Çarşamba Mayıs 8, 2024

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

İnsan bir eşyasını kaybeder, anahtarını bulamaz örneğin, cüzdanını düşürür, gözlüğünü unutur bir kafede vs. ama evladını, eşini, anne-babasını nasıl kaybeder? İnsanlar tabii ki kaybolmaz ama Türkiye gibi faşizmle yönetilen bir ülkede insanlar kaybedilir, en ufak bir iz dahi kalmaz arkasında. Bir gün bir Toros marka araba yanaşır, içinden çıkan telsizli, sivil ve insan görünümlü birileri kolunuzdan tutup zorla arabaya bindirir sizi ve “kaybolursunuz”. Geride kalanlar ise insan ömrünün yettiği sürece kaybını arar, çalmadık kapı bırakmaz ama artık kemiklerini bulmaya bile razıyken, çoğunlukla tek bir yanıt bile alamazlar. Galatasaray Meydanı, her Cumartesi günü, kaybedilmiş insanların akıbetini öğrenmek, hem kaybedenlerden hesap sormak hem de ortak acıların sahiplerini biraraya getirmek için mesken tutulmuştur 1995’ten bu yana.

8 Nisan 2023’te Cumartesi Anneleri/İnsanları, 700’üncü haftadan itibaren eylemlerinin engellenmesine karşı başvurdukları Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali” kararı vermesinin ardından, eylemlerinin 941’inci haftasında “AYM kararına uyun, Galatasaray’daki ablukayı derhal kaldırın” diyerek çıktıkları Galatasaray Meydanı’nda polisin saldırısına uğradılar. Ve 20 haftadır her Cumartesi, AYM kararına rağmen ablukaya alınıp, ters kelepçeyle gözaltına alınıyorlar.

Taksim’i iktidarın kendi soytarılık gösterileri dışında her türlü toplumsal eyleme, protestoya kapatan AKP-MHP iktidarı, çocuklarının akıbetini öğrenmek isteyen Cumartesi Annelerinin/İnsanlarının yarım saatlik oturma eylemine de tahammül edemeyecekti elbette. Çünkü gözaltında kaybetme politikası, hangi hükümet gelirse gelsin, bu faşist sistemin tüm halka yönelik verdiği gözdağıdır, yıldırma-korkutma siyasetinin bir parçasıdır. Mesele, bugün gözaltında kayıp politikasının yaygın bir şekilde uygulanması ya da uygulanmaması değildir. Mesele bu politikanın, faşizmin elinde bir silah olarak bulunmasıdır, bu nedenle de “yüzleşme- hesaplaşma” gibi bir durumun olması söz konusu dahi değildir. Ancak Cumartesi Annelerinin, kayıp yakınlarının, insan hakları savunucularının yarım saatlik eylemi, bu politikada açılan önemli bir gediktir.

Tüm toplumsal mücadele alanları gibi kadın mücadelesi-hareketi de, Cumartesi eylemlerinin bir parçası olma konusunda sürece daha fazla müdahil olmalıdır. 1994’te Dersim/Mirik’te köye yapılan askeri operasyon sonrası kendilerinden bir daha haber alınamayan Hatun Işık, Yeter Işık, Elif Işık, Gülizar Serin ve üç yaşındaki kızı Dilek Serin, 1997’de Kulp-Diyarbakır yolunda kaçırılan Zozan Eren, 1993’te Tatvan’da gözaltına alınan Hamide Şarlı, 1994’te İstanbul’da gözaltına alınan Lütfiye Kaçar, 1995’te Ankara’da gözaltına alınan, işkence görmüş bedeni Gölbaşı’da gömülü bulunan Ayşenur Şimşek, 1996’da  gözaltına alınan ve iki yıl sonra Cizre Asri Mezarlığı’nda bulunan Fahriye Mordeniz, 1 Mayıs 1995’te Diyarbakır Bismil’de gözaltında alınan Hatice Şimşek, 31 Mart 1998’de İzmir Çeşme’de gözaltına alınan Neslihan Uslu, Bedriye Gümüş, Cizre’de gözaltına alındıktan 18 yıl sonra yol yapım çalışması sırasında kemikleri bulunan Makbule Ökdem, 1992 yılında Dersim’de gözaltına alındıktan 8 gün sonra işkenceden tanınmaz haldeki bedeni Elazığ’da gömülü bulunan Ayten Öztürk, 1992 yılında Mardin/Derik’te gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Rıdda Yavuz, 1993 yılında Hizbullah tarafından Nusaybin’de kaçırıldıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Sedika Dal, 1993 yılında Bitlis/Tatvan/Wanik köyündeki evlerinden askerler tarafından gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Hamide Şarlı, 1994 yılında İstanbul’da gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Lütfiye Kaçar, 1994 yılında Muş’un Hasköy ilçesine bağlı Ortaç köyünde askeri bir operasyonun ortasında kalan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan Gülnaz Tatu ve Kadriye Tatu, 1996 yılında Diyarbakır / Bağlar’daki ev baskınında gözaltına alındıktan sonra kendisinden bir daha haber alınamayan Şükran Daş, 1998 yılında Hizbullah tarafından Mersin’de kaçırıldıktan 18 ay sonra, işkence görmüş bedeni Konya Meram’daki bir villanın bodrumunda gömülü bulunan Konca Kuriş, 2020’den bu yana kendisinden haber alınamayan Gülistan Doku ve tüm kayıplar için kadınlar, Cumartesi eylemlerinin bir parçası olmalı.

2011 yılındaki Cumartesi eylemlerinin 351. Haftasında Plaza de Mayo Annesi Maria Euquenia Mendizebal’in dediği gibi “…Bir tek mücadele kaybedilir; o da terk edilen mücadeledir.

1284

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar