Cumartesi Mayıs 25, 2024

Çukurova’nın KİRVE’si Talip Çakmak için

Ölüsüne sahip çıkamayanın dirisi de az olur. Ne yazık ki, Talip Çakmak’ın ölüsüne de sahip çıkamadık. Yaşamının 30 yılını devrime adamış bir insanı, devrimci bir militanı, “birahane de öldü” gerekçesiyle, cenazesine dahi elimizi uzatamadık. Haber, burjuva gazetelerinin cinayet haberleri sayfasında küçük puntolarla yer bulabildi. Onu tanıyan devrimci örgütlerin gazetelerinde ise, nedense hiç yer bulamadı. 50 yıllık yaşamının 20 yılını hapishanelerde, 12 yılını ise dışarıda yine devrimci mücadeleyle geçiren birisini görememişti(!) Diller lal, gözler kör olmuştu adeta... 

Devrimin, küçük bir kaynaktan  derya olup akması, devrimci mirasların her anına sahip çıkmak, kucaklamak ve onları kitlelere aktarmakla da olur.

Talip’in ölümünü duyunca üzüldüm. Ancak, bir türlü, yazıyla da olsa arkasında bıraktığı devrimci mirası dile getiremedim. Bu da benim içimde bir uhde olarak kaldı.  Bir devrimci için en kötü şey öldükten sonra sessizce mezara konulmaktır. Talip, devrimci mücadeleyi dar kalıplar içine sokan bu sessizliği hiç hak etmemişti. 

Talip’in küçük kızı babasını mezarında ziyaret etmiş. Bu görüntü internette dolaşıyor. Talip’in mezar taşında “ruhuna fatiha” yazıyordu. Biliyorum ki, bazıları bu yazıyı  garipsedi. Bu Talip’in suçu değil, bizlerin suçu. Onu ölümünde yalnız bırakanların üzerlerinde taşıdığı kara bir mizah. Oysa, o, böyle bir mezar taşı yazısını asla ve asla istemezdi.

Bir devrimci için ölüm, bazan istenmeyen zamanda istenmeyen yerde gelir. Bazan da “pisi pisine” dedirtecek ölçüde kalleşçedir. Talip Çakmak’ın ölümü de aynen böyle oldu. O bir devrimci olarak hiç de böylesi bir ölümü tercih etmemişti ve etmezdi de.... Ölüm, kalleşçede olsa, kapıyı çalınca, ona karşı koymaktan başka seçenekte kalmıyor. “Ölüm adın kalleş olsun” tam da bu duruma uygundur.

Talip, kardeşinin birahanesinde çıkan bir “kavgada”, kardeşi hemen ölürken, kendisi ise  ağır yaralandı ve beş gün sonra 14 Ocak 2009 tarihinde Adana’da şehit düştü.  Karşı taraf bilerek ve hazırlıklı gelmişti. Hedefleri Talip’ten başkası da değildi. Çünkü Talip bilinen/tanınan  bir isimdi. Daha 1970’lerin sonunda “Çukurova’nın sır vermeyen KİRVE’si olarak ün salmıştı. Devlet, bu tür yöntemle (sıradan kavga bahanesiyle) bir çok devrimciyi katletmişti. 

Orta halli bir ailenin on çocuğundan biri olarak dünyaya gelen Talip, tutucu aile yapısına karşın, 1979 yılında devrimci çevreleden etkilenir ve Adana Mensa fabrikasında işçi olarak çalışmaya başlar. Politikaya ilgisi fazladır. Diğer işçilerden en önemli ayrımı da buradadır. Bütün gazeteleri okumaya çalışır. Eline geçen gazeteleri okumadan bırakmaz.

Genç yaşına rağmen olgunluğu, kibarlığı ve efendiliği ile dikkat çeken Talip’i, devrimci örgütlerin militanları kendi saflarına kazanmaya çalışır ve Talip, bütün devrimcilere karşı olgun davranırken TKP/ML militanları ile örgütsel ilişki kurar ve kısa zaman içinde profosyonel devrimci olarak çalışmaya başlar. Kazım Çelik tarafından Mersin-Tarsus bölgesine örgütlenme yapması için gönderilen Talip, buradaki çalışmaları dikkat çeker ve bir muhtarın cezalandırılması nedeniyle göz altına alınır. Polis, Talip’ten muhtarın öldürülmesini kabul etmesini ister.

Talip, 1979”da işkencesiyle ünlü “Tarsus Borsa Sarayı”nda günlerce işkencede kaldı ve sır vermedi. Bundan dolayı adı; “Sır vermeyen KİRVE”ye çıktı.  Talip’in bu direnişi Çukurova’nın her yerine yayıldı ve bir çok insan onun sayesinde devrimci saflarda, TKP/ML saflarında örgütlendi. Bu yakalanmasında 9 ay hapishanede kaldı. Çıkar çıkmaz tekrar mücadeleye başladı ve 1981”lerin başlarında yeniden yakalandı ve ilk uzun hapishane yaşamı başladı. 1991’de cezaevinden çıkar çıkmaz arkasına bakmadan, bireysel çıkarlarını hiç hesaba katmadan kaldığı yerden mücadeleye devam etti. 

Gözleri Toros dağlarındaydı. Daha, Kazım Çelik zamanı Toroslara gerilla olarak çıkmayı kafasına koymuştu. 1993 Haziran’ında, Niğde-Ulukışla’nın Toros dağlarının eteğindeki bir köyde yakalandı. Tekrar ikinci uzun on yıllık hapis yaşamı başladı ve  bu mapusluk 2002 Ekim’ine kadar sürdü.

Talip, 1995 yılında “Uzun Yürüyüş” olarak TKP/ML saflarından ayrılan grubun yanında yer aldı. Uzun Yürüyüş dergisine yazılar yazdı. Ne var ki, bu grupla fazla barışık olamadı. Küçük grupların “devrimi biz yaparız” yollu tavırları, bir çok devrimciyi yarı yolda bırakmasının derslik bir öyküsüdür bu aynı zamanda. Bu kesim de ona beklentilerini verememişti. Çıktıktan sonra da örgütsüz kaldı ve İstanbul’da işçi olarak çalışmaya başladı. İşsiz kalınca, Adana’ya, “iş bulurum” umuduyla gitti.

Burjuvazi, ondan canını istemişti. Her yakalandığında idamla yargıladı ve idamdan ömür boyu hapise çevrildi. Resmi olarak canını alamayan burjuvazi, onu, bir pusuda maşalarına kalleşçe katlettirdi.

Talip’in yaşamı da, faşist diktatörlüğün sürdüğü ülkelerdeki her militan devrimcinin yaşamından farklı değildi. İşkenceler, uzun yıllar hapisler, aranmalar, tilki uykuları, işçileri örgütlemeler, işçi direnişlerinde ve grevlerinde yer almalar, hesapsız/kitapsız ve hiç bir kişisel çıkar düşünmeden ölümüne mücadele dolu yıllar... Bunların hepsi inandığı devrim davası içindi. O, hiç bir zaman, devrimci olduğu için pişmanlık duymadı...

Talip’in yaşamı, aynı zamanda, militan devrimci bir işçinin yaşam öyküsüdür...

Devrim kolay gelmiyor. Ülke en iyi kızlarını ve oğullarını bu davaya vererek aydınlığı yakalayabiliyor. Talip’de devrim davasının sıra neferlerinden birisiydi. Ölürken de gözleri Toros dağlarının zirvelerine asılı kalmıştı.

 O, Anne tarafından Siverek’in, baba tarafından Çukurova’nın bereketli topraklarında yetişti. Orhan Kemal’in, Yaşar Kemal’in, Yılmaz Güney’in eserlerinden beslendi. Kaypakkaya’nın izinden yürüdü. Ve yine o Çukurova’nın bereketli toprakları üzerine düşen bir yağmur damlası gibi hep var olacak, işçi sınıfı ve emekçilerin devrimci direnişlerinde yaşamaya devam edecektir. *** 18.04.2013

16378

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar