Cuma Mayıs 3, 2024

“Dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız.” (Mehmet Demirdağ)

Milyonların emeği ve alınterini gasp ederek, sömürerek ayakta kalan egemenlere karşı ezilenlerin en büyük gücü, birliğidir.

Yaşamı üreten ve yaratanlar yan yana durabildikçe, birlikte harekete etmeyi öğrenebildikçe, başardıkça, özgür bir dünyaya doğru daha güçlü adımlarla yol alabilirler. Toplumlar tarihinin sayısız tarihsel örnekte bize gösterdiği budur.  Bunun farkında olan hâkim sınıflar, ezilen yığınlar karşısında sınıfsal çıkarları ekseninde ortak bir duruş ve buna uygun bir pratik sergilemekten asla imtina etmezler. Kendi aralarındaki çatışma ve kapışma ne kadar büyük olursa olsun söz konusu sınıf karşıtları yani işçi sınıfı ve geniş emekçi yığınlar olduğunda aynı sınıfsal refleksleri gösterirler. Zira, aynı zemin üzerinden var olmakta ve iktidarlarını sürdürmektedirler.

Emekçi yığınların örgütsüzlüğü, parçalı duruşu ve birbirleri arasına çekilen görünmez çitler onların saltanatlarını sürdürmelerinin en önemli koşullarından biridir. Bunun farkında oldukları, böylesi sınıfsal bir bilince sahip oldukları için en kavgalı oldukları dönemde dahi, işçi sınıfının örgütlülüklerine, birliğine ve beraberliğine saldırmaktan bunun karşısında güçlerini birleştirmekten asla geri durmazlar. Hangi parti, hükümet olursa olsun ve hâkim sınıfı klikleri arasındaki çıkar dalaşının boyutu ne olursa olsun, değişmeyen pratiğin işçi sınıfı ve emekçilerin kazanımlarına yönelmek ve yeni hak gasplarıyla sömürüyü büyütmek olması tesadüf değildir. Veyahut pek çok başlıkta birbirlerinin boğazına sarılmışken söz konusu Kürt ulusu, halkı olduğunda tüm düzen partilerinin adeta ışık hızıyla ırkçılık ve şovenizmde; imha, inkâr ve asimilasyon çizgisinde saf tutmaları da öyle.

Açık ki, hâkim sınıflar, toplumu sınıfsal, ulusal, inançsal ve cinsiyet vb. üzerinden bölerek ayrıştırma, birbirine düşmanlaştırma, kutuplaştırma politikası izlemektedir. Böylece ezilenlerin tek bir cephede sömürü ve zulme karşı birlik olmalarının, örgütlenmelerinin ve sınıf düşmanlarına karşı etkili bir mücadele yürütmelerinin de önüne geçilmiş olur. Türk-Kürt, Alevi-Sünni, İslamcı-Laik, vb. vb. pek çok şekilde karşımıza çıkan ve esasta emekçileri birbirine yabancılaştıran yaklaşımların temelinde egemen sınıfların ideolojik, siyasi ve kültürel bombardımanı vardır.

Böl-parçala-yönet olarak da özetlenebilecek bu tutum, ezilen yığınları rakipleri karşısında güçsüz düşürür. Buna çözüm olmak, işçi sınıfı emekçi yığınları, Kürt ulusu ve Alevileri, emekçi kadınlar ile LGBTİ’leri ortak bir amaç uğruna bir araya getirmek, birleştirmek ve mücadeleye sevk etmek, devrimci ve komünistlerin görevidir. Kendini, ezilen yığınların kurtuluş davasına adayanlar, farklı toplumsal kesimlerden değişik fikirlerden, çeşitli cinsiyet kimliklerinden emekçileri bir arada tutabilme yeteneğine sahip olmalıdır. Bunun için ideolojik bağlamda net bir hedefe, politik düzlemde ise ciddi bir olgunluğa ihtiyaç vardır. Proleter devrimciler bilir ki, emekçilerin birliği iyi, ayrışması ve birbirinden türlü gerekçelerle uzaklaşması kötüdür.

Bu anlamda, ezilenlerin birliği ve mücadelesine soyunan devrimci komünistlerin bunun nasıl yapılabileceğini kendi pratiklerinde göstermesi gereklidir. Bunun ilk adresi ise içinde bulundukları kolektiftir onun mekanizmalarıdır.

Her kolektif, belli bir ilkeler ve onun etrafında örülen hukuk üzerinde var olur. Deyim yerindeyse binanın kolonları ve harcı bu ilkeler ve onu adeta bir zırh gibi koruyan bu hukuktur. Proletaryanın ideolojisini rehber edinen kolektifin, hukuku ve onun can suyu tüzüğü, toplumun farklı sınıf ve katmanlarından gelen devrimciler için yeterince birleştirici ve kapsayıcıdır. Herkes bu hukuk ve onun gerektirdiği adalet karşısında eşittir. Ne ki aslolan bu hukuk ve işleyişin pratikte yaşama geçirilmesidir. Bu olmadığı sürece her şey kâğıt üstünde kalmaya, suya yazılmaya mahkûm olacaktır.

