Pazartesi Mayıs 6, 2024

Çözülmemek için çözme mücadelesinde yeni evre

Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimlerinin hemen öncesinde devlet Kürt meselesinde bugüne kadar en somut ve ciddi adım olan çerçeve yasasını çıkararak PKK ile yapılan görüşmeleri yasal dayanağa kavuşturdu. CB seçimlerinin hemen ardından ise Kürt meselesi bağlamındaki “çözüm süreci” yeniden gündemin ilk sırasına oturmuş durumda. 2012 sonunda Abdullah Öcalan ile BDP heyetinden Ahmet Türk ve A. Akat Ata’nın yaptığı görüşme ile startı verilen ve 2013 Newroz’un da Öcalan’ın açık çağrısıyla süreç fiilen başlatıldı. Belirlenen bir yol haritası olduğu ifade edildi. PKK bu bağlamda gerilla güçlerini TC’nin egemenlik sınırları dışına taşımayı pratikleştirdi. Ancak devlet her zaman yaptığını yaparak süreci oyalamayı ve ayak sürümeyi esasına aldı. Şimdi tam da bu gelişmede yeniden başa dönüldüğünü gösteriyor. Geçen yıl gerçekleşmeyen yol haritası, pratikleştirilmek üzere gündemi işgal ediyor.

Devletin “Makus” Talihi: Baştan Başlamak!

HDP heyetinin 15 Ağustos’ta A.Öcalan ile yaptığı görüşmeden getirdiği “30 yıllık savaş demokratik müzakereyle sonuçlanmak üzere” mesajının ardından “çözüm süreci”nden sorumlu bakan Beşir Atalay televizyon ve gazetelere seri halde sürecin çerçevesi ile ilgili demeçler vermeye başladı. Tam bir yıl önce basına sızdırılan ve tartışılan yol haritasını şimdi bizzat B. Atalay’ın ağzından doğrudan duyuyoruz. 1 Eylül’e kadar yapılacaklara dair genel hatların belirleneceği, 30 Eylül’e kadar tarafların bunu istişare ya da müzakere edeceği ve ondan sonra kamuoyuna açıklanarak pratikleştirileceği belirtiliyor.

B. Atalay 19 Ağustos’ta NTV’ye verdiği özel röportajda, “sürecin başından bu yana hiç bu kadar rahat bir dönem yaşamadığını” belirterek sürecin ana hatlarıyla oturduğunun ve olumlu gittiğinin altını özellikle çizerek oldukça “iyimser” bir hava oluşturmaya çalışıyor. A. Öcalan’la görüşmelerde yeni heyetlerin devreye gireceğini, görüşme sıklığının yoğunlaşacağını, Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nın esas rolü üstleneceğini, doğrudan Kandil ile de görüşmelerin artık başlayacağını, oldukça rahat ve kendine güvenli şekilde ifade ediyor. A. Öcalan’ın protokol belge oluşturma talebinin oluşturulacak bu yol haritasının kendisi olduğunu da ifade ediyor. Sürecin temel amacını ise önce silahlı güçlerin sınırın dışına çekilmesi sonra da bunların silahlarını bırakarak topluma, “demokratik” siyasete kazandırılması ve silahlı mücadelenin ortadan kaldırılması olarak konuyor.

A. Öcalan’ın ve B. Atalay’ın açıklamalarına bakılacak olursa sürecin gelişimine dair bir mutabakat oluşturulmuş gibi görünüyor. B. Atalay’ın genel yaklaşımı ve tavrında ise PKK ile yapılan görüşmelerin artık diyalog evresinden müzakere evresine geçtiğinin işaretleri var.

Devletin Yüzsüzlüğü: Artık PKK Adım Atmalı!

Bu açıklamalara bakılacak olursa süreç Kürt meselesinin toplumsal sorun ayağı olan ulusal hak ve özgürlükler tartışmasından ve buna dair yapılacaklardan evvel Kürt ulusal hareketinin bu hakların kazanılması mücadelesinde silahlı biçiminin nasıl devre dışı bırakılacağı üzerine odaklanmış durumda. Kuşkusuz bunun Kürt meselesinden bağımsız olmadığı ama esasen siyasi biçiminin ve mücadelesinin şekillendirilmesi üzerine oturduğunu tespit etmek gerekir. Kürt ulusal hareketine ülkede silahlı mücadeleyi bırakması karşılığında henüz sınırları ve çerçevesi belirlenmemiş belli bir “siyasal özgürlük” tanınması hakkı verilmesi denklemi kurulmuş durumda. Kürt ulusal hakları noktasında ulusal hareketin siyasi hedef ve amaçlarını gerçekleştirmesi için artık mücadelesini silahlı olmayan biçimlerde sürdürmesi koşulları yaratılmaya çalışılmaktadır. Sürecin ana karakterinin bu olduğu net şekilde belirginleşmiştir.

