Cuma Mayıs 3, 2024

Bir ulusun başına gelen Büyük Felaket, Bir coğrafyanın tanıklık ettiği, unutulamayacak bir yıkım…

Üzerinden yüzyıl geçmiş olmasına sadece bir yıl kaldı, o Büyük Felaket’in, o acımasız talanın ve o amansız soykırımın.Dillerin lal olduğu, kulakların tıkandığı, gözlerin kapatıldığı zamanlar hiç eksik olmadı bu yüzyıl boyunca. Ama hiçbir şeyin gücü yetmedi, bir ulusun acısını dindirmeye, soykırımla çoraklaştırılmış bir coğrafyanın kaderini değiştirmeye.
İşte, bugün vicdanlarda bir kez daha mahkum ediliyor, bir kez daha lanetleniyor, bir ulusun maruz bırakıldığı o acımasız yıkım ve kırım.
Anadolu’nun en eski halklarındadı Ermenler. Bu topraklarda varsıllık ve uygarlık adına ne varsa, hepsinde büyük emekleri ve alın terleri vardı onların.
Neredeyse bin yıl boyunca esaret altında yaşamak zorunda kalmışlardı.


Fetihlerle var olabilmiş bir imparatorluğun sultası altında tebaa olarak yaşamak istemediğinde, her ulus gibi kendi haklarına sahip olma ve özgürce yaşama arzusunu dillendirdiğinde, yazgısına amansız bir yokediliş düştü bu halkın. Malı-mülkü yağmalandı, zilliyeti sürgün yollarına sürüldü, zalim ve vicdansız bir kırımın kurbanı oldu.
Açıp tarih kitaplarını bakabiliriz yeniden, Osmanlı İmparatorluğu gerçeğine.
Kaç ulus çıkmıştır bu imparatorluk bünyesinden? Balkanlar’dan kuzey Afrika’ya, koca bir coğrafyaya kaç ulus sığdırılmıştır?
Kim ne derse desin, hangi yalanla perdelemeye çalışırsa çalışsın. İttihatçıların ve devamcılarının ‘etnik arındırma’, kendilerinden farklı olana ‘boyun eğdirme’ hesabının ürünü olarak yaşanmıştır bu ırkçı kırım.


Bu amaçla yasalar çıkarılmıştır büyük bir soğukkanlılıkla. Hesabı, kitabı ince ayarlarla yapılmıştır zalim bir tehcirin ve kanlı soykırımın.
Ermeni ulusunu yok etmeyi hedefleyen Büyük Felaket’e uzanan ilk adım, 24 Nisan 1915 yılında atılmıştır. Pek çok Ermeni aydını, yurtseveri, devrimcisi tutuklanmıştır bu tarihte. Çok daha yaygın ve kitlesel bir kırımın ön hazırlğı olarak, tutuklanan ve toplumun en diri, en dinamik kesimini oluşturan bu insanların sürgünüyle, katledilişiyle atılmıştır ikinci adım,. Bu yüzdendir ki, 24 Nisan 1915 tarihi, hemen ardından yaşanacak olan o büyük yıkımın ya da soykırımın kara günü olarak belleklerde yer etmiştir yüzyıl boyunca.


Bu kıyımın üzerinden henüz bir aydan az fazla bir zaman geçmişken, 27 Mayıs 1915 tarihinde, İttihatçılar bu kez doğrudan “Tehcir Kanunu”nu çıkarmışlardır.
“Geçici” olarak tanımlanan bu yasayla, yerel mülki ve askeri yetkililer, “sakıncalı” bulunan Ermenileri dilediklerince sürgün etme görev ve sorumluluğuyla yekili kılınmıştlardır. 30 Mayıs 1915’e gelindiğinde ise, ilgili yasanın ‘geçici’ hükmü İmparatorluğun Bakanlar Kurulu kararıyla kalıcılaştırılmış, kapsam ve yetki bakımından çok daha etkili hale getirilmiştir.
Kısaca anmaya çalıştığımız bu yasal düzenlemeler, İttihatçıların Ermenilere yönelik ‘etnik temizlik’ niyetlerini sadece siyaseten değil, hukuken de belli bir plana bağladıklarını açıkça ortaya koymaktadır. Dahası, tehcir edilecek olan Ermenilere ait mal, mülk ve arazilerin idare ve tasarruf haklarını düzenlenyen bir yönetmenlik de yayınlamışlardır onlar. Bu yönetmenliğin altında,10 Haziran 1915 tarihinin yer aldığı görülmektedir. Böylece, planlanan kanlı soykırıma, yaşanacak mal-mülk gasplarına ilişkin olarak, ‘yasal’ bir kılıf uydurulmuştur büyük bir utanmazlıkla.
Bütün bu gelişmeler, İttihat ve Terakki yönetimindeki Osmanlı İmparatoğluğu’nun Ermenilerle ilgili nasıl bir hesap içinde olduğunu, hiçbir yalanın ve çarpıtmanın güç yetiremeyeceği kadar açıklıkla ortaya koymaktadır.


Pek çok kaynak, “tehcir yasası”na bir buçuk milyon civarında Ermeninin tabi tutulduğunu, bunların neredeyse tamamına yakın kısmının surgün yollarında resmi güçler ve yerel feodal despotlar eliyle kırımdan geçirildiğini göstermektedir.
Etnik arındırma ve soykırım politikaları yalnızca Ermenileri yok etmekle kalmamış, iktisadi, kültürel ve sosyal yönleriyle, Anadolu topraklarının bir bütün olarak çoraklaşması sonucunu da doğurmuştur.


Hiç şüphesiz ki, bu soykırım, gelecek yıllarda yaşanacak olan Rumlarla ilgili Mübadeleye, Ağrı, Zilan, Koçgiri, Dersim kırımlarına ve Kürt ulusuna yönelik inkarcı, kıyıcı, asimleci politika ve uygulamara zemin yaratmış, ortam hazırlamıştır.
Evet, Ermeni soykırımının üzerinden yüzyıl gibi bir zaman geçmiştir. Tam bir bellek silimi, yalan ve inkarla harmanlanmış ırkçı, faşist bir pratik yaşanmıştır.
Ama yine de Ermeni ulusunun Karadeniz’den Kürdistan’ın ucra köşelerine kadar, bıraktığı izlerin tümüyle silinmesi mümkün olmamış, Türk hakim sınıfları bunu başaramamışlardır. Anadolu topraklarına kabaca göz atmak bile bu durumu kavramak için kafi gelmektedir.
Kırımlardan geçirilip Derizor çöllerine kadar sürülen Ermeni ulusu, bu topraklara direnişçi, devrimci bir miras da hediye etmiştir elbette. 15 Haziran 1915 yılında İstabul’daki Beyazıt meydanında idam edilen 20 devrimcinin darağacındaki son sözleri ve sloganları yol göstericimiz olmalıdır.
 

96491

Bir ulusun başına gelen Büyük Felaket, Bir coğrafyanın tanıklık ettiği, unutulamayacak bir yıkım…

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar