Pazartesi Nisan 29, 2024

Diktatörler gölgelerinden korkarlar

Tarihin en büyük korkakları hiç şüphesiz diktatörlerdir. Çünkü onların dostları olmaz, yalakaları olur. Yalakaları ise diktatör zayıfladığı anda onu arkadan vurabilecek tipte kişiliklerdir. Bu nedenle diktatör, en yakın yalakasına da güvenmez.

Diktatörler, gölgelerinden korkarlar. Gölgelerinin dahi kendisini takip ettiğinden, her an eline bir silah ya da bıçak alıp kendini arkadan vuracağını sanırlar. Bu nedenle, Gölgesinin serbest kalmasına asla müsade etmez. Kendi gölgesinin üstünde de koruma gezdirir.

Diktatörler, her yönüyle en zayıf kişiliklerdir. Her şeyden korktuklarından ve  diktatör olarak kalabilmeleri için, herkesin kendisinden korkmasını ister. Özellikle halktan korkar. İşçilerin varlığı, onların en küçük direnişi onu hep ürkütür. Bu karınca gibi insanların birlik olup kendini yıkacağını düşünür ve onları ezmeye çalışır. Daha fazla çalışıp kendine ve kendi destekcilerine daha fazla sermaye sağlamalarını ister.

Bu nedenle, sermaye sahipleri de diktatörleri sever. En “demokrat” sermayedar gözüken, en korkak, en pespaye, kişiliksiz bir diktatörün halka kan kusturmasına ses çıkarmaz. Arada bir “demokrasi iyiydir” derselerde, yine işçi ve emekçileri aldatmak içindir. Oysa, en büyük karlarını bu tür diktatörlük dönemlerinde elde ederler. Palazlandıkça palazlanırlar. Kar üstüne kar katarlar. Sermayelerini büyüttükçe büyütürler. Diktatörde onlardan biraz pay ister ve “ben olmasam siz bunları kazanamazdınız” diyerek, rüşvetlerini aksatmamalarını buyurur.  Rüşvetlerde, diktatörün kasalarına akar, kasalar yetmezse ayakkabı kutularına istiflenir.

Diktatör, korkusunu hiç bir zaman ve hiç bir şekilde yenemez. Bu nedenle de durmadan yeni  zorba kanunları çıkarır. Uçan kuştan dahi korkar. Gürül gürül akan derelerden, özgürce güneşe doğru uzanan ağaçlardan, işçinin grevinden korkar.  Korktukça yasaların ardı arkası kesilmez. Korku yasaları birbirini takip eder. Ne yazık ki, yine de, her yeni çıkan korku yasası, diktatörün korkusunu dindirmeye yetmez.

Korkunun ecele faydası olduğunu sanır, diktatör. Ayakta kalmasının, saltanatını sürdürmenin yolu; kitleleri baskı ve şiddetle ezmek olduğunu, yaşamın her alanını asker ve polis ile kuşatmaktan geçtiğini düşünür. Bu nedenle de durmadan kendi koruyucularını çoğaltır. Halk üzerindeki baskıları artırdıkça artırır. Güvenlikçilerine her türlü yetkiyi verir. Bu da yetmez! ...

Her tarihsel dönemin diktatörleri, kendi dönemlerinin özgülüklerini taşırlar. Kapitalist toplumun diktatörleri de birbirine benzerler. Hangi ülkenin diktatörü olursa olsun, korku ve uygulamaları aynıdır. En büyük istemleri; sermayeyi korumak, onun semirmesini sağlamaktır. O büyüdükçe kendi sermayesini de büyütmek. Onun desteği olmadan ayakta kalamayacağını bildiği için, diktatör ile sermaye özdeşleşmiştir.

Diktatörlerin, en büyük korkusu, hiç kuşkusuz kitlelerdir. İşçi ve emekçi yığınlarıdır. Varlıkları, onların aşırı sömürülmesi  ve ezilmesine bağlıdır. Onların suskun kalması, şiddetle susturulması, diktatörün saltanatının ömrünü de uzatır. Bu nedenle de, çıkardığı her yeni kanun çalışanların aleyhine, burjuvazinin ise lehine olur.

Ama, bütün diktatörler, kendilerini “halktan yana”, “halkın dostu”, zenginlerin ise düşmanıymış gibi gösterir. Arada bir zenginlere çıkışır. Ancak, böyle bir “azarlamayı” neden yaptığını sermaye sahipleri de diktatör de bilir. Bu azarlama, sermayenin büyümesine, kitleleri ise oyalamaya hizmet eder. Kapitalist toplumun gelmiş geçmiş sivil ya da askeri diktatörleri bu tür “azarlamaları” yer yer yaparlar.

Bütün diktatörler çok konuşur. Yakın tarihimizin diktatörlerini alın inceleyin, her gün her konuda konuşurlar. Hiç kitap okumazlar, ama, bilmedikleri hiç bir konu da olmaz ve her işin uzmanı gibi ahkam keserler. Uzayın derinliklerinden tutunda, doğum kontrolüne, oradan sanata kadar her bir şeyi bilirler.

Ve hepsi de yalancıdır. Kendi yalanlarına da inanırlar. Etrafı da yalancı doludur. Ve kitleler üzerinde koca bir yalan imparatorluğu oluştururlar. Yanlışlıkla doğru söylediklerini, ertesi gün yalanlarlar. Onlar için kitleler aptaldır. Hiç bir şey anlamaz ve onlar ne derse inanır! Aynen böyle düşünürler.

Bütün diktatörlerin, en çok kullandığı sözcük “hain” olur. Kendilerinin dışında herkes haindir. Bazan vatan hainleri bazan ise din düşmanlarıdırlar. Ama mutlaka “hain”dirler. Diktatörlerin kimi, din üzerinde kitleleri oyalamaya çalışırken, kimi “vatan-millet-bayrak” üçlemesi üzerinden nutuk çeker. Ama, istisnasız hepsi, din de dahil, bu üçlemeyi kullanır. Kitleleri bunlarla oyalamanın bilincindedirler. Bu nedenle de aptal değildirler. Aynı Erdoğan gibi.

Bazı liberaller, Erdoğan’ın “ruh hastası” olduğunu ileri sürüyorlar. Emperyalist burjuvazi de Hitler için aynısını söylüyor. Bu aldatmacadır. Bunun anlamı, kitlelere; “bu delidir, ne yapsa yeridir”, “idare edelim” diye işi yumuşatmanın, diktatörü hoş göstermenin bir yöntemidir.

Mussolini, Hitler, Franco, Salazar, Pinochet, Evren, Mübarek ve diğerleri ne kadar deliyse, “ruh hastasıysa”, Erdoğan’da onlar kadar hastadır. Yani, bunların hepsi ne yaptıklarını bilen kişilerdir. Yaptıklarını bilerek yaparlar ve burjuvazinin kitleler üzerindeki baskı araçlarıdır. İçinde bulundukları ekonomik ve siyasal koşullardan bağımsız değillerdir. Onları halkın tepesine bir zulüm aracı olarak diken kapitalist sistemin ta kendisidir.

Baskıların artış oranıyla sermayenin artış oranı aynıdır. Bu bağlamda, diktatörün “demokratlık” seviyesi ile sermayenin “demokratlık” seviyesi birbirine eşittir. Ne zaman ki, sermayenin artış oranı baskı oranının gerisinde kalırsa, burjuvazi, diktatöre “süren doldu” der. Sermayenin artış oranının düşmesi, ise kitlelerin sokaklara dökülmesi ve işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesiyle direkt ilgilidir.

Kitlelerin susması, sinmesi, diktatörlüğün baskılarını azaltmaz. Tersine, her suskunluk, her örgütsüzlük, her sinme arkasından daha büyük baskı ve sömürüyü koşullar. Diktatörde bunu bilir ve baskıyı artırdıkça artırır.

Diktatörler yıkılmaz değildir. Bütün diktatörler ve onu ayakta tutan sermaye, aslında bir kağıttan kaplandır. Kitlelerin örgütlenip ayağa kalkmasıyla kaçacak delik ararlar. Önemli olan, işçi sınıfının örgütlenmesi, üretim alanlarını ve sokakları zapt etmesidir. O zaman, ortada, ne Erdoğan kalır ne de onu yaşatan sistem.

03.03.2015

 

60613

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T.

Türk Sermaye Devletinin Demokratik Kürt Ulusal Direnişine Çarpan Emperyal Hayalleri

Türkiye Emperyalist mi?

3-      Türk sermaye devleti, özellikle son on yıldır yeni arayışlar peşindedir. Daha önce de yeni nüfuz alanları elde etme çabaları olsada, son on yıllık süreçte bu çaba, milli gelirdeki yükselişle koşut gitmektedir.

4-      Kapitalizmin karakteristik özelliği, büyümek ve bunun içinde yeni pazar alanları, yeni nüfuz (egemenlik) alanları elde etmektir. Bu, savaş ve işgalle olduğu gibi, sermaye ihracıyla da olmaktadır. 

Drudiler ve annelerimizin başörtüleri

Bugün Diyarbakır'a gidiyorum, sonra da Şırnak ve ilçelerine gideceğim. Yüksekova'daki göç haberleri doğruysa gidip orayı da görmek istiyorum. Katılmak isteyen olursa Diyarbakır'da buluşup ortak bir program yapabiliriz. 

 İçimde soğuk bir ürpertiyle gidiyorum, çünkü Devlet ve PKK arasındaki savaş bugün daha kaç can alacak, yarın kaç ocak sönecek, bilmiyorum!

Sizin Olsun Perinçekçi Maoizminiz

Kovulmak .

Kaç kişiye aynı şeyi yaptınız .

Kartalyalıların yaşamamı istediği utancı yaşamayacam .

Kaçınılmazsa tanını çıkaracaksın .

Her onurlu insan gibi .

- De...  diyemeyecekseniz.

Beybiyi kötü eden nedenler .

Pratiğimiz teorimiz .

-E... inandığımız kadardır .

Maktul mini etkiliydi ve tek başına dışarı  çıkmıştı .

Herkesin bir partili olduğu memlekette .

Hiç kimsede Geziden tutun Cerattepe kadar hiç bir yerde tuttuğu  partinin flamasıyla sokağa çıkmazken .

Kışın Masalın Atına Biner Giderdik-Fadıl Öztürk

Dünyanın her yıl, üç ay sınavına girdiği, zamanın bir zalim halidir, kış. Taş uyur, gül susar, ağaç damarlarındaki suyla idare etmek için, fazlalıklarından arınmak için döker yaprağını. Toprak elini ayağını çeker hayattan. Saysan sayılacak gündür, üç ay. Sövsen sesin dolanıp seni bulacak kadar mesafededir. Saat saat geçer, gün gün, ay ay geçer, ama canlıların hayatına atılmış pusu gibidir, kış. Yoksulların bir türlü kaçamadığı, kapılarını örtseler bile, bacalarından giren ve onların iliklerine işleyen soğuktur kış. En çok onlar çekerler güneşli günlerin hasretini.

HDK AVRUPA KURULMASINA DAİR YAKLAŞIMIMIZ

ATiK Konseyi Avrupada demokratik – devrimci örgüt ve kurumların birlikte mücadele yürütme konusunda yeni birlik platformu tartışmalarına ilişkin olarak HDK-A ( Halkların Demokratik Kongresi-Avrupa) örgütlenmesi önerisini tartışarak görüşünü açıkladı.

Yapılan açıklamaya göre, ATiK Demokratik Güçbirliği platformlarının ( DGB ) devam ettirilmesini daha uygun olduğuna karar vererek, HDK-A platformu tartışmalarına eleştirel yaklaşımını da açıkladı.
Yapılan değerlendirme ve açıklamanın tam metni şu şekilde:

Ankara saldırısını “YPG Yapmıştır”-Dursun Ali Küçük

*TC nihayet senaryoyu yumurtladı…

Özür ve yüzlesme

Ermeni Soykırımı'nın 100.yılı anma etkinliklerinde,geride bıraktığımız 2015 yılında Türkiye'den beklenilen Özür açıklaması yine gelmedi.Acaba bir yüz yıl daha mı beklenecek ?Bu duruma şaşırmadık.İnsan veya toplumun kendi geçmişi ile yüzleşip özür dilemesi,hiç bir zaman onu değersiz kılmaz,küçük düşürmez,aksine yüceltir.Uluslararası alanda ise saygın konuma getirir.Bunun çeşitli örnekleri mevcuttur.Aksi hallerde ise Katil devlet,veya Barbarlar olarak anılmaktan kendilerini kurtaramazlar.

Faşizmin daha karanlık günlerini yaşamak istemiyorsak, KÜRT ulusunun direnişine destek ver

Yıllardır emperyalist gerici savaşları ve amaçlarını yazdık, dilimizin döndüğünce söyledik. Emperyalistler arası savaş koşulları hızla Ortadoğu'da yayılıyor. Bugün bu gerici emperyalist savaşa karşı tavır almak, bölgemizde ve dünyada gelişen savaş kışkırtıcılığına karşı tavır almak insanlık görevidir. Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, bütün emperyalist devletler yaşadıkları ekonomik sermaye krizini, Ortadoğu’da, Baltıklarda ve Ukrayna'da derin emperyalist savaş krizine dönüştürülmüş durumda. Savaşı, yalnızca tankla, topla, nükleer silahla yürütülen bir yol olarak anlamamalıyız.

"Mevzuatı Koyun Bir Kenara, Zihniyeti Devreye Sokun"

Erdoğan'a kim "Reis" ismini yakıştırıp takmışsa tam isabet tutturmuş. Kutlamak gerekir bu isim uzmanını! Adam Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı değil de, tıpkı bir sokak kabadayısı. Ülkeyi gayrı resmi kanunlarla yöneten, kendi koyduğu yasaları dahi hiçe sayan, korsan kanunlara ölesiye sevdalı, "astığım astık, kestiğim kestik! Kimse bana karışamaz!" heytleri çeken; anlı şanlı, aynı zamanda her tarafına insan kanı bulaşmış ‘Reis’ Recep... 

AB’NİN GÖÇMEN POLİTİKASI VE İŞİD’LE “SAVAŞI”

AB burjuvazisi telaş içinde. “Göçmen akışını durdurun!” diye feryat figan bağırıyor. Karar üstüne karar alıyor. “Böyle akın akın gelirlerse AB’miz yıkılır”, “toplumsal yapımız dejenere olur” diye yakınıyorlar. Kavimler göçünü ve Roma’nın yıkılışını hatırlıyorlar.

Ellerine kim geçerse yapışıyorlar. Bu konuda en büyük kurtarıcı olarak faşist Türk devletini görüyorlar. “Ne istersen iste, yeter ki göçmenleri bize gönderme” diye kırmızı halı üstünde ağırlıyorlar. Kürt katliamına yeşil ışık yakmalarının karşılığında, altın varaklı kanlı sultan koltuklarında ağırlanıyorlar. 

Sayfalar