzluğa, sivil darbe örgütlenmelerine, faşizme, gericiliğe, radikal İslamcı katliamcı zihniyete karşı olduğumuz gibi..

Bu tiyatrodan kim yarar sağladıysa, kotaranı da odur.

Egemen sınıfların kanlı-kaos senaryoları ve hesaplaşmaları

15 Temmuz gecesi darbesinin egemen sınıflar arası çatışmanın bir ürünüydü. Özellikle AKP-Gülen cemati arasındaki çıkar dalaşında yenik düşen Gülen cematinin son çırpınışları olarak ortaya çıktığı analaşılıyor. İki faşist-dinci kliğin çatışmasından “demokrasi”nin doğması ya da işçi ve emekçilerin lehine sonuçlanması söz konusu olamazdı.

TKP/ML Merkez Komitesi;“Faşist kliklerin dalaşına değil, halk savaşına taraf ol!”

Türk egemen sınıflarının yaşadığı siyasal kriz derinleşerek devam ediyor. Faşist diktatörlük içindeki klik çatışması 15-16 Temmuz 2016’da ordu içinde örgütlenmiş bir cuntanın askeri darbe girişimiyle yeni bir evreye geçmiştir. Türk egemen sınıflarının tarihinde pek tanık olunmadık bir darbe girişimi olmuştur. Darbe girişiminin başladığı saatten (15 Temmuz saat 21.30), örgütlenme biçimine ve kısa sürede yelkenleri indirmesine kadar fiyasko niteliğinde bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu darbe girişimi TC tarihi açısından bir ilktir.

Partizan “Darbenin her türlüsüne karşı direnişe, mücadeleye!”

15 Temmuz akşamından başlayarak 16 Temmuz gecesi boyunca devam eden askeri darbe girişimine karşı bir açıklama yayınlayan Partizan “Bugün “Allah’ın bir lütfu olarak” ifade edilen darbe girişimiyle daha güçlenen ve halka yönelik saldırılarına artıracak olan resmi ve resmi olmayan sistem güçlerine karşı, emekçi halkın kendisini korumak için tedbirler alması, darbeleri üreten ve kendisi de bir darbe ürünü olan AKP şahsında sisteme karşı mücadeleyi yükseltmesi “darbe-darbe karşıtlığı” üzerinden yapılmaya çalışılan bölünmeye karşı çıkması varlık-yokluk sorunu haline gelmiştir.

Parti inşası; ve sürekliligi saglanmış önderlik ;Halil Ahmet

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Her birimiz bunun farkındayız kulaklar sağır gözler kör uykuda ölü taklidi yapmanın bir anlamı yoktur.

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Parti ve önderliğin inşası,doğru bir siyasal hattın MLM temelde sürekliğinin sağlanması her geçen gün daha da hissedilir bir durum olarak kendini dayatmaktadır.

Parti ve önderliğin inşası sürekliliği sağlanmış önderlik olgusu ve bunun la berabar doğru temelde çizginin sürekliliği nin sağlanması dediğimiz olgudan ne anlamalıyız

ÇÖZÜLME, PARÇALANMA VE KUTUPLAŞMA GÜZERGÂHINDA[*]

“Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı,İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.”[1]

III. Büyük Bunalım’ın yerküresinde, Sykes-Picot’un miadını doldurduğu Ortadoğu’da, nihayet coğrafyamızda devasa bir dissolution (çözülme) fragmantasyon (parçalanma) ve polarizasyon (kutuplaşma) yaşanıyor.

Bunu hâlâ görmeyen, bilmeyen, kavramayan varsa ne yazık.

Çünkü gelecek(imiz) “Fortis imaginatio generat casum/ Zengin hayalgücü, olacakları (önceden) tahmin eder,” kaydı düşülmesi gereken söz konusu gerçeğin biçimleneceği güzergâhtaki çatışmalarla karara bağlanacak.

Gündem'e, düne ve bugüne dair…[1]

“halkımın damlayan kanını gördüm ve ateş gibi tutuşuyordu her damla!”[2]

Bu benim Gündem’e ilk gelişim değil. Yıllar önce, “kirli savaş” döneminde daha çok -orada yaşadığım için- Ankara’da, ama aynı zamanda İstanbul’daki merkez ile Diyarbakır büroda gözüpek genç gazetecilerle yanyana olmanın onurunu yaşamıştım. O zamanlar, gazeteyi yanılmıyorsam Gültan yönetiyordu… Yurdusev haber müdürüydü. Hüseyin dış haberlerde, Ali ve Emine Kültür-Sanat servisindeydiler… Koordinatör yanılmıyorsam Sanlı’ydı…

Neden suriyeli savaş mağdurları istenmez

Dünyamız küresel  emperyalist  semayenin yaşadığı ekonomik kriz sonucu büyük sarsıntılar yaşıyor. Ortadoğu’da başta Amerikan  emperyalizmi olmak üzere,empryalist haydutlar kendi çıkarları,sömürü ve rahatları için insan kanına doymuyor. Daha fazlasını istiyor,kan , katliam kâr, kâr, kâr …Onları kendi çıkar ve menfaatleri ilgilendiriyor. Biz bunları yüzyılın tarihinde çokca yaşadık. Alman emperyalizmi birinci emperyalist savaşta Ermeni soykırımını  İttihat-Terraki paşalarıyla birlikte  gerçekleştirmedimi?

Sayfalar