Kamu Güvenliği Müsteşarlığı'nın ana koordinasyon merkezi olarak belirlenmesi, A. Öcalan’ın koşullarının düzeltilmesi, hapishanelerde bulunan tutsaklara dair düzenlemelerin yapılacak olması, gerillaların sınır dışında çekilmesi ve sonra siyasete kazandırılması tartışmaları vs. meselenin asayiş sorunu ve siyaset yapma hakkı eksenine oturtulduğunun net göstergeleridir.

Gelişen sürecin bu eksene oturması kaçınılmaz olarak meseleyi algılamada ve beklentiler noktasında bitmek tükenmez gerginliklerinde oluşmasına gebe bir durumu yaratacaktır. Ki B. Atalay bunun ilk işaretlerini sürecin genel çerçevesini anlatırken vermektedir. Geliştirecekleri bu yol haritasından sonra artık daha rahat olacaklarını mealen, “Bu adımdan sonra artık bizim yapacaklarımızdan çok, karşı tarafın üzerine daha fazla sorumluluk yüklenecek, artık esasta yapılması gerekenler onlara ait olacak” demektedir. (19 Ağustos, NTV Özel Röportaj) Devletin Kürt meselesine yaklaşımının en net tercümesi bu yaklaşımda gizlidir. Kürt ulusal hakları noktasında kırıntı düzeyinde dahi adımlar gerçekleşmemişken, görüşmelerde ortaya çıkan mutabakatlarda en ufak bir adım dahi atılmamışken, şimdiye kadar kendilerine dair beklentiyi karşıladıkları algısı ve anlayışı sorunun nasıl bir cenderenin içinde olduğunun da göstergesidir.

“Anlaşırken” Katletmek!

Kürtlerin ulusal, demokratik ve siyasal hakları taleplerinde silahlardan arındırılmış bir mücadelenin nasıl bir zorlu etaba gireceğinin de işaretleri fazlasıyla vardır. Devlet PKK ve A. Öcalan’la “demokratik siyaset” koşullarının oluşturulması ekseninde bir mutabakat oluştururken ve bunu kamuoyuna anlatırken bir yandan da Lice’de PKK şehitliğine dikilen Mahsum Korkmaz’ın heykeline karşı 3000 askerle gerçekleştirdiği operasyon gündeme oturdu. Tam da faşist TC’nin bıkmadığı bir yaklaşım, bu defa da hayata geçmiştir.

Bir yandan görüşmeleri olgunlaştırırken diğer yandan Kürt halkına ve onun değerlerine saldırmaktan, onlara sınırlarını göstermekten ve hangi sınırda duracaklarını şiddetle, baskıyla ifade etmekten geri durmamıştır. Bir yandan Kürtlerin haklarını, özgürlüklerini, değerlerini demokratik şekilde ifade etmesinin koşullarını oluşturduğunu propaganda ederken diğer yandan bir heykelin yıkılması için 3000 kişilik orduyla operasyon düzenlemekte ve halkın üstüne ateş açarak katliam girişiminde bulunmaktan geri durmamaktadır.

Mehdin Taşkın adlı yurtsever bu operasyonda katledilmiştir. Bu Kürtlerin ulusal sembol ve mücadele değerlerini yaşatma olanaklarının faşizm tarafından her durum ve koşulda baskı, şiddet ve katliamlarla engelleneceğinin açık mesajıdır. Ki B. Atalay; “çözüm süreci kanunsuzluklara müsamaha göstermek değildir. Bölgedeki valilere, emniyet müdürlerine, jandarma komutanlarına bunu anlattım. Lice’de de olması gereken olmuştur. Bir kişi ölmüştür. Yazık olmuştur” diyerek Kürt halkının demokratik temelde mücadelesine ve değerlerini yaşatmasına karşı nasıl konumlanacaklarını ifade etmiştir. Her yeni adım atılma arifesinde Kürt kanı dökmek devletin geleneği ve kültürü haline gelmiştir.

Kürt Barışına Zorunlu Yazılmak!

Bu sürecin oluşmasında iki temel neden vardır. Birincisi, iç sebep olarak Kürtlerin uzun süreli yaygın ve etkili mücadelesi. İkincisi ise, dış koşullar olarak Ortadoğu’da 100 yıllık egemen sistemin artık sürdürülemez olması ve bu bağlamda yeni toplumsal, sosyal ve siyasal denge oluşturma mücadelesidir. Özellikle TC’nin bölgesel ekonomik ve siyasi çıkarları onu Kürt meselesinde zorunlu olarak barış ve uzlaşma eksenine itelemiştir. Irak ve Suriye ekseninde yaşanan her gelişme, TC’yi “barış”ına daha fazla mahkum kılmaktadır. Zira gelişmeler Kürtlerin Ortadoğu’daki kilit konumunu pekiştirmekte sağlamlaştırmaktadır. PKK’nin bu gelişmeler karşısındaki konumu ve izlediği siyaset aynı zamanda onun gücünü de pekiştirmekte, Kürt ulusal önderliği noktasında TC’nin tüm oyun planlarını bozacak şekilde siyasetini yaygınlaştırmaktadır.

Bu bağlamda TC, egemenliğine ve bağlı olduğu emperyalist sistemin gücüne güvenerek kendi siyasi ve ideolojik kabuğunu düzenleyip PKK’yi sistemine uyumlu hale getirme hattını örgütlemeye çalışmaktadır. Bu şekilde “büyük Kürt barışını” bölgesel politikalarının ve çıkarlarının bir unsuru yapma hesabı içindedir. Ahmet Davutoğlu’nun iç çelişkileri ve sorunları dışarıda karşılayarak güvenliği ve istikrarı sağlayarak bölge devleti olma hesabına bu durum uyumludur. (Ki A. Davutoğlu’nun tüm başarısızlığına rağmen Başbakanlığının en önemli sebeplerinden biriside budur.) Kürt meselesi ve mezhep sorununu içerde etkisiz kılma ya da dışarıda yaşanış biçiminden daha geri düzeyde tutma siyaseti aynı zamanda etkin ve aktif dış politikayı uygulama zemini anlamına gelmektedir.

Kürt meselesinde açıklanan bu yeni evrenin gerçekten 30 yıllık silahlı mücadele evresinin bitişini sağlar mı zaman gösterecek, ancak Kürt meselesinde yeni bir siyasi sürecin önünü açacağı görülmektedir. Ancak PKK’nin tümüyle silahları bırakması Kürdistan’ın diğer parçaları ve bölgenin genel savaş iklimi düşünüldüğünde artık sadece görülecek bir rüya olabilir. Devletin meselenin gerçek çözümü bir yana Kürt ulusal hareketinin reformcu temelde çözüm yaklaşımına dahi güçlü dirençler göstereceği şimdiden bellidir. Bu durum Kürt meselesinin savaş ikliminden kurtulmasını da zorlaştıracaktır. Zira TC’nin Kürt meselesini çözme algısı Kürtlerin önüne çıkan tarihsel koşulların dişinin dolgusu olmayacak kadar zayıftır. Bu ana çelişkinin uzun süre sürdürülmesi ise mümkün değildir.

Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler şimdi tam da TC’yi Kürt meselesinde daha güçlü adımlar atmaya, -mecburen- zorlamaktadır. Bu şekilde aynı zamanda bir dış sorun olan Kürt meselesini şekillendirme ve daha da önemlisi bölge siyasetini şekillendirme hesabı yapmaktadır. Ancak onların devlet geleneği, Kürt meselesini çözülmüş bir iç sorun olmaktan kolay kurtaramayacaktır.

Kürt meselesi gerek derin toplumsal karakteri ile gerekse de siyasal niteliğiyle tarihsel ayrılma eğilimini ya da tam eşitlik (Özgürce Ayrılma Hakkı) talebini daha da güçlendirecektir. TC için bu süreci geciktirmek, uzatmak ya da Kürt ulusal hareketiyle ittifak kurarak bir süre sağlama almak esas eğilimdir. Faşist siyasal yapısı ise her şeyden daha önce bunun sağlıklı gelişmesine en büyük engeldir. TC’nin bu siyasal yapısı ve gelenekleri aynı zamanda onun ufkunu daraltan, yeteneklerini kısıtlayan ve uzun vadeli çıkarlarını görmesini engelleyen nesnel bir durumda yaratmaktadır. Kürt barışında yıllardır uyguladığı oyalama siyasetinin bugün pekte faydasına olmadığını, daha erken atılacak adımların bugün daha fazla işine yarayacağı bugünden bakılınca daha net görülmektedir. Sadece bu bile TC’nin yapısal sorununu ispatlamaya yetmektedir. Barış, uzlaşma ve demokratikleşmenin, TC’nin yapısal karakteriyle uyumlu olmaması sürecin inişli çıkışlı hatta devam edeceğinin işaretlerini vermektedir.

87401

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar