Perşembe Mayıs 16, 2024

Dünya komünist örgütlerinden Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında, soykırımı yapanları bir kez daha lanetliyoruz!

Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında, soykırımı yapanları bir kez daha lanetliyoruz! Soykırımı yapanlar tarih önünde yargılanmaktan kurtulamayacaklardır!

24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı Devleti, 1.5 milyon civarında Ermeni’yi katletti. 24 Nisan 2015 tarihi, bu soykırımın 100. yılı. Yüzyıl önce gerçekleşen bu soykırımı, Osmanlı’nın devamı olan Türk devleti sistematik olarak inkâr etti. Türk devletinin tüm gayret ve çabası, aradan geçen yüzyıl sonra bile bu soykırımı insanlığın hafızasından silmeye yetmedi. İnsanlık tarihi hiçbir zaman bu soykırımı unutmadı.

Türk devletinin en büyük korkusu; soykırımı kabul etmesiyle birlikte, uluslararası bir mahkemede yargılanması, tazminata mahkûm edilmesi ve Ermenilerden gasp edilen malvarlıklarının katledilenlerin torunlarına geri verilmesidir. Yüzyıldır bundan kurtulmak için uğraşan Türk devletinin Ermeni soykırımını saklaması ve unutturması artık mümkün değildir.

Bu gerçeğin kapısına dayandığını gören Türk devleti, bunu tersine çevirmek, soykırımı yumuşatmak ve bu suçun Osmanlılar tarafından işlendiğini, yeni Türk devletinin bundan sorumlu tutulamayacağının taşlarını döşemeye çalışmaktadır. Nitekim 24 Nisan 2014 tarihinde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin o dönemki başkanı, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan verdiği bir demeçte “Birinci dünya savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır(...) 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” diyerek, soykırımın 100. yılına bir yıl kala, bu insanlık suçunu yumuşatan, sorumluluğu üzerinden atan bir hamle yaparak, Ermenilerin acılarını sözde paylaştı. Bunun bir yalan olduğu, Erdoğan’ın 2011 yılında verdiği demeçten biliniyordu. 24 Nisan 2011 tarihinde yaptığı açıklamada Erdoğan;“Soykırım iddiasını reddediyoruz, çünkü atalarımız soykırım yapmış olamazlar (...) Türkiye bu konuda hassastır (...) onuruyla oynatmaz”diyerekErmeni soykırımı diye bir olay olmadığını ısrarla vurgulamış ve soykırımı kabul etmemiştir.

Ermeni soykırımın tarihsel koşulları

Ulusal yapıya kavuşan Ermeniler Ortaçağ’da kurulmuş olan feodal-fetihçi ve ümmetçi Osmanlı İmparatorluğu’nun baskı ve tahakkümüne maruz kalırlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde fethettiği topraklardaki toplumların 19. yüzyılda uluslaşma sürecine girmesiyle oluşan heterojen toplum gerçekliği, tarihsel çelişki oluşturmuş ve durum Osmanlı devletini Balkanlarda olduğu gibi, Küçük Asya’da Ermenilere, Rumlara, Süryanilere/Asurîlere karşı azgınca baskı ve saldırılara itmiştir. Diğer yandan Kürt ve Araplara karşı da baskılarını artırmıştır. II. Abdülhamit döneminde ortaya atılan Pan-İslamizm doktrinine, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eklediği Pan-Türkizm doktrini onları yeni bir ulus yaratmaya itmiş ve bu yeni doktrin, Osmanlı İmparatorluğu’nun, kendi topraklarında yaşayan ulus ve azınlıkların yok edilmesini öngörüyordu. 

Bu iç koşullarla birlikte kapitalizmin girdiği emperyalizm süreci uluslararası alanda pazar rekabetini kızıştırmış ve 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı gündeme getirmiştir. İttihat ve Terakki önderliğindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya, Avusturya/Macaristan’ın müttefiki olarak 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yer alması, Ermeni Soykırımı’nda katalizör rol oynamıştır. Nitekim Ermenilerin Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya’sı arasında sıkışıp kalmasıyla geçen tarihsel süreçte Ermeni Soykırımı gerçekleşmiştir.   

Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya 2 Ağustos 1914’te aralarında gizlice siyasi ve askeri pakt imzaladıktan birkaç saat sonra, İttihatçıların genel seferberlik ilan etmesiyle birlikte Ermeniler hızlı bir şekilde askere alınmaya başlandı. 300 bin Ermeni silâhaltına alındı. Silah altına alınan Ermenilerin, ordu içinde önce silahsızlandırılması, ardından Osmanlı ordusunda Amele Taburları’nda çalıştırılmasını 1915’te topluca katledilmeleri izledi.

Savaşın başlamasıyla birlikte, Osmanlı ordusu, Rus ordusu karşısında büyük kayıplar verdi. Osmanlı devleti, bu kaybı Ermenilerin Rusya’ya yardım etmesine bağladı ve Ermeniler hedef gösterilmeye başlandı. Soykırım öncesi Osmanlı büyük bir kampanya başlattı. Her yerde Ermeniler hedef gösterildi. 1915 yılının başlarında başlayan bu kampanyayı izole ve direnç noktalarının hedef alınması izledi. Ermenileri katletmeye karar veren Osmanlı, katliamın dünya kamuoyuna duyurulmaması için önce Ermeni aydınlarını etkisizleştirdi. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni aydınlarını toplayan Osmanlı, bu aydınlardan bin kişiyi topluca katletti. Soykırımın üçüncü aşaması olarak geriye kalan tüm Ermeniler kendi topraklarından tehcir edilmek üzere her yerde toplu olarak Suriye’nin Der Zor çölüne doğru sürgün edildiler. Kadın, çocuk, yaşlı tüm Ermeniler sürgün yollarında günlerce aç ve susuz bir şekilde yürümek zorunda kaldı. Geçtikleri tüm yollarda, kendilerine eşlik eden Osmanlı askerleri, çeteler ve bir kısım gerici Kürt feodal ağalar, şeyhler ve aşiret reisleri tarafından saldırıya uğradılar. Hiçbir Ermeni gidecekleri yere varamadı ve 1.5 milyon civarında Ermeni soykırıma uğrayarak katledildi. Van, Erzurum ve Erzincan’dan kaçıp soykırımdan kurtulabilen bir kısım Ermeni, Rusya Ermenistanı’na sığınmışlardır.

Ermenilere ve baskı altındaki diğer ulus ve azınlıklara uygulanan tehcir ve katliam politikasının temel amacı; ülkedeki sermeyenin Türkleştirilmek istenmesidir. Genellikle zanaat ve ticaretle uğraşan Ermeni ve Rumlar, Osmanlı’nın son dönemlerinde ülkedeki sermayenin önemli bir kesimini de ellerinde bulundurmaktadırlar. Ermeni ve Rum kökenli büyük sermayedarlar, emperyalist sermeyenin de Osmanlı’daki acentesini oluşturuyorlardı. Sadece İstanbul, İzmir gibi şehirlerde değil, o dönem nüfusunun büyük bölümü ezilen ulus ve azınlıklardan oluşan Anadolu ve Mezopotamya’nın birçok şehir, kasaba ve köyünde de üretim araçları ve zenginlikler Ermeniler, Rumlar ve gayrimüslim ulus ve topluluklara aittir. Türk uluslaşmasının başarılı olabilmesi için tüm bu sermeyenin ekonomik olarak cılız durumdaki, Tük burjuvazisinin ellerinde toplanması öngörülmekteydi.

Alman Emperyalizminin Ermeni soykırımındaki sorumluluğu

Ermeni Soykırımı’nda Alman emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı yardımlar artık gün yüzüne çıkmış bulunuyor. Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinden Uzakdoğu’ya açılma politikası, Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkileri her zaman güçlü kılmıştır. Almanya’nın yarı-sömürgesi olan Osmanlı’nın Balkan savaşlarını kaybetmesiyle birlikte, ordunun yeniden inşa edilmesinde görev Almanya’ya verildi. 

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı başladığında Osmanlı ordusunun tüm önemli mevkilerinde Alman subaylar bulunuyordu. Osmanlı ordusunu sevk ve idare için Alman ordusundan Albay Bronsart Von Schellendorf getirilmişti. Zamanla, Almanya tüm Osmanlı ordusunu ele geçirdi, sevk ve idare Alman subaylarının denetimine geçti. Almanya Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenileri katledeceğinden haberdardı. Nitekim bir papaz olan Johannez Lepsuis Osmanlı sınırları içinde yaşayan Ermenilere karşı yapılan katliamlarla ilgili kamuoyunu bilgilendirmek için Berlin’de yaptığı basın toplantısında Almanya’nın sorumluluğunu gündeme getirdiği için, dönemin Alman hükümeti bu haberlere sansür uyguladı. Osmanlı ordusu içinde yer alan birçok Alman askeri bizzat katliamda görev aldı. 1915 yılında katliamdan kaçıp Musa Dağı’na saklanan Ermenileri kuşatan askerlere Alman subay komuta ediyordu. Keza Urfa’da Ermeni direnişini kırmada Osmanlı subayının yardımcısı Alman subayı Von Reichenberg idi. Almaya, Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında bu sorumluluğunu artık kabul etmelidir.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Alman emperyalizminin savaşı kaybetmesiyle birlikte, Osmanlı da savaşı kaybetmiş sayıldı. Savaşın kaybedilmesiyle birlikte, bir kısım İttihat ve Terakki üyesi yurtdışına kaçtı. Geri kalan İttihat ve Terakki üyeleri Mustafa Kemal’in etrafında toplanarak yeni bir ulus devlet inşa etmek için örgütlendiler. Kemalistler, ilk iş olarak Ermeni Soykırımı’nı araştıran mahkemelerin işine son verdiler. Soykırımdan sorumlu olan tüm subaylar ve Osmanlı yöneticileri beraat ettirildi. Ermenilerin tüm toprakları ve malları yeni Türk burjuvazisine verildi. Böylece Ermeni Soykırımı’nı savunan Kemalistlerin devamcısı olarak, bugünkü Türk devleti de bu soykırımdan sorumludur.

Türk devleti Ermeni düşmanlığını bugün de devam ettiriyor.  Agos Gazetesi yayın yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 yılında devlet içinde örgütlenen kontra çeteleri tarafından katledilmesinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen davasının hala sonuçlanmamış olması, katilerinin gizlenmesi bunun açık ifadesidir.

Türk devleti Türkiye’de yaşayan hiçbir ulus ve azınlığa hayat hakkı tanımamaktadır. Türkiye Kürdistanı’nda yaşayan milyonlarca Kürt’ün varlığı daha yakın zamana kadar inkâr edildi. Kürt ulusal hareketinin can bedeli verdiği mücadele sonucu Kürt varlığını kabul etmek zorunda kalan Türk devleti, Kürtlerin anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere hala birçok demokratik hakkını tanımış değildir. Türk devletinin Ermenilerin yanı sıra, Lazlar, Çerkezler, Rum ve diğer azınlıklara karşı ayrımcı politikası hala devam etmektedir.

100. yılında Ermeni Soykırımı’nı unutmadık, unutmayacağız!

Türk devleti sorumluluğunu üstlendiği soykırımın hesabını vermelidir!

Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist

Yunanistan Komünist Partisi-Marksist Leninist

Halkların Hak Savunma Devrimci Cephesi-Brezilya

Bolivya Halk Devrimci Cephesi (Marksist-Leninist-Maoist)

Şili Devrimci Komünistler Birliği (Marksist-Leninist-Maoist)

Kolombiya Komünist Parti Maoist İnşa Örgütü

Ekvador Komünist Partisi-Kızıl Güneş

MSG-Maoist Komünist Grup

MLMRSG -Marksist-Leninist-Maoist Devrimci Araştırma Grubu-ABD

Hindistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist)

Fas Marksist Leninist Proleter Çizgi (FMLPÇ) 


53604

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Son Haberler

Sayfalar

Proletarya Partisi

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Sayfalar