Cumartesi Mayıs 4, 2024

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir. Amaç cunta dönemlerine has tasarladıkları anayasa ve başkanlık yönetimini, 16 Nisan 2017'de yapılacak referandum ile yasal hale getirmektir. Bunun sonucu toplumun tüm katmanlarının bu referandumda “evet” oyu kullanmaları için devlet kurumları cunta dönemlerine has baskı ve saldırılarını artırırken; diğer taraftan toplumun geri kesimlerini etkilemek için şovenizmi ve din popülizmini daha üst boyutlara tırmandırmaktadırlar.

Elbette ki bundan toplumun en geri kesimlerinin etkilenme ihtimali var. Ancak toplumun önemli bir kesimi de başkanlık sisteminden rahatsızlık duyuyor. Bu koşullarda yapılan bu referandumda dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasaya tavır hayır olmalıdır.

Niçin Hayır?

Yapılacak referandum ile hakim sınıfların ezilen yığınlar üzerindeki baskıları daha üst boyutlara tırmandırılmak isteniyor. Bu uygulama yeni hazırlanan anayasa ve başkanlık sistemi ile yerine getirilecek. Böylece tüm ezilen kesimlerin sindirilmesi ve iyice etkisiz hale getirilmesi hedeflenmektedir. Türkiye mevcut konjonktürde sistemin ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarının üstesinden gelemiyor. Uluslararası alanda emperyalist sistemin içine girdiği kaotik süreçten bir türlü çıkamaması ve gelişen çelişkilerin daha keskin boyutlara tırmanması, Türkiye gibi bağımlı ülkeleri de etkilemektedir. Dolayısıyla uluslararası finans kapitalin içine girdiği bu müzmin durumun külfeti Türkiye gibi ülkelere de çıkarılıyor. Hem de bağımlı ülkelere çıkan fatura daha ağır olmaktadır.  Bunun sonucu Türk hakim sınıfları ve TC devleti sömürü ve baskı mekanizmasını daha tırmandırmaya çalışıyor. Başkanlık ve yeni anayasa bunun için gündeme getiriliyor. Bunun sonucu emekçi sınıflar, Kürtler, devrimciler, demokratlar, Aleviler, kadınlar vb. toplumun tüm ezilen katmanları üzerindeki sömürü, baskı ve faşizmin tüm tahakküm biçimlerinin daha artırılması hedefleniyor.

Bundan dolayı R. T. Erdoğan'ın başkanlığı kazanması, tasarlanan baskı mekanizmasının devreye sokulmasını beraberinde getirecektir. Kırıntılı da olsa geçmiş süreçlerde kazanılmış ekonomik ve demokratik haklar tümden lağvedilecektir. Mevcut faşist yönetim daha ağırlaştırılacaktır. Baskı ve sömürü daha artırılacaktır. Kürtler ve Aleviler üzerindeki katmerli baskı daha üst düzeylere tırmandırılacaktır. 12 Eylül 1980 darbesiyle uygulamaya konan parlamenter maskeli faşist anayasa, başkanlık kisvesiyle Erdoğan şahsında yürürlüğe konacak din kisveli faşist anayasaya dönüştürülecektir. Şu anki anayasanın 40 maddesi değiştirilecek ve 18 madde eklenerek uygulamaya konacaktır. Öyle ki, mevcut süreçte dahi cılkı iyice çıkan yasama, yürütme, yargı organlarının özerkliği tümden kaldırılacaktır. Bunun sonucu “seçim” sonucu işbaşına gelen başbakan ve hükümet kalkacaktır. Bakanlar kurulu bizzat cumhurbaşkanı tarafından atanacaktır. Böylece yasama ve yürütme kurulu doğrudan cumhurbaşkanına bağlı olacaktır. Yargı kurumu da doğrudan cumhurbaşkanının güdümünde oluşturulacaktır. Bunun sonucu Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yargı organlarında yer alanların çoğunluğu Cumhurbaşkanınca atanacaktır.

Bilindiği gibi 15 Temmuz 2016'da yapılmak istenen darbe başarılı olamayınca, 20 Temmuz 2016'da Erdoğan-Genelkurmay kliğince gerçekleştirilen diğer darbe sonrası referandum ile başkanlık ve yeni anayasa sorunu gündeme getirilmiştir. Darbe sonrasında Kürtlere, aydınlara, emekçilere ve tüm halk katmanlarına yönelik saldırıların, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılacak referandum sonucu faşist diktatörlüğün yeniden dizayn edilmesi hedefleniyor.  Hatırlanacağı üzere 12 Eylül Anayasasının referandumu da darbe sonrası yapılmıştı. Amaç yapılan darbe ile devrimci hareketin bastırılması ve 24 Ocak kararlarının uygulanması için hazırlanan 12 Eylül Anayasası'nın yürürlüğe konmasıydı. Günümüzde de egemen sınıflar 20 Temmuz'da yaptıkları darbe sonrası tasarladıkları anayasanın yürürlüğe konması için yapılacak referandumun kendi lehlerine sonuçlanmasını hedeflemektedirler.   

Elbette ki içinde bulunduğumuz referandum öncesi dönem de faşizmin hüküm sürdüğü bir süreçtir. Ama yapılacak olan referandum ile faşizm daha katmerli bir sürece sokulmak isteniyor.   Baskı, zulüm ve katliamların daha artırılması ile Kürt ulusal hareketinin ve devrimci demokrat kesimlerin etkisiz hale getirilmesi hedefleniyor. Ekonomik yapının içine girdiği krizin derinleşmesi sonucu emekçi kitlelerin olası tepkilerinin şimdiden frenlenmesi amaçlanıyor. Referandum bunun için gündeme getirilmiştir.

Tüm bu nedenlerden dolayı dayatılan referandumda hayır oyu kullanılmalıdır...

Hayır, Taktik-Politik Tavırdır...

19.yüzyılın sonlarından itibaren gericileşen burjuvazinin tüm kurumları da tarihsel olarak gerici bir muhtevaya bürünmüştür. Çünkü burjuvazi tarihsel olarak alt yapısı ve üst yapısıyla artık sistemi hedef almaktan çıkıp, muhafaza eden bir karaktere dönüşmüştür. Dolayısıyla iktidarda olan burjuvazi tarihsel olarak ilerici misyonunu yitirip gerici ve muhafazakar yapıya sahip olmuştur. Dolayısıyla burjuvazinin devlet erki ve tüm kurumları gerici bir karaktere sahiptir. Lenin'in bu tarihsel materyalist belirlemesiyle burjuvazinin parlamentosu da proletarya açısından tarihsel olarak ömrünü doldurmuştur. Dolayısıyla parlamenterizm bu tarihsel ve stratejik misyonuyla kitleleri aldatmanın bir aracı rolünü oynar. Bundan dolayı Lenin bunu burjuva parlamentarizmi ahırı olarak değerlendirir.

Tüm bu tahliller ülkelerin tarihsel sürecine ve stratejik hedefine ilişkindir. Dolayısıyla Lenin parlamenter mücadeleyi stratejik bir hedef ve stratejik bir araç olarak görmez.

Lenin ve Stalin parlamento karşısında mücadeleyi taktik ve politik bir mücadele olarak görürler. Burjuva demokratik devrimini yapmış emperyalist ülkelerde burjuva demokrasisinin olduğu ve devrimci durumun oluşmadığı süreçlerde “burjuva parlametarizmi ahırı”ndan yararlanmayı belirtirler. Bu ülkelerde parlamenter mücadele uzun vadeli bir süreç oluşturmuştur. Ama Lenin parlamenter mücadeleyi bu ülkelerde bile esas kılmaz ve köklü kurtuluşu devrime tabi kılar. 

Çarlık Rusyası ve bizim gibi devrimci durumun süreklilik arzettiği ülkelerde ise parlamenter mücadele daha dar kapsamlıdır. Dolayısıyla seçimlere, referandumlara vb. parlamenter mücadelelere katılıp-katılmama tavrı, içinde bulunulan taktik dönemlere göre belirlenir. Taktik tavır ve taktik politika izlediği stratejik hatta uygun olarak her somut durum ve koşullarda gereken mücadele biçimleri ve yöntemleriyle birlikte gereken araç ve yolların belirlenmesi ve o doğrultuda hareket edilmesidir. Dolayısıyla taktik Stalin yoldaşın belirlemesiyle “taktik daha az önemli hedefleri önüne koyar, çünkü onun hedefi, bir bütün olarak savaşı kazanmak değil, devrimin verili yükselme ya da alçalma dönemindeki somut duruma uygun şu ya da bu muharebeyi, şu ya da bu çarpışmayı, şu ya da bu kampanyayı, şu ya da bu eylemi başarıyla gerçekleştirmektir. Taktik, stratejinin bir parçasıdır, ona bağlıdır ve ona hizmet eder.”

Ülkenin objektif koşullarının kabarmasına karşın devrime önderlik edecek subjektif güçlerin (devrimci güçlerin) geride kaldığı koşullarda, kitlelerin kendiliğinden tepkisi görmezden gelinemez. Ancak mevcut faşist yönetimin faşizmi daha derinleştireceği, baskıyı, zulmü, katliamı daha tırmandıracağı ve daha azgın saldırılara geçeceği devrimci hareketler tarafından görülmelidir. Nitekim bu minvalde eylem birliğine gidilmiştir. Ve dayatılan referanduma ve başkanlık sistemine karşı hayır tavrı kararı alınmıştır.

Hayır tavrı ile izlenecek taktik; Erdoğan önderliğindeki egemen güçlerin geri püskürtülmesi ve sonrasında ileri kitlelerle bağ kurulması ve daha ileri mevzilere çekilmesidir. Hayır sonucu çıktığında bu minvalde elverişli koşullar oluşacağı görülmelidir. Belki de bu süreç özellikle batıda kitlelerle devrimci güçlerin arasındaki kopukluğun giderilmesinde ön adım olacaktır. Yeter ki, bu şimdiden görülsün. Haklı ve meşru mücadele referandum sonrası daha ileri alanlara çekilsin...

Bir Partizan

44245

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

44 Yıl sonra onlar yani sonsuzlar[*]

“Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma.”[1]

“Üç Fidan”ın 6 Mayıs’ından veya THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) savaşçılarından, 44. yıldaki sonsuzluklarından söz etmek zor olsa da; “olmazsa olmaz”…

Madımak’tan Mercan’a, Koray’dan Dursun’a‏

Biri henüz 11 yaşında, Pir Sultan Abdal’ın elinde dünyanın en güçlü direnç, bilinç ve isyan silahına dönüşmüş Bağlamaya, Semaha ve Türkülere sevdalı, 2 Temmuz 1993’te Madımaktaki 33lerin en küçüğü Koray Kaya… Diğeri yüzyıllardır özgürlük meşalelerinin yandığı, sefer edilip zafer elde edilemeyen Jaru Diyara, Kaypakkaya’nın destanlaştığı Munzurlara, Zel dağına, özgürlüğün diyarına giden, 17 Haziran 2005 Mercan Dağlarında kimyasal silahlarla katledilen 17lerin en küçüğü Dursun Turgut..

'Osmanlıcılık' Egemenlerin Krizlerine Çok Boyutlu Çare Arayışıdır / Haluk Gerger

Uluslararası ilişkiler ve özellikle Ortadoğu üzerine çalışmalarıyla tanınan akademisyen ve yazar Haluk Gerger Siyaset Gazetesi ile dünya güç dengeleri, Ortadoğu ve Türkiye üzerine bir röportaj gerçekleştirdi

CHP, stabil bir parti mi?‏ /İsmail Cem Özkan

Yaşadığımız ülkenin ve devletin kurucu gücü olarak tanıtılan CHP aslında homojen bir parti hiçbir zaman olamadı, sürekli olarak çağın ve zamanın ruhuna uygun olarak tavır değiştirtirken kadrosu da değişen bir siyasi partidir ve o yüzden stabil değil dinamiktir.

CHP kurucu üyeleri son Osmanlı Meclisi üyeleri ve 1. Ankara’da kurulan meclistir. Osmanlı devletinden almış olduğu mirası kesintisiz olarak ileriye taşıyan parti özelliğini de korumasına rağmen, bugün kuruluş çizgisinden çok uzakta hatta hiçbir bağlantısı kalmamış konumdadır.

Koşullara Boyun Eğmek Değil, Değiştirmek Devrimciliktir!

"Bak Bill, İşte Kocakafa!”

İslamcı faşist devletin en büyük korkusu, kitlelerin direnme gücünü bütünüyle kıramamış olmasıdır. Onlar, kendi saltanatlarını rahat sürdürebilmek için, öncelikle kitleleri bütünüyle teslim alamk isterler. Teslim almanın ötesinde, bütünüyle sindirmek ve ezmek isterler. Kısa ve uzun vadeli taktikleri budur.

AKP faşist hükümeti, 14 yıldır, kitleleri teslim almanın mücadelesini veriyor ve son 6 yıldır ise, yoğun bir şekilde saldırıyor. Buna rağmen, kitleleri bütünüyle teslim alabilmiş değildir.

Yaralı Gövdeyle Yaşama Tutunmak

Yaşam binbir zorluklarla,iniş-çıkışlarla doludur. Mutluluk ve mutsuzluk'da öyle birşey. Yaşamda yanlızca mutluluk yoktur, aynı zamanda yaşamımızda yanlızca mutsuzluk denen bir kader'de yoktur. İnsanların yaşamını belirleyen içerisinde yaşadıkları toplumsal ilişkiler ve olaylardır. Bu sosyal , siyasal,kültürel ve toplumsal olaylar etkiler yaratır insan yaşamında. Hatta insanın sosyal yaşamında belirleyci rol oynar. Doğada diğer canlılarda doğanın birçok olayında,değişiminde, altüst oluşunda ciddi şekillerde etkilenirler.

Yine bir Mayıs günü...Rojava’dan bir Partizan

Ölüm kutsanmaz bizde. Kutsanan özgür yaşamdır. Ancak özgür bir yaşam için ölmek gerekiyorsa tıpkı umutla yaşama koşar gibi, cesaretle karşılarız ölümü. Öncülük kutsanmaz bizde ancak geleceği kısaltmak içinse öncülük, bir sıra neferi gibi atılırız öne. Yaşamın, savaşın, gelişimin diyalektiğinde anlamlandırırız her ölümü ve öncülüğü. 

Ortadoğu'da Öcalan'ın rolü ve Demokratik Konfederalizm‏

Hegemonik güçlerin BOP projesi türlü türlü kaos politikalarının uygulamaya alınmasıyla devam ediyor.

Yaralı kartalların sığınağı,Dersim

İbrahim Kaypakkaya -Erdoğan Yalgın

Baba Ali Kaypakkaya doğan çocuğuna muhemeldir ki, Haranlı İbrahim Peygamberin adını verdi. Dünyaya gelen (1949) bebek, İbrahim Kaypakkaya’ydı. 

Gezi heyulası burjuvazinin korkusu olmaya devam ediyor

Bugün GEZİ’nin (2013 Haziran Ayaklanması) 3. Yıldönümü. Gezi, Türkiye ve Kuzey Kürdistan işçi sınıfı ve emekçilerin tarihinde,  hep yükseklerde tutularak taşınacak bir isyan bayrağı olacaktır. 

Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri tarihe bir not düşmüşlerdir: Politik özgürlüklerin baskı altına alınması, yok edilmesine karşı sessiz kalınmayacaktır. Kutuplaştırılmaya, islamlaştırılmaya, demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi karşısında sessiz kalınmayacaktır. Gezi’nin tarihe düştüğü not budur.

Sayfalar