Pazartesi Nisan 29, 2024

Dünya komünist örgütlerinden Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında, soykırımı yapanları bir kez daha lanetliyoruz!

Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında, soykırımı yapanları bir kez daha lanetliyoruz! Soykırımı yapanlar tarih önünde yargılanmaktan kurtulamayacaklardır!

24 Nisan 1915 tarihinde Osmanlı Devleti, 1.5 milyon civarında Ermeni’yi katletti. 24 Nisan 2015 tarihi, bu soykırımın 100. yılı. Yüzyıl önce gerçekleşen bu soykırımı, Osmanlı’nın devamı olan Türk devleti sistematik olarak inkâr etti. Türk devletinin tüm gayret ve çabası, aradan geçen yüzyıl sonra bile bu soykırımı insanlığın hafızasından silmeye yetmedi. İnsanlık tarihi hiçbir zaman bu soykırımı unutmadı.

Türk devletinin en büyük korkusu; soykırımı kabul etmesiyle birlikte, uluslararası bir mahkemede yargılanması, tazminata mahkûm edilmesi ve Ermenilerden gasp edilen malvarlıklarının katledilenlerin torunlarına geri verilmesidir. Yüzyıldır bundan kurtulmak için uğraşan Türk devletinin Ermeni soykırımını saklaması ve unutturması artık mümkün değildir.

Bu gerçeğin kapısına dayandığını gören Türk devleti, bunu tersine çevirmek, soykırımı yumuşatmak ve bu suçun Osmanlılar tarafından işlendiğini, yeni Türk devletinin bundan sorumlu tutulamayacağının taşlarını döşemeye çalışmaktadır. Nitekim 24 Nisan 2014 tarihinde, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin o dönemki başkanı, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan verdiği bir demeçte “Birinci dünya savaşı esnasında yaşanan hadiseler, hepimizin ortak acısıdır(...) 20. yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” diyerek, soykırımın 100. yılına bir yıl kala, bu insanlık suçunu yumuşatan, sorumluluğu üzerinden atan bir hamle yaparak, Ermenilerin acılarını sözde paylaştı. Bunun bir yalan olduğu, Erdoğan’ın 2011 yılında verdiği demeçten biliniyordu. 24 Nisan 2011 tarihinde yaptığı açıklamada Erdoğan;“Soykırım iddiasını reddediyoruz, çünkü atalarımız soykırım yapmış olamazlar (...) Türkiye bu konuda hassastır (...) onuruyla oynatmaz”diyerekErmeni soykırımı diye bir olay olmadığını ısrarla vurgulamış ve soykırımı kabul etmemiştir.

Ermeni soykırımın tarihsel koşulları

Ulusal yapıya kavuşan Ermeniler Ortaçağ’da kurulmuş olan feodal-fetihçi ve ümmetçi Osmanlı İmparatorluğu’nun baskı ve tahakkümüne maruz kalırlar. Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihinde fethettiği topraklardaki toplumların 19. yüzyılda uluslaşma sürecine girmesiyle oluşan heterojen toplum gerçekliği, tarihsel çelişki oluşturmuş ve durum Osmanlı devletini Balkanlarda olduğu gibi, Küçük Asya’da Ermenilere, Rumlara, Süryanilere/Asurîlere karşı azgınca baskı ve saldırılara itmiştir. Diğer yandan Kürt ve Araplara karşı da baskılarını artırmıştır. II. Abdülhamit döneminde ortaya atılan Pan-İslamizm doktrinine, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eklediği Pan-Türkizm doktrini onları yeni bir ulus yaratmaya itmiş ve bu yeni doktrin, Osmanlı İmparatorluğu’nun, kendi topraklarında yaşayan ulus ve azınlıkların yok edilmesini öngörüyordu. 

Bu iç koşullarla birlikte kapitalizmin girdiği emperyalizm süreci uluslararası alanda pazar rekabetini kızıştırmış ve 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nı gündeme getirmiştir. İttihat ve Terakki önderliğindeki Osmanlı İmparatorluğu’nun Almanya, Avusturya/Macaristan’ın müttefiki olarak 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda yer alması, Ermeni Soykırımı’nda katalizör rol oynamıştır. Nitekim Ermenilerin Osmanlı Devleti ve Çarlık Rusya’sı arasında sıkışıp kalmasıyla geçen tarihsel süreçte Ermeni Soykırımı gerçekleşmiştir.   

Osmanlı İmparatorluğu ile Almanya 2 Ağustos 1914’te aralarında gizlice siyasi ve askeri pakt imzaladıktan birkaç saat sonra, İttihatçıların genel seferberlik ilan etmesiyle birlikte Ermeniler hızlı bir şekilde askere alınmaya başlandı. 300 bin Ermeni silâhaltına alındı. Silah altına alınan Ermenilerin, ordu içinde önce silahsızlandırılması, ardından Osmanlı ordusunda Amele Taburları’nda çalıştırılmasını 1915’te topluca katledilmeleri izledi.

Savaşın başlamasıyla birlikte, Osmanlı ordusu, Rus ordusu karşısında büyük kayıplar verdi. Osmanlı devleti, bu kaybı Ermenilerin Rusya’ya yardım etmesine bağladı ve Ermeniler hedef gösterilmeye başlandı. Soykırım öncesi Osmanlı büyük bir kampanya başlattı. Her yerde Ermeniler hedef gösterildi. 1915 yılının başlarında başlayan bu kampanyayı izole ve direnç noktalarının hedef alınması izledi. Ermenileri katletmeye karar veren Osmanlı, katliamın dünya kamuoyuna duyurulmaması için önce Ermeni aydınlarını etkisizleştirdi. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni aydınlarını toplayan Osmanlı, bu aydınlardan bin kişiyi topluca katletti. Soykırımın üçüncü aşaması olarak geriye kalan tüm Ermeniler kendi topraklarından tehcir edilmek üzere her yerde toplu olarak Suriye’nin Der Zor çölüne doğru sürgün edildiler. Kadın, çocuk, yaşlı tüm Ermeniler sürgün yollarında günlerce aç ve susuz bir şekilde yürümek zorunda kaldı. Geçtikleri tüm yollarda, kendilerine eşlik eden Osmanlı askerleri, çeteler ve bir kısım gerici Kürt feodal ağalar, şeyhler ve aşiret reisleri tarafından saldırıya uğradılar. Hiçbir Ermeni gidecekleri yere varamadı ve 1.5 milyon civarında Ermeni soykırıma uğrayarak katledildi. Van, Erzurum ve Erzincan’dan kaçıp soykırımdan kurtulabilen bir kısım Ermeni, Rusya Ermenistanı’na sığınmışlardır.

Ermenilere ve baskı altındaki diğer ulus ve azınlıklara uygulanan tehcir ve katliam politikasının temel amacı; ülkedeki sermeyenin Türkleştirilmek istenmesidir. Genellikle zanaat ve ticaretle uğraşan Ermeni ve Rumlar, Osmanlı’nın son dönemlerinde ülkedeki sermayenin önemli bir kesimini de ellerinde bulundurmaktadırlar. Ermeni ve Rum kökenli büyük sermayedarlar, emperyalist sermeyenin de Osmanlı’daki acentesini oluşturuyorlardı. Sadece İstanbul, İzmir gibi şehirlerde değil, o dönem nüfusunun büyük bölümü ezilen ulus ve azınlıklardan oluşan Anadolu ve Mezopotamya’nın birçok şehir, kasaba ve köyünde de üretim araçları ve zenginlikler Ermeniler, Rumlar ve gayrimüslim ulus ve topluluklara aittir. Türk uluslaşmasının başarılı olabilmesi için tüm bu sermeyenin ekonomik olarak cılız durumdaki, Tük burjuvazisinin ellerinde toplanması öngörülmekteydi.

Alman Emperyalizminin Ermeni soykırımındaki sorumluluğu

Ermeni Soykırımı’nda Alman emperyalizminin Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı yardımlar artık gün yüzüne çıkmış bulunuyor. Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu üzerinden Uzakdoğu’ya açılma politikası, Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ilişkileri her zaman güçlü kılmıştır. Almanya’nın yarı-sömürgesi olan Osmanlı’nın Balkan savaşlarını kaybetmesiyle birlikte, ordunun yeniden inşa edilmesinde görev Almanya’ya verildi. 

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı başladığında Osmanlı ordusunun tüm önemli mevkilerinde Alman subaylar bulunuyordu. Osmanlı ordusunu sevk ve idare için Alman ordusundan Albay Bronsart Von Schellendorf getirilmişti. Zamanla, Almanya tüm Osmanlı ordusunu ele geçirdi, sevk ve idare Alman subaylarının denetimine geçti. Almanya Osmanlı İmparatorluğu’nun Ermenileri katledeceğinden haberdardı. Nitekim bir papaz olan Johannez Lepsuis Osmanlı sınırları içinde yaşayan Ermenilere karşı yapılan katliamlarla ilgili kamuoyunu bilgilendirmek için Berlin’de yaptığı basın toplantısında Almanya’nın sorumluluğunu gündeme getirdiği için, dönemin Alman hükümeti bu haberlere sansür uyguladı. Osmanlı ordusu içinde yer alan birçok Alman askeri bizzat katliamda görev aldı. 1915 yılında katliamdan kaçıp Musa Dağı’na saklanan Ermenileri kuşatan askerlere Alman subay komuta ediyordu. Keza Urfa’da Ermeni direnişini kırmada Osmanlı subayının yardımcısı Alman subayı Von Reichenberg idi. Almaya, Ermeni Soykırımı’nın 100. yılında bu sorumluluğunu artık kabul etmelidir.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda Alman emperyalizminin savaşı kaybetmesiyle birlikte, Osmanlı da savaşı kaybetmiş sayıldı. Savaşın kaybedilmesiyle birlikte, bir kısım İttihat ve Terakki üyesi yurtdışına kaçtı. Geri kalan İttihat ve Terakki üyeleri Mustafa Kemal’in etrafında toplanarak yeni bir ulus devlet inşa etmek için örgütlendiler. Kemalistler, ilk iş olarak Ermeni Soykırımı’nı araştıran mahkemelerin işine son verdiler. Soykırımdan sorumlu olan tüm subaylar ve Osmanlı yöneticileri beraat ettirildi. Ermenilerin tüm toprakları ve malları yeni Türk burjuvazisine verildi. Böylece Ermeni Soykırımı’nı savunan Kemalistlerin devamcısı olarak, bugünkü Türk devleti de bu soykırımdan sorumludur.

Türk devleti Ermeni düşmanlığını bugün de devam ettiriyor.  Agos Gazetesi yayın yönetmeni Hrant Dink’in 19 Ocak 2007 yılında devlet içinde örgütlenen kontra çeteleri tarafından katledilmesinin üzerinden yıllar geçmesine rağmen davasının hala sonuçlanmamış olması, katilerinin gizlenmesi bunun açık ifadesidir.

Türk devleti Türkiye’de yaşayan hiçbir ulus ve azınlığa hayat hakkı tanımamaktadır. Türkiye Kürdistanı’nda yaşayan milyonlarca Kürt’ün varlığı daha yakın zamana kadar inkâr edildi. Kürt ulusal hareketinin can bedeli verdiği mücadele sonucu Kürt varlığını kabul etmek zorunda kalan Türk devleti, Kürtlerin anadilde eğitim hakkı başta olmak üzere hala birçok demokratik hakkını tanımış değildir. Türk devletinin Ermenilerin yanı sıra, Lazlar, Çerkezler, Rum ve diğer azınlıklara karşı ayrımcı politikası hala devam etmektedir.

100. yılında Ermeni Soykırımı’nı unutmadık, unutmayacağız!

Türk devleti sorumluluğunu üstlendiği soykırımın hesabını vermelidir!

Türkiye Komünist Partisi/Marksist-Leninist

Yunanistan Komünist Partisi-Marksist Leninist

Halkların Hak Savunma Devrimci Cephesi-Brezilya

Bolivya Halk Devrimci Cephesi (Marksist-Leninist-Maoist)

Şili Devrimci Komünistler Birliği (Marksist-Leninist-Maoist)

Kolombiya Komünist Parti Maoist İnşa Örgütü

Ekvador Komünist Partisi-Kızıl Güneş

MSG-Maoist Komünist Grup

MLMRSG -Marksist-Leninist-Maoist Devrimci Araştırma Grubu-ABD

Hindistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist)

Fas Marksist Leninist Proleter Çizgi (FMLPÇ) 


53248

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Vurun Abalıya - Çaresizsen Güneşe Bak... Cızz....

Proletaryalarda öğren proletaryalara öğret.

Nolurrr.... nolurrr.... bir kez de kabahati....

Fakirlik güzel şey... fakirlik güzel şey..

Hele de birde seni deniz kampına götüren, yanacam diye de çakma (yoğurt) yağlarıyla, insanın midesini bulandıracak bir şekilde,  orasını burasını yakan o... fakir...  insanları bırakıpta deniz manzaralı villalarda sabah kahvaltısı yapabilecek dostlarınız varsa... gerçekten fakirlik güzel şey.... gerçekten fakirlik güzel şey...

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! -2-

Burjuva-feodal politika yapmanın bazı “incelikleri”!

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Beylere ve devlete karşı olmak (Nubar Ozanyan)

Artsahk (Karabağ) sekiz aydır kuşatma ve abluka altında. Elektrik, gaz, akaryakıttan yoksun; açlığa ve dermansızlığa mahkum edilmiş bir şekilde teslim olması bekleniyor. Soykırımın günümüzde almış olduğu en utanç verici ve acımasız hali yaşatılmaktadır halka.

Ne uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne sekiz aydır çalınan diplomatik kapılar, Karabağ’da yaşayan Ermeni halkının yaşamsal sorunlarına çare, derdine derman oldu. Yapılan sayısız görüşme, müracaat ve iletişimden hiçbir sonuç çıkmadı.

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

Yeni Emperyalistler Eski Emperyalistlere Karşı

Kapitalizmin; gelişmesi, genişleyerek yoğunlaşması ve üretimin her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan tekelleşme ve uluslararası yönünün esas hale gelmesi, onu daha saldırgan bir aşama olan emperyalist bir aşamaya ulaştırdı. Bu gelişme, sınıfların netleştiği ve sınıflar arası mücadelenin keskinleştiği kapitalist ekonomik sisteminin diyalektik gelişiminin bir karakteristiğidir. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine geliştikçe yeni emperyalist ülkeler ortaya çıkacak ve bu da  emperyalistler arası çelişmeyi artan ölçüde derinleşecektir.

BRICS'in Johannesburg'da zirve toplantısı

Çin yeni emperyalist konumunu genişletiyor

Bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Vladimir Putin'in yalnızca sanal olarak katıldığı yeni emperyalist BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirve toplantısı sona eriyor.

Altı ülke eklendi

Tartışmaların merkezinde 14 yıl önce kurulan BRICS grubunun "BRICS Plus" olarak genişletilmesi yer alıyordu.

“ECDAT” HİKÂYELERİ[*]

 

“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir.

Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip

çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”[1]

 

KADINLARIN BİRLİĞİ | Halk Okulu Devrimcilik Adı Altında LGBTİ+ Düşmanlığı Yapmaya Devam Ediyor!

Bir süredir Halk Okulu’nda LGBTİ+lar ve LGBTİ+ mücadelesi üzerinden genelde ilerici, devrimci harekete özelde proletarya partisine yönelik “değerlendirme”lerde bulunulmaktadır.

Bu “değerlendirmelerin” temel anlayışına ve üslubuna, devrimci kamuoyu da bizler de aşinayız.

Sayfalar