Kolektifi ayakları üzerinde tutan ilkeleri ve işleyişi karşısında tutum belirleyici olandır. Ezilen yığınların, sınıf düşmanı karşısındaki birliğinden yana olanların duruşu, işleyiş ve hukuk karşısında samimi ve tutarlı olmalıdır. Yığınlara birlik olma çağrısı yaparken içerde de kolektifin hukukuna ve işleyişine uygun davranmak dürüst bir devrimcilik için olmazsa olmazdır.

Emekçilerin birliğini, onunla doğrudan bağlantılı olarak kolektifinin irade ve eylem birliğini sağlayacak olan açık ki hukuku ve işleyişidir. Öyleyse bir devrimcinin yığınların birliğinden, düşman karşısında ortak hareket etmesinden yana olup olmadığını anlamanın yollarından biri hukuk karşısındaki duruşunda saklıdır.

Zira, hukuk birleştirici bunun ihlal eden her davranış ve pratik ise ayrıştırıcı ve bölücüdür aynı zamanda yıkıcıdır. Somutta bugün kolektif içinde yaşanan tartışmalara bir de bu pencereden bakmak faydalı olacaktır. Başından bu yana söz konusu tartışmalarda iki çizgi ortaya çıkmıştır. Bir yanda hukuk ve işleyişi ayaklar altına alarak, bunları keyfince yorumlayanlar, diğer yanda hukuk ve işleyişten doğal olarak da emekçilerin ve kolektifin birliğinden yana olanlar.

Bugüne taşınan sorunların merkezinde tam da bu vardır. Geleneğimizin üzerinde yükseldiği ona niteliğini veren hukuk iğdiş edilmiş açıkça çiğnenmiş ve işlenen bu suçu gören, buna dur diyenler hedef tahtasına konulmuştur. Bu tutum ve pratiğin birleştiren değil dağıtan, farklı fikirlerin bir arada durabilmesini değil birbiriyle kavga etmesini ve uzaklaşmasını sağladığı da açıktır.

Bu yaklaşımın esas olarak devrimci komünistlerin, emekçi halkımız karşısındaki misyonunun silikleşmesi anlamına geldiği bir gerçektir. Zira halkımızın birliğinden yana olanların, onlara kurtuluşun adresi olarak gösterdiği yerde de bu görüşleri yaşama geçirmeleri gerekir. Aksi bir tutum iflah olmaz oportünistlerin ve burjuva politikacıların tavrı olur.

Farklı fikirlerle mücadele…

Başkan Mao farklı fikirlerin bir kolektif içinde birbiriyle nasıl mücadele etmesi gerektiğini bize öğretmiştir. Bu mücadelenin yol ve yöntemlerine dair zengin bir tarihsel miras bırakmıştır. Bunun içinde ideolojik, politik mücadele vardır ancak ayak oyunları, hile, işleyiş ve hukuku yerle bir etmek, darbecilik ve bunun bir sonucu olarak şiddet yoktur.

Darbecilik, kolektifin içindeki yaşamın, hukuk ve işleyişin yönettiği bir iklimden çıkarak, adeta orman kanunlarına, eline silah alanın ve kılıç kuşananın söz sahibi ve haklı aynı zamanda doğru olduğu bir iklime girmesi anlamına gelir.

Örneğin alanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olacağı bilinmektedir. Bunun dışına çıkan her pratik darbeciliktir, darbedir. Bu durumda her isteyen istediği soruna müdahale etme hakkı bulacak, herkese çalışmalarını beğenmediği kurumu engelleme hakkı verecektir. Bunun karmaşa ve kaostan aynı zamanda yıkımdan başka bir anlama gelmeyeceğini bilmek zor olmasa gerektir. Kurumlarımıza yönelen gasp da tam olarak bu anlama gelmektedir.

12 Eylül’de Süleyman Demirel, kılına dokunulmadan makamından indirilmiştir. Ancak nihayetinde yaşanan bir darbedir. Çünkü Demirel, askerin gücüyle tehdit edilmiştir. Darbelerde şiddetin düzeyi sadece onun önüne eklenen sıfatı tanımlar. Kanlı, kansız vb… Nihayetinde her darbe, darbecilik bir şiddettir, şiddetin bir biçimidir; hukuk ve işleyiş dışına çıkan, seçilmişlerin-görevlendirilmişlerin iradesini ve yetkisini gasp eden bir şiddettir.

Kurumlarımıza yapılanları bu çerçevede yorumlamak doğru olacaktır. Savunulan görüşlere karşı çıkılabilir, doğru bulunmayabilir kuşkusuz. Ne var ki yaşananın adını doğru koymak gerekir. Lenin yoldaş, eşyaya ismiyle hitap etmek gerektiğini söyler bize. Durumun kendisi darbeciliktir, darbedir. Emekçi yığınların birliğinden yana her samimi devrimcinin her şeyden önce bu gerçeği açık bir şekilde tanımlaması doğru olandır. Ne söylenecekse yapılanın adı konulduktan sonra söylenmelidir. Bu yapılmadan kurulacak her cümle, yeni darbelerin ve yeni darbecilerinin türemesi, bu virüsün saflarımızda hızla yayılması ve büyümesi anlamına gelecektir.

