Cuma Mayıs 17, 2024

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ VE DELİ SAÇMASI

Cumhurbaşkanlığı seçimleri taktik bir muhteva içermiyor. Bilakis stratejik muhteva içermektedir. Taktik her zaman stratejiye uygun, ona bağlı ele alınmak zorundadır. Eğer ki başvurulan taktik eylem -örgütlenme ve politika stratejimize hizmet etmiyorsa uygulanan taktik politika yanlıştır. Bundan vazgeçilmelidir. Taktikle strateji iyi kavranıp doğru ayrıştırılmıyor. Birinin uzun vadeli bir programı içerdiği, diğerinin ise kısa vadeli politik atılım veya geri çekilmeleri içerdiği doğru kavranamamaktadır. 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılan arkadaşlarca taktik politikayla, stratejik siyaset birbirine karıştırılmaktadır. Niyetle gerçek tersyüz edilerek kendini bize gösteriyor. Burada niyetten çok objektif gerçekler bizi ilgilendiriyor. Eğer sistemin çizdiği yasalar dâhilinde, ona riayet edilecekse ona bir sözümüz olmaz. Demek oluyor ki var olan devletin tüm normlarını kabul ediyor onunla düzen çizdiği kanun ve kuralların dışına çıkılmayacaktır. Çizilen çerçeve ekseninde bir anlaşmaya mutabık olunmuş oluyor. Bizde buna karşı çıkıyoruz ya, durum bu kadar net ve açık değil mi?

Tamda bu noktada başlıyor deli saçmalığı... Çıkıyor bizim gibi ipini devletle, sistemle koparmış bir avuç deli bu seçimler bizim seçimlerimiz olamaz diyor. Biz devlete ve onun omurgasını oluşturan yasamaya, yargıya ve de yürütmeye kökten karşı olduğumuz için bize dayatılmak istenen tercihlerden birine evet diyemeyiz. Biz sistem dışıyız, devletin ve sistemin meşrulaştırılmasına hizmeti ret ettik, ret ediyoruz. Eğer ki devletin ve sistemin çizdiği rotada hareket edilecekse ve sistemin çizdiği kulvarlarda  " kurtlarla dans edeceksek " neden hala bu devletin faşistliğinden dem vuruyoruz!

Biz ezilenler eşitlik istiyoruz, özgürlük istiyoruz, halkların tam bağımsızlığını istiyoruz. “Yarın yanağından gayrı her şeyi kardeşçe bölüşmek" istediğimiz için devlet tarafından terörist, anarşist vb. ilan edilerek öldürülüyoruz. En küçük demokratik hak talebinde bulunmak için sokağa çıktığımızda kahpece kurşunlanıyoruz, topluca katlediliyoruz, işkencelere maruz kalıyoruz. Devlet sömürü çarkını devam ettirmek için bizlere savaş ilanını varlığından günümüze devam ettiriyor. Bağımsızlık, özgürlük, demokrasi ve sosyalizm gerçekleşmeden sömürücü devlet ve işbirlikçileriyle  "barış" asla ve asla mümkün değildir. Ezenle ezileni, sermayeyle emeği kuzu kuzu bir arada yaşatma gayretkeşlikleri devletin zaten istediği bir şey değil mi?

Acaba düzen ölçüleri dışına çıkma cüret ve cesaretini göstermeyenler bazı demokratik kırıntı ve haklardan başka ne kazanabildiler, ne kazançları oldu ya da olacak. Kürt ulusunun Kürdistan hayalleri yıkıma mı uğrayacak? Ödenen bunca bedelin sonucu sömürü ve-sömürgeci-"faşist devletle el ele kol kola " bazı menfi çıkarlar için "kardeş -kardeş bir arada mı yaşanacak”. Yoksa Türkiye ve Kürdistan’ın bağımsızlığı, özgürlüğü için sonuna kadar devrim şiarıyla sosyalizm yolumu devam ettirilecek. Mesele burada odaklaşıyor Ya ezilen sınıfın ve emekçilerin yanındasın ya da emperyalist sömürgecilerin ve onların işbirlikçi yöneticilerinin yanında olacağız. Başka yol, ara yol yoktur. Seçim tabi ki her sınıfın dünya görüşüne uygun belirlemelere denk düşmektedir.

Burada şunu hemen söylemeliyim ki; Devlete ve onun idari şekline bakış siyaset te stratejiktir, taktik politikalarla faşizmin idari şekillerinden  "ehvenle -şerden “birini tercih edemeyiz. Ona hizmet etme, onun istediği minderde güreşmek yanlışına düşemeyiz. Bir kere devlettin başını seçiyorsun, sömürü çarkının kim tarafından idare edilmesine onay vermiş oluyorsun. Deyim yerindeyse faşist devletin komple icraatlarına suç ortaklığına onay veriyorsun ve buna da "seçim taktiği "diyorsun. Devlet sorunu ile kısmi demokratik hak ve talep sorunu birbirine karıştırılamaz. Böyle bir yanlışa düşüldü mü devletin yedek sibobu olur, onun işlediği suçlara ortaklık etmiş olursun.

      Birileri çıkıp bize; "eski kafalar, bizi anlamıyorlar “diyebilir. Ve "vay efendim kırk yıl önceki hastalık hala devam ediyor", "Barış süreci bu anlayışla baltalanmak isteniyor, biz barış istiyoruz, barış ve demokrasi mücadelesi yürütenlere seçimleri boykot kararı alarak zarar veriyorsunuz. "seslerini duyuyoruz. Dahası hiddetlenip siyasi eleştiri yerine, saygılı eleştiri yerine küfüre varan hakaretler ortalıkta dolaşıyor. Bilinmeli ki çeşitli sınıflara mensup örgütler ve onlarla aynı siyasi görüşlere sahip olan bireyler kendi sınıf tavrına uygun hareket eder ve etmeli de. Her konuda devrimci demokrat dostlarımızla aynı görüşleri savunacağız diye bir mantık ve zorlama olamaz. Bugün taktik anlamda doğru gördüğümüz yarın şartlar değiştiğinden dolayı yanlış görülebilir. Ancak bizim yanlış gördüğümüz bir siyasi karar ve tavrı kimse bize dayatma yapamaz. Bu tür yanlışlar geçmişte çokça yaşandı devrimci güçlere büyük zararlar vererek telafisi mümkün olmayan yaralara sebep oldu. Artık bu kaba sekterizmi aşmak gerekiyor. Devrimin dostları ve düşmanları stratejik ve taktik olarak doğru tespit edilirse kimlerle nereye kadar gidilebilineceği de ortaya çıkmış olacaktır. Bu anlamıyla biz devrimciler ve devrimci dost güçler birbirimizi siyasi eleştirebiliriz, etkileyebiliriz ama asla dayatmacı baskıcı olamayız. Bu mantık devrimci bir yaklaşım olamaz.

Bırakalım çeşitli fikirler kendilerini ifade etsin, siyasal, politik konularda tavırlarını belirlesinler, kıyasıya fikirlerimiz çatışsın doğru ile yanlış ortaya çıksın. Yani "Yüz çiçek açsın bin fikir akımı yarışsın " mantığı en doğru olanıdır diyorum. Aksi halde doğru ile yanlış ayrıştırılamaz ve ayrık otları temizlenemez. Düşman sınıfa ve sınıflara gelince, onlar bizim için bilinen aşikâr olanlardır. Onlarla aramızdaki çelişki antagonist çelişkidir. Var olan bu uzlaşmaz çelişki Devrimle şiddetle çözülecek bir çelişkidir.  Bu emperyalist işbirlikçi yönetimlerle uzlaşabilir birleşilebilinir bir taktik önermemiz genel anlamda yoktur olamazda. Bazı olağan üstü şartlar istisnayı görülürse ne söylediğim anlaşılıyor olacak sanırım.

   Sürgünlere gelince, her sürgün birey kendi dünya görüşüne uygun tavır takınmalı ve takınabilmelidir. Kendine yakın bulduğu devrimci örgütlerin takındığı tavrı desteklemeli onun çalışmasını yürütmelidir. Kaldı ki sürgünlük benim için sistem dışılıktır, faşist diktatörlük karşıtlığıdır.  Bugüne kadar ödediğimiz bedeller karşıt duruşumuzun sonucudur. Faşizmin tüm yasamasına, yargısına ve yürütmesine karşı çıktığımız için tutarlılıktır. Faşizmle masa altı, gizli odalarda halklar adına görüşmeler yapıp karar almamaktır. Tam bağımsızlık, halkların kurtuluşu ve sosyalizm mücadelesinde kararlılıkla savunduklarımızın arkasında durmaktır.  En basitten ifade edecek olursam, vicdanı retçi olmak, faşizme askerlik yapmayarak  "bedel parası " ödememektir, askere gitmemektir. Hem bunları savunmak hem de askere gitmek, bedel ödemek birbiriyle çeliştiği gibi, devletin yönetim şeklinin faşizm olduğunu söyleyeceksin, faşizmin sürekli olduğuna parmak basacaksın hem de o devletin başına geçmek için devletin tanıdığı kulvarda aday göstereceksin bu adayı tüm devrimcileri desteklemeye çağıracaksın. Bu açıkça kendiyle çelişmek devrim sorununu gündeminden çıkarmaktır. Sömürgeci devletin egemenliği altında" halkların demokratik federasyonunu" kuracaksın bu ne yaman çelişki ve tutarsızlıktır . Anlamak biraz zor... HASAN AKSU 9-7-2014

95462

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Sayfalar