Pazartesi Mayıs 20, 2024

Devrimci iktidar hedefiyle çalışmalarımıza yüklenelim!

Türkiye; sokaklarıyla, meydanlarıyla, doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine son 1,5 yıldır sürekli “hareketli” durumda.

Gezi İsyanı, 17-25 Aralık yolsuzluk karşıtı eylemler, Soma katliamına tepkiler ve Kobane serhıldanıyla; gencinden yaşlısına, her mezhepten ve milliyetten kadın-erkek halkımız milyonları bulan sayılarla sokaklara döküldü.

Polisle çatıştı, komünler kurdu, kendi şiarlarını yarattı. “Arap Baharı” denilen eylemsellikler sürecinde de gördüğümüz gibi; bütün ülkeyi kapsayan, mevcut sistemi sallayan ve doğru bir önderlikle sistemi değiştirebilme potansiyeli taşıyan yangının nerede ve nasıl çıkacağını belirlemek mümkün değildir.

Tunus’ta bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başlayan isyanlar nedeniyle son 4 yıldır Ortadoğu’da düzen hükmünü sürdürmekte zorlanıyor. Türkiye’de “3-5 ağacı” koruma saikiyle başlayan hareket, dönemin tüm birikmiş enerjisinin militan bir tarzda ortaya çıkmasına yol açtı. Fakat bunlarla birlikte Türkiye özgülünde ortaya çıkan bu militan enerjiyi, devrimci bir tarzda politik iktidar mücadelesine yöneltecek yetenekte ve hazırlıkta olmadığımız da ortaya çıkmış durumdadır.

Bahsini ettiğimiz nitelikte toplumsal hareketlerin yaşandığı dönemler, öncünün kendini sınadığı, gördüğü yerlerdir. Marks’ın benzetmesinden hareket edersek; görece suskunluk dönemlerinde bir köstebek gibi sistemin altını ne kadar kazdığımız, kazdığımız tünelleri ustalıkla birbirine ne kadar bağlayabildiğimiz ve gerektiğinde “son vuruş”u ne kadar yapabilme becerisine sahip olup-olmadığımız ortaya çıkmaktadır.

Zamanında hazırlıklarını yapamayanların, kitleler içinde yaygın örgütlülükler yaratmayıp, devrimci zoru kullanma perspektifine sahip olmayanların hareket patladığında kendini akışa bırakmak dışında bir seçenekleri olmamaktadır. Gezi, Soma, Kobane bize bu gerçeği bir kez daha gösterdi.

Gezi İsyanı’ndan çok sonra, ortaya çıkan cılız cüsselerini kapatmak için kendilerine dev aynasından bakanlar, bu sürecin kaybedenleri olacaktır. Çünkü sadece gerçekler devrimcidir! Gerçekler hoşumuza gitmese de devrimcidir…

TDH’nin cılız cüssesiyle birlikte; yıllarca köstebek uyanıklığı ve çalışkanlığı gösteremediği de ortaya çıktı. Ama zaten bir cüssenin sıhhatli ve güçlü olması da hareketliliğiyle, çalışmasıyla sağlanır! Yani çalışmayanın, sistemli bir örgütlenme faaliyeti yürütmeyenin, bunu legal, illegal, silahlı, barışçıl her şekilde yapma uğraşı içinde olmayanın cüssesinin cılız olması dışında bir seçeneği yoktur.

Partizan, bütün alanlarındaki örgütlülükleriyle genel olarak ortaya çıkan hareketliliğe tüm gücüyle katıldı. Fakat eğer bizler komünist öncülersek; ortaya çıkan bu tarihsel önemdeki hareketlere hiç tereddütsüz atılmış olmamız bize yetmez! Bizler ortaya çıkacak muhtemel tüm enerjileri örgütlü karşılamakla ve her hareketlenmeden güçlenerek, kitleler içinde hegemonyamızı artırarak çıkmakla yükümlüyüz. Eğer ortaya çıkan sonuç bu değilse, sadece koşturup durmuş ve harcadığımız enerjinin nerede nasıl ortaya çıkacağını bilmez haldeysek; bunu sorgulayacağız.

Kitlelerin hareketini gürül gürül akan bir nehre benzetebiliriz. Bu nehrin akışını yönlendirecek, taşkınlardaki enerjisini işe yarar hale getirecek bir müdahale olmazsa, bunu diyelim ki elektrik enerjisine çevirecek veya sulama kanallarıyla tarım için elverişli hale getirecek bir perspektifimiz ve bunu yapmak için taşkından önce hazırlıklarımız yoksa; taşkın suyun yaratacağı sonuçları ne olacağını kestiremeyiz. Ama tarihten bildiğimiz net bir şey vardır ki, tıpkı bu taşkın su örneğinde olduğu gibi kitlelerin kendiliğinden hareketleri de ezilenleri devrime götürmez.

Demek ki burada, komünist öncünün tarihsel sorumluluğundan bahsediyoruz. Kendiliğinden hareketlerin akışına kapılanlar ve bununla böbürlenenler değil; bu hareketleri devlete ve sisteme karşı bir devrim hamlesi haline getirenler olmalıyız. Bizim amacımız budur! Varoluşsal nedenimiz budur! İşte bu nedenle her komitemizin, tek tek her bir militanımızın üzerinde durup, konu edinmesi, tartışması, derinleşmesi, çözümler sunup, pratiğe geçirmesi gereken konu budur.

Her çeşit kendiliğinden tarza, uyuşukluğa, “kitleler bizi anlamıyor”a, kendini tekrar edip durmaya, düşünce tembelliğine ve tutukluğa sert darbeler vurup, örgütlülüklerimizi sağlamlaştırma, olmayan yerlerde kurma sorumluluğuyla ileri atılmalıyız.

Öncülük, olayların peşinden sürüklenme değildir. Kendiliğindencilik, reformizm, liberalizm vs. akımlar bizlerin hareketsizliğinden, pratiğe sistemli müdahale etmememizden kaynaklanmaktadır.

Tam da bu noktada önderimiz Kaypakkaya’nın komünist devrimci çıkışı bizim için daha çok anlam taşımalı ve üzerinde daha çok yoğunlaşmalıyız. Çünkü o dönemki bilimum reformistlerin “kitlelerin geri durumuna” vurgu yaparak işlerini “kitleleri aydınlatma” için salt çalışma gruplarıyla sınırlayanlara büyük bir darbe vurmuştu.

Bu darbesinin özünü devimci pratik ve eylemsellik olan özü sayesinde ektiği tohum yarım asra yakındır, devrimci hareketin ana bileşenleri arasında yer almayı başarmıştır. Fakat mevcut anda görevimiz bu öze dayanarak, yaşamın gerektirdiklerine hızlı şekilde yanıt olmak ve sıçramalarla ilerleyişimizi sağlamaktır. Yani yaşamın akışını yakalamakta ve yaşamdan öğrenmekte hızlı adımlar atmamız gerekmektedir.

 

Egemenler iktidarlarını rızalarıyla bırakmazlar

Gezi, Soma, Kobane ile tanımladığımız son 1,5 yılın hareketliliklerinin şehirlerde olması dolayısıyla, şehir faaliyeti üzerinde duracağız. Şehir faaliyetlerimiz; esasta gazete dağıtımı, bazen stant açıp, imza toplama, derneklerde-kafelerde “devrim sorunlarını” tartışma, basın açıklamaları yapma, eylem olduğunda gidip katılma olarak ortaya çıkıyorsa, bunun güçlü bir örgütlülük yaratamayacağını en baştan belirtelim. Ki bazı alanlarımızda bunların dahi düzenli yapılmadığını biliyoruz.

Bu çalışmalar; iktidarı hedefleyen, öncülük iddiası olan bir yapının militanlarının çalışmaları değildir. Bu çalışmalar, günü kurtarma, devrimcilik adı altında kendiliğindenci ve iddiasızlığı yaşatma, sınırlı pratiklerin yarattığı sınırlı fikirlerin kendi çapında, dar bir çevre olarak hüküm sürmesidir. Çalışmalarının esası bu faaliyet olan alanlarımız, hızlı bir şekilde kendilerini gözden geçirmelidirler! Şehir nüfusu gün geçtikçe artarken, ezilen kesimler derin bir yoksulluk içinde yaşarken, neoliberal politikalarla birlikte kentsel sorunlar tüm yaşamı etkileyecek bir hal alırken; çalışmalarımızın, politik perspektifimizin darlığı kabul edilemez.

Şehir faaliyeti; legal-illegal, silahlı-barışçıl her türlü yöntemin ekonomik-demokratik- cinsel-ulusal-mezhepsel-çevresel tüm sorunlar özgülünde kullanılabilmesi ile yürütülür. Bu yöntemlerin devreye girme zamanını ve şeklini belirlemek; çalışılan alana ve en az bunun kadar önemli olan tüm ülkenin genel durumuna vakıf olarak ancak doğru şekilde yapılabilir. Yani kadro ve militanlarımızın pratik içerisindeyken, teorik ve ideolojik donanımlarını sürekli güçlendirmeleri zorunluluğundan bahsediyoruz. Türkiye’de yılların bize öğrettiği çok temel bir derstir ki; illegal ve devrimci şiddetin devrede olmadığı, temel alınmadığı tüm faaliyetler düşmanın açık saldırısı altındadır ve her seferinde toparlanamadan dağıtılmaya mahkumdur.

Bunun ötesinde en son Kobane’nin gösterdiği sonuçlardan biri de; devletin yasal/yasadışı tüm çetelerini halkın üzerine salması karşısındaki yetersizliğimizdir. Devrimci güçlerin en başta kendilerini savunmaları üzerinden ele aldığımızda dahi; illegal ve silahlı şehir birliklerinin olmazsa olmaz olduğu görülecektir. Şehirlerde devletle işbirliği halindeki uyuşturucu çetelerine, mafyalara karşı mücadele edebilmek için bile söz konusu birlikler kendini dayatmaktadır.

Bunlar güncel sonuçlardır. Fakat biz tarihten ve diyalektik materyalist sınıflar teorisinden de biliyoruz ki; hiçbir egemen sınıf, tarihin hiçbir kesitinde saltanatını savaşmadan bırakmaz. Bu isterse kendi sınıfından kesimler bile olsa: Tarih boyunca saraylarda kardeş, baba, çocuk tüm saltanat adaylarının öldürülmesinin özü/özeti budur.

Hal buyken; “ayak takımı”na, “çapulculara”, sırtlarından saltanat sürdükleri sınıflara egemenliklerini savaşmadan bırakacaklarını düşünmek en basit tanımıyla ham hayaldir! Bu nedenle, komünist devrimcilerin illegal ve silahlı mücadele yöntemlerinde ustalaşmaları, yazının başında bahsettiğimiz gibi sistem sahiplerinin altını kazacak şekilde illegal çalışmalarını yürütmeleri ve kitle çalışmasını güçlendirici tarzda silahlı mücadele yöntemlerini kullanmaları zorunluluktur.

Temel sorun; bunların ne zaman, nasıl devreye gireceğini iyi belirlemektir. Fakat her ne olursa olsun her an hazır bir şekilde bu şehir milislerinin olması zorunluluktur. Dünya halklarının deneyimleri bize bu konuda yol gösterebilir!

 

Sınırlarımızı aşalım

Şehir faaliyetçilerinin, çalıştıkları alanların özgül sorunlarını çok iyi kavraması gereklidir. Böyle bir faaliyetin amaçları ve kullanabilecekleri araçlar, gitmeleri gereken alanlar, şiarları vs net olmalıdır. En önemlisi yaşamdan öğrenmeyi bilmeleridir. Kafamızda oluşturduğumuz proje ne kadar mükemmel olursa olsun, yaşamda karşılığını bulmuyorsa, o alanda kök salıp/büyüyemiyorsak sorunun ne olduğunu sorgulama cesaretine ve yaşamdan öğrenme bilgeliğine sahip olmamız daha da fazla önem taşır. Kafamızdakileriyaşama dayatmayacağız,yaşamın getirdiklerini kafamızadayatacağız. Yani halkımızdan öğreneceğiz, pratiklerden öğreneceğiz. Yani kabuğumuza çekilip, derinleşip(!), her şeye vakıf olmayı beklemeyeceğiz. Hata yapmaktan korkmayacağız ve bu hataları düzeltme gücüne sahip olacağız.

Legal alanlardan sonuna kadar, sistemli bir şekilde faydalanmalıyız. Yani sendikalarla, birlik ve derneklerle, vb.le ilişkimiz “protokol bırakma” seviyesinde değil, aktif çalışma, yön verme, yönetici olma seviyesinde olmalıdır. Bu araçlar bulunduğumuz alanlarda yoksa kuruculuğunu yapmalıyız.

Çok önemli bir sorunumuz da çalışma alanlarımızda kendimizi sınırlamaktır. Bulunduğumuz ilçelerin farklı semtlerine bile gidilmemektedir. Oysaki eğer örgütlü yoldaşlarımız, faaliyetimiz vs. yoksa komşu illere-ilçelere gitmek ve faaliyet alanımızı genişletmek de bizim sorumluluğumuzdur. Soma’da, Karaman’da, Isparta’da, Zonguldak’ta olamamamız, devrimciliği her açıdan sınırlandırılmış bir şekilde ele alışımızla ilgilidir.

Mevcut durumu pratiksel olarak aşmak, tüm militanlarımızın sorumluluğudur. Sınırlar ancak devrime tutkun militanlar tarafından parçalanır!

75036

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Sayfalar