“Hayır” Kolektifin Tavrıdır

Kurumlarımızın basılmasına gerekçe gösterilen konulardan biri yurtdışında yaşanan tartışmadır. Bu konuda konunun muhatapları gerekli açıklamayı yapmıştır. Girmeyi gerekli görmüyoruz.

Diğer bir gerekçe ise seçim tavrıdır. Kolektif herhangi bir sürece dair kararlarını faaliyetlerin yürüdüğü alanlar üzerinden, buradaki yetkili mekanizmalar üzerinden alır. Tartışmalarla kolektifin, yapının ağırlıklı eğilimi ortaya çıkar. Merkezi irade, tartışmasını söz konusu alanlarla yürütür, ikna etmeye çalışır. Sonuç itibariyle karar ağırlıklı eğilim üzerinden çıkar. Kolektifin irade ve eylem birliği böyle sağlanır.

Aksi durumda yani çoğunluğun değil de azınlığın fikirlerinin ve tavrının dayatılması birliğe zarar verir. Herhangi bir önderliğin yapması gereken kolektif içindeki farklı eğilim ve görüşleri, işleyiş ve hukuk temelinde çözmektir. Kapsayıcı, birleştirici bir dil ve üslupla buna uygun bir politika ile sorunlara büyümeden ve kriz haline gelmeden çözüm üretilmelidir. Somutta yetkili bileşene dair ilgili alanların yaptığı açıklama ortadadır; dahası kolektifin ciddi bir bölümü referandumda “hayır” derken kalan azınlığın tavrını merkezi tutum olarak belirlemek krizi çözmek değil büyütmek ve de bundan beslenme politikasıdır. Öyleyse soralım, kolektifin ezici bir çoğunluğu referandum özgülünde “hayır” yaklaşımının doğru olduğunu beyan etmişken nasıl oluyor da “boykot” tutumu ilan edilebilmektedir?

Umudu Büyütelim!

15 Temmuz darbe girişiminden bu yana OHAL altında, geniş emekçi yığınların kazanılmış tüm haklarına cepheden saldırıların yaşandığı, her türlü hak arama mücadelesinin terör parantezine alındığı günlerden geçiyoruz.

Baskı, gözaltı, tutuklama, şiddet yargısız infaz ve katliamlarla örülen bu sürecin, emekçi halkımızın özgür bir gelecek umuduna yöneldiği açıktır. İşçi sınıfına, Kürt ulusuna, Alevilere, kadınlara, LGBTİ’lere yönelen bu dizginsiz şiddet başta direniş odakları olmak üzere halkımızı bir bütün olarak teslim almayı amaçlamaktadır. Komprador burjuvazi ve toprak ağalarının temsilcisi TC devleti, dizginsiz bir terör, baskı ve katliamlarla ezilen yığınların insanca bir yaşam özlemi ve mücadelesine alçakça saldırıyor.

Ardı arkası kesilmeyen gözaltı ve tutuklama operasyonları, gerilla alanlarına en üstün teknoloji ile yapılan askeri operasyonlar; işçi sınıfının büyük bedeller pahasına kazandığı mevzilerine yönelik taarruzlar, sömürüyü katlamayı hedefleyen düzenlemeler ve de buna eklenebilecek çok sayıda başka halkayla hâkim sınıfların zincirlerinden boşanmış diz çöktürme stratejisini hepimiz görüyor ve yaşıyoruz.

Devrimci ve komünistler; Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve mezheplerden ezilen yığınlara yönelen bu saldırganlık furyasına set ve yanıt olmak sorumluluğuyla karşı karşıya. Halkımızı bölerek, kutuplaştırarak, iktidarını sürdürmeye çalışan egemenlere karşılık ezilen yığınlara çağrımız birlik ve beraberliği aynı zamanda mücadeleyi büyütmek olmalıdır.

Bunu yaparken de buna kendimizden başlamak doğru olandır. Hala isimleri açıklanmayan üç halk savaşçısı hesabı sorulacaklar listesine yeni isimler ekleyerek görevlerimizi ve sorumluluğumuzu daha da büyütmüşken yapmamız gereken buna yoğunlaşmaktır.

Zira, dağılmanın değil birleşmenin tarafındayız. Başından beri bizi bir arada tutan birliğimizin ve gücümüzün sigortası hukukun gereklerini yerine getirmeye çalışıyor, tüm yoldaşlarımızı da buna davet ediyoruz.

Mehmet Demirdağ yoldaş bu konuda bize ışık tutmaktadır: "… Durum iyidir, çünkü; yaşadığımız topraklardaki sınıf mücadelesinin gelişimi teori ve stratejimizin ışığında atacağımız her adıma, yapacağımız her müdahaleye karşılığını kat kat verecek bir yöndedir. Durum iyidir, çünkü; çözümsüzlüğün değil çözümün, dağılmanın değil birleşmenin, karamsarlığın değil umudun yolundayız." (Mehmet Demirdağ)

(Bir Partizan)

43110

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Sayfalar