Pazar Nisan 28, 2024

Diktatörler gölgelerinden korkarlar

Tarihin en büyük korkakları hiç şüphesiz diktatörlerdir. Çünkü onların dostları olmaz, yalakaları olur. Yalakaları ise diktatör zayıfladığı anda onu arkadan vurabilecek tipte kişiliklerdir. Bu nedenle diktatör, en yakın yalakasına da güvenmez.

Diktatörler, gölgelerinden korkarlar. Gölgelerinin dahi kendisini takip ettiğinden, her an eline bir silah ya da bıçak alıp kendini arkadan vuracağını sanırlar. Bu nedenle, Gölgesinin serbest kalmasına asla müsade etmez. Kendi gölgesinin üstünde de koruma gezdirir.

Diktatörler, her yönüyle en zayıf kişiliklerdir. Her şeyden korktuklarından ve  diktatör olarak kalabilmeleri için, herkesin kendisinden korkmasını ister. Özellikle halktan korkar. İşçilerin varlığı, onların en küçük direnişi onu hep ürkütür. Bu karınca gibi insanların birlik olup kendini yıkacağını düşünür ve onları ezmeye çalışır. Daha fazla çalışıp kendine ve kendi destekcilerine daha fazla sermaye sağlamalarını ister.

Bu nedenle, sermaye sahipleri de diktatörleri sever. En “demokrat” sermayedar gözüken, en korkak, en pespaye, kişiliksiz bir diktatörün halka kan kusturmasına ses çıkarmaz. Arada bir “demokrasi iyiydir” derselerde, yine işçi ve emekçileri aldatmak içindir. Oysa, en büyük karlarını bu tür diktatörlük dönemlerinde elde ederler. Palazlandıkça palazlanırlar. Kar üstüne kar katarlar. Sermayelerini büyüttükçe büyütürler. Diktatörde onlardan biraz pay ister ve “ben olmasam siz bunları kazanamazdınız” diyerek, rüşvetlerini aksatmamalarını buyurur.  Rüşvetlerde, diktatörün kasalarına akar, kasalar yetmezse ayakkabı kutularına istiflenir.

Diktatör, korkusunu hiç bir zaman ve hiç bir şekilde yenemez. Bu nedenle de durmadan yeni  zorba kanunları çıkarır. Uçan kuştan dahi korkar. Gürül gürül akan derelerden, özgürce güneşe doğru uzanan ağaçlardan, işçinin grevinden korkar.  Korktukça yasaların ardı arkası kesilmez. Korku yasaları birbirini takip eder. Ne yazık ki, yine de, her yeni çıkan korku yasası, diktatörün korkusunu dindirmeye yetmez.

Korkunun ecele faydası olduğunu sanır, diktatör. Ayakta kalmasının, saltanatını sürdürmenin yolu; kitleleri baskı ve şiddetle ezmek olduğunu, yaşamın her alanını asker ve polis ile kuşatmaktan geçtiğini düşünür. Bu nedenle de durmadan kendi koruyucularını çoğaltır. Halk üzerindeki baskıları artırdıkça artırır. Güvenlikçilerine her türlü yetkiyi verir. Bu da yetmez! ...

Her tarihsel dönemin diktatörleri, kendi dönemlerinin özgülüklerini taşırlar. Kapitalist toplumun diktatörleri de birbirine benzerler. Hangi ülkenin diktatörü olursa olsun, korku ve uygulamaları aynıdır. En büyük istemleri; sermayeyi korumak, onun semirmesini sağlamaktır. O büyüdükçe kendi sermayesini de büyütmek. Onun desteği olmadan ayakta kalamayacağını bildiği için, diktatör ile sermaye özdeşleşmiştir.

Diktatörlerin, en büyük korkusu, hiç kuşkusuz kitlelerdir. İşçi ve emekçi yığınlarıdır. Varlıkları, onların aşırı sömürülmesi  ve ezilmesine bağlıdır. Onların suskun kalması, şiddetle susturulması, diktatörün saltanatının ömrünü de uzatır. Bu nedenle de, çıkardığı her yeni kanun çalışanların aleyhine, burjuvazinin ise lehine olur.

Ama, bütün diktatörler, kendilerini “halktan yana”, “halkın dostu”, zenginlerin ise düşmanıymış gibi gösterir. Arada bir zenginlere çıkışır. Ancak, böyle bir “azarlamayı” neden yaptığını sermaye sahipleri de diktatör de bilir. Bu azarlama, sermayenin büyümesine, kitleleri ise oyalamaya hizmet eder. Kapitalist toplumun gelmiş geçmiş sivil ya da askeri diktatörleri bu tür “azarlamaları” yer yer yaparlar.

Bütün diktatörler çok konuşur. Yakın tarihimizin diktatörlerini alın inceleyin, her gün her konuda konuşurlar. Hiç kitap okumazlar, ama, bilmedikleri hiç bir konu da olmaz ve her işin uzmanı gibi ahkam keserler. Uzayın derinliklerinden tutunda, doğum kontrolüne, oradan sanata kadar her bir şeyi bilirler.

Ve hepsi de yalancıdır. Kendi yalanlarına da inanırlar. Etrafı da yalancı doludur. Ve kitleler üzerinde koca bir yalan imparatorluğu oluştururlar. Yanlışlıkla doğru söylediklerini, ertesi gün yalanlarlar. Onlar için kitleler aptaldır. Hiç bir şey anlamaz ve onlar ne derse inanır! Aynen böyle düşünürler.

Bütün diktatörlerin, en çok kullandığı sözcük “hain” olur. Kendilerinin dışında herkes haindir. Bazan vatan hainleri bazan ise din düşmanlarıdırlar. Ama mutlaka “hain”dirler. Diktatörlerin kimi, din üzerinde kitleleri oyalamaya çalışırken, kimi “vatan-millet-bayrak” üçlemesi üzerinden nutuk çeker. Ama, istisnasız hepsi, din de dahil, bu üçlemeyi kullanır. Kitleleri bunlarla oyalamanın bilincindedirler. Bu nedenle de aptal değildirler. Aynı Erdoğan gibi.

Bazı liberaller, Erdoğan’ın “ruh hastası” olduğunu ileri sürüyorlar. Emperyalist burjuvazi de Hitler için aynısını söylüyor. Bu aldatmacadır. Bunun anlamı, kitlelere; “bu delidir, ne yapsa yeridir”, “idare edelim” diye işi yumuşatmanın, diktatörü hoş göstermenin bir yöntemidir.

Mussolini, Hitler, Franco, Salazar, Pinochet, Evren, Mübarek ve diğerleri ne kadar deliyse, “ruh hastasıysa”, Erdoğan’da onlar kadar hastadır. Yani, bunların hepsi ne yaptıklarını bilen kişilerdir. Yaptıklarını bilerek yaparlar ve burjuvazinin kitleler üzerindeki baskı araçlarıdır. İçinde bulundukları ekonomik ve siyasal koşullardan bağımsız değillerdir. Onları halkın tepesine bir zulüm aracı olarak diken kapitalist sistemin ta kendisidir.

Baskıların artış oranıyla sermayenin artış oranı aynıdır. Bu bağlamda, diktatörün “demokratlık” seviyesi ile sermayenin “demokratlık” seviyesi birbirine eşittir. Ne zaman ki, sermayenin artış oranı baskı oranının gerisinde kalırsa, burjuvazi, diktatöre “süren doldu” der. Sermayenin artış oranının düşmesi, ise kitlelerin sokaklara dökülmesi ve işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesiyle direkt ilgilidir.

Kitlelerin susması, sinmesi, diktatörlüğün baskılarını azaltmaz. Tersine, her suskunluk, her örgütsüzlük, her sinme arkasından daha büyük baskı ve sömürüyü koşullar. Diktatörde bunu bilir ve baskıyı artırdıkça artırır.

Diktatörler yıkılmaz değildir. Bütün diktatörler ve onu ayakta tutan sermaye, aslında bir kağıttan kaplandır. Kitlelerin örgütlenip ayağa kalkmasıyla kaçacak delik ararlar. Önemli olan, işçi sınıfının örgütlenmesi, üretim alanlarını ve sokakları zapt etmesidir. O zaman, ortada, ne Erdoğan kalır ne de onu yaşatan sistem.

03.03.2015

 

60612

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar