Salı Nisan 30, 2024

Bu Dünya Komünizmi de Yaşayacaktır!

 

Ekim Devrimi’nin 96. Yılını Kutlarken!...

Sınıf bilinçli bir devrimcinin,
her zaman devrim beklemesi,
onun düşünce ve eylem
diyalektiğinin bir gereğidir

1917 Ekim Devrimi gerçekleştiğinde, kimse inanamamıştı. Hatta, bir zamanların ünlü “komünistleri” dahi, buna kaşı çıkarak, Rus liberal burjuvazisinin özgürlüğünü savunmuşlardı. Ama, o “güvenilmez”, “baldırı çıplak”, “cahil” ve “çapulcu sürüsü” Rus proletaryası, Boşleviklerin önderliğinde tarihte bir ilki, Paris Komünü’nden yarım kalanı gerçekleştiriyorlardı. Başta Rus burjuvazisi ve gericiliği olmak üzere dünyanın bütün emperyalist burjuvazisine meydan okuyarak, dünya proletaryasının ve dünya halklarının, üzerinde; “herkesin yeteneğine göre ve herkesin emeğine göre” yazılı kızıl bayrağını Rusya toprakları üzerine dikmişlerdi.

Rus Çarı ve arkasındaki burjuvazi ve kendine “sol” diyen reformist Menşevik ve diğerleri, “bunlar bir ay bile dayanamaz” diyerek, proleter devrimi boğmak ve bastırmak için ele ele vermekten, uluslararası emperyalist burjuvaziden destek almaktan bir sakınca görmediler.

Burjuvazinin bütün riyakarlığına karşın, Rus proletaryası, öncüleri Bolşeviklerin yol göstericiliğinde, kendilerini “çapulcu” gören, tarihin bu aymaz soyguncularına papuç bırakmadı. Her türlü zorluğa göğüs gererek Marks ve Engesl’in bilimsel öngörülerini Lenin'in işaretiyle Rusya’da gerçekleştirdiler. “Ayaklar baş olmuştu” bir kere. Prometheus, ateşi, bu kez burjuva tanrılarından çalmıştı ve bu ateş, artık, proletarya ve ezilen halkların elinde sosyalist devrim meşalesi olarak yanmaya devam edecekti. Ve bunun arkası da gelecekti. Çünkü Marks ve Engels ve onların öğrencileri olan Lenin ve Stalin, aynen böyle demişlerdi. Kapitalizm koşullarında burjuva diktatörlüğüne karşı proletarya diktatörlüğü kaçınılmazdır! Bu kaçınılmazlık, tarihsel bir gerçeklik kazanmıştı. Marksist-Leninist teori ete kemiğe bürünmüştü. Tarih kendi diyalektik akışını unutmamıştı.

Marx ve Engels, Komünist Manifesto’yu yazarlerken, kapitalizm kendi mezar kazıcısını da beraberinde yaratıyor demişlerdi. Ve onlar, proletaryanın zaferinin kaçınılmaz olduğunu tarihsel materyalizm ışığında bilimsel olarak ortaya koymuşlardı. O görüşler, hala canlılığını korumaktadır. Nasıl ki, Darwin’in biyolojik evrim teroisi her geçen gün kendini yenileyerek bilimselliğini koruyorsa, Marksizm de aynı şekilde toplumların ileriye doğru değişimindeki bilimselliğini korumaktadır. Tarihsel materyalizm teorisinin doğruluğu, “organik dünyanın birliği” teorisinin doğruluğu kadar gerçekçidir. Tersi ise, toplumsal ve doğa bilimlerinin reddidir.

Marksizmin kurucuları Marx ve Engels şöyle der:

“Geliştirmiş bulunduğumuz tarih anlayışı, ensonu bize şu sonuçları da verir:
Üretici güçlerin gelişmesinde öyle bir aşama gelir ki, bu aşamada mevcut ilişkiler çerçevesi içinde ancak zararlı olabilen, artık üretici güçler olmaktan çıkıp yıkıcı güçler haline gelen (makineler ve para) üretici güçler ve karşılıklı ilişki araçları doğar, ve bu, bir önceki olaya bağlı olarak kazançlarından yaralanmaksızın toplumun bütün yükünü taşıyan, toplumdan dışlanmış, ve zorunlu olarak, bütün öteki sınıflara karşı en açık bir muhalefet durumunda bulunan bir sınıf doğar, bu sınıf, toplum üyelerinin çoğunluğunu meydana getirdikleri bir sınıftır, köklü bir devrim zorunluluğunun bilinci, komünist bir bilinç olan ve elbette ki, kendileri de bu sınıfın durumunu gösterdikleri zaman başka sınıflarda da oluşabilen bu bilinç, bu sınıfın içinden fışkırır.” (ME, Alman İdeolojisi, sf. 61-62)

Bu tarihi materyalist teoriyi burjuvazinin kabul etmemesi, onun üretici güçlere egemen olmasından kaynaklanır. Ama, ya küçük burjuva reformistlerine ne demekli? Onlar, proletarya diktatörlüğünü kabul etmek yerine, adına “demokrasi” dedikleri burjuva diktatörlüğüne hayır diyemiyorlar ve bu burjuva diktatörlüğünü, insanlığın enson varacağı yer olarak işçi sınıfına yutturmaya çalışıyorlar. İşçi sınıfının önüne, burjuvazinin kanlı mülkiyet yasalarını onaya sürüyorlar.

Burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki tarihsel mücadeleyi yadsıma ve sosyalizmi, kapitalist sistemin liberalleştirilmesi olarak kabul eden ve bunu “sosyalizm” olarak kitlelere sunanlar, elbette, ne yaptıklarının billincindeler. Bunlar, Marksizm ortaya çıktığından beri, solu liberalleştirmek ve onu burjuvazinin kabul edebileceği düzeye çekmek için çırpınıyorlar. Onlar, kapitalist düzenin vahşi yüzünü kitlelerden gizlemek için şekere bulanmış zehirli düşünceler üretmekle kendilerini görevlendirmişlerdir. Böyleleri, ne yazık ki, ülkemizde de hayli çokca vardır.

Oysa, kapitalist toplumda iki sınıf vardır : Burjuvazi ile proletarya. Marksizm, toplumlar tarihinin sınıflararası mücadele tarihi olduğunu çoktan belirlemişti. Bu belirleme, toplumlar tarihinin incelenmesinin sonucunda ortaya çıkmış bilimsel bir gerçeklik olarak, proletaryanın, zengin teorik hazinesinde yerini çoktan almıştır. Ve tarih, Rus Ekim Devrimi sırasında, iki sınıfın, ölümüne iktidar savaşına tanıklık etmiştir.

Sınıf mücadelesinin tarihsel gerçekliğinin reddi, toplumlar tarihinin gelişimini değiştirmeye yetmiyor ve o kendi bildiği şekilde tarihini yazmaya devam ediyor. Bu nedenle de, devrimin olması için nesnel ve öznel çelişmelerin devrim için olgunlaşması, iç ve dış etmenlerin devrim için uygun olması, devrim yapacak sınıfın çoğunluğunun bu mücadelenin içine girmesi ve proletaryanın Bolşevikler gibi denenmiş, marksist teori ile donanmış çelik disiplinli bir partiye sahip olması, Rusya’da devrimin gerçekleşmesini olanaklı hale getirdi. Ve bu tarihi olayın arkası da dalga dalga kendiliğinden geldi; dünya proletaryası, ezilen halkları ve ezilen ulusları sosyal ve ulusal kurtuluş için baş kaldırılarını daha bir gür şekilde hızlandırdılar. Her yerde sosyal kurtuluş ateşleri harlandı ve Rus Devrimi’nden yaklaşık 30 yıl sonra Mao Zedung’un yol göstericiliğinde Çin proletaryası, yoksul köylülüğü de yanına alarak, burjuvazi ve gericilik karşısında zaferini gururla ilan etti.

Çeşitli nedenlerle (elbette ciddi teorik nedenleri var* ) sosyalist ülkelerin geriye dönmesi, kapitalizm karşısında yenilmeleri, sosyalizme karşı burjuvazinin bir zaferi olmakla birlikte, burjuvazinin tarihi bir zaferi değil, geçici bir zaferidir. Ne var ki, çelik aldığı suyu unutmamıştır ve unutmasının da ne nesnel ne de bundan kaynaklı öznel nedenleri yoktur. Proletarya, üretim içindeki yerinden kaynaklı devrimci bir sınıf oluşundan dolayı, toplum içinde, burjuvazi karşısında ezilenleri de o temsil etmektedir. Ve o, koşulları oluştuğunda, burjuvaziden iktidarı yeniden alacak ve bu kez daha deneyimli olarak sosyalist devrimleri komünizme taşıyacaktır.

Marx ve Engels daha 1850’lerin ortalarında devrim bekliyorlardı. Sınıf bilinçli bir devrimcinin, her zaman devrim beklemesi, onun düşünce ve eylem diyalektiğinin bir gereğidir.

Beklenen devrim 1871’de geldi.

Marx, Paris Komünü için;

“Paris’teki kaderi ne olursa olsun o bir dünya turu yapacaktır...” demişti.

Evet, Paris Komünü yenildi. Ama Marx’ın dediği gibi bir dünya turu yaptı ve bu tur hala devam etmektedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu koşullar dikkate alınırsa, sosyalist devrimlerin yenilgisiyle sonuçlanan bu tur daha güçlü bir şekilde yeniden kesin zaferlerle yoluna devam edecektir. Çünkü proletarya, dünyanın her yerinde burjuvaziyi zorluyor. Bir çok yerde sınıf çatışmaları, direkt proletarya iktidarı için verilirken, bir çok yerde ise, sosyalist devrimlerin ön hazırlıkları ve devrimin ilk basamaklarının döşenmesi için yol almaktadır.

Günümüz dünya proletaryası, bir çok yerde ayağa kalkmıştır. Kuzey Afrika proletaryasının ve emekçilerin mücadelesi buna örnektir. Yine, Mısır işçi ve emekçilerinin peş peşe ayağa kalkışları ve bir gecede en az 20-30 milyon insanın özgürlükler için sokaklara dökülmesi, tarihin ilk defa tanıklık ettiği bu ayağa kalkış hiç de yabana atılacak bir durum değildir. Yunanistan, Türkiye, Brezilya, Meksika ve dünyanın daha bir çok yerinde işçi sınıfı ve emekçiler daha fazla özgürlük isterken, bu onların; kapitalizme karşı baş kaldırışları, burjuvazinin ölüm çanları, sosyalizmin yeniden ayağa kalkışının görkemidir. Yine, dünyanın her yanında ateşler yanmaktadır. Kimi yerlerde “dincilik” adına, kimi yerlerde ulusalcılık adına, ama çoğu yerlerde ise sınıf adına burjuva sisteminin altı oyulmaktadır. Emperyalist burjuvazi, dinci gericilikle işçi sınıfının mücadelesini ötelemeye, kriminalize etmeye ve sınıf mücadelesi gerçeğini mistik düşüncenin karanlığında boğmayı denesede, bu onun düştüğü çukurun her geçen gün adım adım derinleşmesinin önüne geçemeyecektir.

14 Yıl önce:

“Günümüzde burjuvazinin ‘sosyalizm öldü’ yaygaraları, sosyalizmin işçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki derin etkisini silemeyeceği gibi, bu ateşleyici etkilerin, tarihi yeni bir sürece dönüştümekten, varolan kapitalist sistemi, sosyalist toplum sürecinden geçirerek komünist topluma geçiremeyeceği anlamına asla gelmiyor. Bu süreç, 1917 Ekim Devrimi ile başlamıştır. Sınıflı toplumlar sürecinin ne zaman sonlaşacağını, bu sürece son verecek olan işçi sınıf ve onun önderliğinde birleşmiş ezilen sınıfların mücadelesi belirleyecektir.”

Diye yazılmıştı. (Bkz. Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi)

Bu gün, bu, daha bir belirgin gerçeklik kazanmaktadır. Birikim’ci liberal “sol” teorisyenlerinin işçi sınıfı düşmanlığı, burjuva dostluğu; revizyonist gelenekçi TKP’li teorisyenlerin kemalizm hayranlığı, burjuva bayrak düşkünlüğü ve diğer bilimum küçük burjuva revizyonist ve reformist görüşler, ne denli işçi ve emekçileri zehirlemeye çalışsa da, toplumsal altüst oluşların ve bunun ise sınıfların kıyasıya çatışmasıyla gerçekleştiği gerçekliğinin önüne geçilmesinin olanağı yoktur. O gerçek, günü geldiğinde toplumlar tarihindeki görkemli yerini alarak, toplumsal altüst oluş devrimci gerçekliğinin gerci zırvalarla durdurmaya çalışan bütün metafizik düşünceleri tarihin derinliğine gömecektir.

17 Ekim Devrim’lerinin öğretileri ve etkileri hala devam ediyor. Dünya proletaryası o ışığı bir kere almıştır. Bir daha bırakmasının da koşulu kalmamıştır. Komünizme varana dek, işçi sınıfının burjuvaziden çaldığı o ateş yanmaya ve tüm uykuda olanları uyandırmaya devam edecektir.

Ve Marx’ın, Gotha ve Erfurt Programı’n da üzerine basarak belirttiği:

Komünist toplumun daha yüksek bir evresinde, bireylerin işbölümüne kölece boyun eğmesinin ve onunla birlikte de kafa emeği ile kol emeği arasındaki çelişkinin ortadan kalkmasından sonra; emek, yalnızca yaşam aracı değil, yaşamın birincil gereksinmesi haline gelmesinden sonra; bireylerin her yönüyle gelişmesiyle birlikte, üretici güçlerin de artması ve bütün kolektif zenginlik kaynaklarının gürül gürül fışkırmasından sonra - ancak o zaman, burjuva hukukunun dar ufukları tümüyle aşılmış olacak ve toplum, bayraklarının üzerine şunu yazabilecektir: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre!"

Bütün burjuvazi ve onun çanak yalayıcıları, kapitalist üretim biçimi ve metafizik düşünceleriyle; insanı kendine ne denli yabancılaştırmaya çalışırlarsa çalışsınlar, insanlığı ve doğayı ne denli tahrip ederse etsinler, bu düş, düş olmaktan çıkıp, insanlığın varacağı tarihi bir nokta olacaktır. Ve varılacak yere er ya da geç varılacaktır. Ekim Devrimi‘yle bunun yolu açılmıştır.***11.10.2013

*Bu konun teorik nedenleri için “Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi” adlı kitabıma bakılabilir.

100925

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Tasfiyecilik ile mücadele doğru çizgiyi oturtma mücadelesidir

Lenin, Tasfiyecilik Üzerine adlı makalesinde, tasfiyeciliği sınıf mücadelesinin ideolojik olarak yadsınması şeklinde tanımlarken, bir devrimci örgüt için ise tasfiyeciliğin “yasadışı bir sosyal-demokrat partinin gerekirliliğini yadsımak” anlamı taşıdığı ifade eder.

Çalışma tarzı üzerine -1-

Görünümde kronikleşmiş her sorunumuzun, çalışma tarzımızdaki hatalı yaklaşımların süreklileşmesiyle doğrudan bir ilgisi bulunmaktadır. Tespit düzleminde defalarca kez belirtilen sorunlarımız üzerine yine yazılar kaleme almanın can sıkıcı bir yanı bulunsa da bunun önemli bir gereklilik olduğu da açıktır.

Örgütün işlev kazanması

Korku çemberini kıracağız

Ülkemizde zulüm kol geziyor,toplu katliam,işkence,kadına , çocuğa tecavüz yasalarla resmileştiriliyor. Biz hala kör,sağır ve dilsiz yaşamayı tercih ediyoruz. Kaderciliğe boyun eğme,korkuyla uyuyup,hergün ölüm haberleriyle kalkmak günlük yaşamımızın sıradan bir parçası olmuş , acı olanı ölümleri kanıksamış gibiyiz. Şunu söylemeliyim ki,özgürlüğün ve demokrasinin en büyük düşmanı,faşizm tarafından yaşatıldığımız katliam ve zülümlere karşı sessiz kalmamızdır. Kendi özgürlüğümüzden vaz geçerek,kölece yaşamaya tercih etmemizdir.

Sıra İzmir belediyesine de gelecek! Çetin Çetin

15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek tüm muhalif kesimlere açıkça savaş açan RTE ve AKP hükümeti denetimi altına aldıkları yargı vasıtasıyla tüm muhalif kesimlere karşı gözaltı ve tutuklama saldırısı başlattı. Öyle ki 6 milyon oy alarak parlamentoda 3. parti konumundaki HDP’nin eşbaşkanlarının içinde bulunduğu 11 milletvekili tutuklanarak çeşitli hapishanelere konuldu. Öyle bir kin, öyle bir düşmanlık güdülüyor ki eşbaşkanlar ve milletvekilleri aile ve yakınlarından çok uzak yerlerdeki hapishanelere konularak aile ve çevrelerine de zulüm ediliyor.

Ölü paradigma ve ulus-devlet

“Osmanlı talancı bir imparatorluktu; ekonomik artığın üretiminden (köleci Roma, kapitalist Britanya gibi) ziyade, esas olarak vergi ve gasp yoluyla el konulmasına dayanıyordu; tutsak aldığı halkların yaşamları, üretim sistemleri pek umurunda değildi, esas olarak parazit bir yapısı vardı.” (Ergin Yıldızoğlu; http://globalpolitikultur.blogspot.com.tr/2007/11/pax-ottomana-ve-dier-masallar.html).

Emperyalizm ve Ortadoğu -3- Müslüm Elma

ATİK dava tutsaklarından Müslüm Elma’nın savunmasının “Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı bölümünden alınmıştır.

Liberalizme karşı hakikate nefer olmak…

Komünist olmak, dünyayı değiştirme mücadelesinde bir misyona sahip olmaktır. Bu misyon, adanmışlığı, mücadele azmini ve yaratıcılığı koşullar. Komünist olmaya dair misyon esas itibari ile, ülkede ve dünyada verili durumu inceleme ve ona uygun politika üretme görev ve sorumluluğuyla kendisini perçinler. Devrimci örgüt de tarihsel misyonunu, tam da bu zeminde üretir.

AKP iktidarı ile erdoğan patlamaya hazır volkanın üstünde! Garbis Ağparik ile Reportaj (3cu bölüm)

*-Devlet ne zaman bir çıkmaz içine girerse, hemen sorumlu olarak Ermeni'leri göstermeyi alışkanlık haline getirdi. Son başarısız darbe girişiminin sorumlusu olan Fetullah Gülen'in “öz be öz Ermeni'dir. F. Gülen'in köyü Ermeni köyüdür, kökeni Ermeni'dir, bizzat büyük dedeleri Erzurum'da Türk'lere yapılan soykırımda aktif görev almıştır” gibi saçma sapan şeylerle Ermeni düşmanlığı körükleniyor. Ermeni düşmanlığı ile kin ve nefretin sebebi nedir ?

AKP faşizmi? yoksa doğru olarak devletin niteliği meselesi mi?

Kavramları doğru ve yerinde kullanmak oldukça önemlidir. Kavramlar politik söylemlerin özlü ifadesidir. Bu her belirleme açısından böyledir. Eğer kavramları yerinde ve doğru olarak kullanmazsak, teori de yanlışlıklar yaparız. Ajitasyonda bazen abartmalar olabilir, ancak politik tespitlerimizde ajitasyon yapamayız. Teorimiz açık ve anlaşılır olmalıdır.  Programlarımız ajitasyon içermez. Devlet tahlilide buna dahildir. Devrim programı ve mücadele biçimi aynı zamanda devletin niteliğiyle doğrrudan ilintilidir. 

Müslüm Elma; “Emperyalizm ve Ortadoğu” (2.bölüm)

ATİK dava tutsaklarından Müslüm Elma’nın savunmasının “Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı bölümünden alınmıştır.

Liberalizmin müfrezelerine karşı MLM’nin müfrezeleri olmak

Unutma ki; sen bir komünistsin. Bütün düşünce, davranış ve eylemlerinle bu yüce sıfatı yükselt.(Mehmet Demirdağ)

Sınıf mücadelesinin en keskin dönemeçlerinde komünistlerin eldeki verili durumu inceleme ve ona uygun politika üretmedeki görev ve sorumluluğu her daim günceldir. Devrim mücadelesi bireyin benliğinde hayat bulsa da esasta toplumsal yaşamı değiştirme mücadelesidir ve devrime adanmışlık ancak bu şekilde anlam bulur. Devrimci müfrezenin korunması ve örgütlenmesi böylesi bir zemine oturur ve ilkeler ise bu müfrezenin çeliğine katılan sudur.

Sayfalar