Perşembe Mayıs 2, 2024

Dünyayı kurbağa gözüyle değil, Kaypakkaya gözüyle görmeliyiz

Madem başaramadık? Neden olmamız gereken yerde değiliz? Yaşadığımız deneyimler diyor ki,  hiçbir şey bizimle başlamadı, bizimle de bitmedi. Böyle düşünmek hem bencillik hem de metafizik bir bakış acısıdır. İnsanoğlu tabiatı gereği bencil-egoisttir. Edinilen erkin özelliği doğru kavranmazsa; Erk’i insanları egemenliğine alma yolu benimsenir ki, bu da birçok yanlışa, sekterliğe yol açar.
  
    Erklerle yaşamı belirlemek, başkalarının koşulsuz itaatini istemek, bilimsel komünizmi savunanların işi olamaz. Bu bilinçsiz bir toplum oluşturmak anlamına gelir. Ortaya çıkan yanlışlara ve yapılan bariz hatalara sessiz kalmayı da beraberinde getirir. Bilinçlenmeyen, öğrenmeyen, eğitilmeyen bir toplumdan çıksa çıksa diktatörlükler çıkar. 
   Bu gibi düşünmeler Marksist-Maoist olamaz. Çünkü bir şeyi özümseme ve bilinçli benimseme bizde esastır. Bireyin kişilik kazanması, yalnız kaldığında dahi yolunu şaşırmadan çıkarması, bireyin bilinçli olmasına, savunduğu düşünceleri kültürüyle harmanlamasına, bu temel üzerinde, ancak, o  zaman olayları, gelişmeleri, siyasal dalgalanmaları daha önceden görebilir, tavır belirleyebilir, ona uygun pratik faaliyet örgütleyebilir. Dünyayı daha engin gözle yorumlayıp yoldaşlarıyla uyum içerisinde geleceği doğru okumayı, ona uygun politika üretmeyi, harekete geçmeyi beceremedik. Sınıfta kaldık. Burnumuzdan  kıl aldırmadık. Hatalarımızı görmemize rağmen bilimsel düşünme, ona uygun hareket etme, yanlışı kabullenme özverisini gösteremedik.  Bizler bu tür yanışlara, hatalara düştük. Sekter, kaba  davranışlar gösterdik. Çözülebilir çelişkilerimizi, çözülemez tavırlar takınarak, sekterizme düştük, sekteye uğrattık.                                         
   Olmamız   gereken yere varmamak için büyük uğraşlar verdik, varamadık. Eksiklikler ve hatalar yaptık. Bu bizim vebalimiz. Belki birileri geleceğe ders çıkarır niyetiyle bunları yazıyorum! 
 
    Ama biz tüm yanlışlarımıza rağmen   birbirimizden kopamadık. Birbirimizi azarladık, tersledik, ayrı olduğumuzu düşündük, ama ayrılamadık. Siyasal, kültürel, duygusal  bağlılıklarımız vardı, bu kopmaz bağlar bizi bize bağlı kılıyordu.  Kırgındık, kırmıştık ve aynı şekilde kırılmıştık... Haksızlıklar yapmıştık, haksızlıklara uğramıştık. Her şeye rağmen; Kin taşımadık, tutmadık, kırgındık, amansızdık birbirimize, eleştiriyorduk birbirimizi ama kin tutmak yoktu  kültürümüzde.   
   Yoldaştık, candık, deyim yerindeyse; düşman kardeştik'.  Kültürümüzde gönüllü katılım ve gönüllü ayrılma yolumuza döşenen granitten temel taşlardı. Birbirimize  karşı şiddet asla ve asla olmazdı. Şiddeti uygulayanı ve uygulatanı karşı devrimci eylemler yapmakla suçlardık. Saflarımızda da asla barındırmazdık. Bunlar bizim en solmaz katı ilkelerimiz, güzelliklerimizdi. Güzel yönlerimizi ben hep önde tutar ve  tartışılmaz değerlerimiz görüyorum.                        
   
 Geçmişte   tartıştığımız siyasi, ideolojik, örgütsel konuları dinlemeden, anlamadan, kavramadan  birbirimizi damgaladık. 'Sen revizyonistsin, sen oportünistsin' gibi klişelerle birbirimizi tanımladık.  Birbirimizi  anlamadık, dinlemedik, sorunlarımızın çözümünü esas almadık. Fevkalâde uzlaşır olan çelişkilerimizi doğru yol ve yöntemle ele alamadık. Çelişkilerimizin birlik yönünü, uzlaşır yönünü görmezden geldik. Kaba sekterizmle, çözülebiliri çözümsüzlüğe götürdük. Çelişkiyi uzlaşmaz boyuta vardırarak, ayrılıklara sebebiyet olduk. Sınıflı toplumların ürünü olduğumuzu idrak edemedik. KP'lerinde sınıflı toplumlardan var olduğunu kavrayamadık. KP'nin sınıfsız toplumu yaratmada kendini de inkâr edeceğini sözde söyledik, özde kavrayamadık. Var olan sınıfların bizlere etki icra edeceğini bilince  çıkaramadık, özümseyemedik…                                             
 
 KP’nin sınıflı toplumun  varlığından var olduğunu, sınıfları ortadan kaldırdığında, görevlerini yerine getirince, kendisi bizlere elveda diyerek, aramızdan ayrılacağını bilincimize kazıyamadık. Bu Altın çağa varana  kadar devam edecek, sınıflar ve sınıflı  toplumlar var olacaklar. Kendilerini şu veya bu şekilde ifade edeceklerdir. Sosyalist sistemde ve Demokratik devrimlerini tamamlamış ülkelerde Parti içindeki çelişkilerle, bizim gibi daha devrimin başlangıç  aşamasında olan ülkelerdeki çelişkilerin nitel farklılığını göremedik... Biz daha devrimin ideolojik, siyasal, politik ve örgütsel yapısal temelini eşelemek döneminde 'iken 'devrim yapmış' edasıyla iç tartışmalar yürüttük, hala yürütüyoruz. Okun esas sivri ucunu devlete yönelteceğimize, kendi içimizdeki çelişkileri esas baz aldık, kendimize yöneldik. 'Kurt  kendini kemirir yer, bitirir' misali yanlış yol -yöntem izledik.

   Bu sebeple çok önemli birikimleri, değerleri dışımıza attık! Daraldık, parçalandık, küçüldük, üzüldük. Ahlar vahlar çektik. Sınıflar savaşında ahlara vahlara yer yok dedik. "Sınıfın tavrı açık" dedik de demesine; hani, 'İç çelişkilerimiz esasta çözülebilirdi'! Hani,' bizim dışımızdaki çelişkiler farklıydı'.' Dışımızda da  devrimin bu aşamasında  dostlarımız vardı? Devrimin düşmanları vardı'! Kaypakkaya hani böyle demişti. Hani Kaypakkaya,' baş düşman, baş çelişki tespiti  yapmadan devrimin dostlarını, düşmanlarını doğru tespit edemeyiz' demişti. Hani,' birin   bölünüp iki olacağını'  savunuyorduk? Zıtların birliğinin temel yasa olduğunu söylüyorduk.
  
    Bunlar,' genel doğrularımızdı bizim'. Genel doğruları kavramak, özümsemek başka, özgül şartları, özgül koşullara uyarlamak, ona uygun politikalar belirlemek başkadır. Siyasette her iki farklılık görülmezse üreticilik, yaratıcılık olmaz, edilgenleşir. Bu siyaset sanattır. Bu sanatı kavramazsak tökezleriz. Artık yeterli birikim ve deneyimimiz var. Hamurun kalitesi var. Mayası İbrahim tarafından atılmış! Bu gerçeğimize  cümle- alem parmak basıyor. İbo'nun dedikleri ezici çoğunluğuyla  okeyleniyor. Hamura  karışan su'yun kalitesi Munzur kadar temiz ve duru.  Bırak artık kendinle uğraşmayı, elindeki malzemeyi zamana, şarta, koşullara doğru uyarla. Kırk küsur  yıl öncesi, benim kafamla hareket etme, ileriye geleceğe  bak! "somut şartların somut tahlilini yap" , gücünü  ona göre uyarla! Şunu bilelim ki, doğru tahliller yapmak yetmiyor, aynı zamanda yaptığımız tahlilleri hayata uygulamamızda gerekiyor. Bugün içerisinde bulunduğumuz şart ve koşullar bizden yana, buna inanalım, birbirimize ihtiyacımız var. Tüm hatalara rağmen birbirimize destek ve güç verelim.                                           

   Artık, kurbağanın kuyudan gördüğü kadar, dünyamızı görmeyelim. Engin geliştirici, ilerletici, geleceğe güvenle bakan, kendimiz kadar geniş halk yığınlarına güvenen, güven veren olmalıyız. Kaypakkaya bizlere bunu öğretti. Hatalarımızdan ders çıkaralım. Kibiri, gururu, ben egoizmini bir tarafa bırakırsak eğer; başaramayacağımız, aşamayacağımız hiçbir engel yoktur.

    Biz birbirimizi yeme makinesi olmamalıyız.  Gelen gideni aratmamalı. Bilimsel teorinin yarattığı, bilinçli örgütlenme esas alındığı sürece başarı ve zaferler yaratma imkânları doğacak ilerleme koşulsuz yaratılacaktır. Bilinç unsurunu ve bilimsel  teoriyi esas almayan, erklerin asla ve asla kalıcılığı yoktur. Sorun devrim ve sosyalizm sorunu ise hepimiz devrime sosyalizme hizmeti esas alalım. Aramızdaki çelişkileri çözülebilir görelim.

Tartışalım, kıyasıya birbirimizi eleştirelim. Ama eleştiriyi yanlışı düzeltmek için yapalım. Tartışmaları yoldaşlık düzeyinde yürütelim. Kazanıcı, teşvik edici, geliştirici ve birleştirici olalım Okun sivri ucunu kime yönelteceğimizi iyi tespit edelim. Geleneğimizden gelenlerin yüzde yetmişten fazlası bir yere gitmediler. Gönülleri  gelenekle, ama gelenek açık ki eksik kaldı. Onları, bizleri sizleri sahiplenemedi. Gerekli ölçüde yararlanma yollarını açamadı, nefes borularını  genişletemedi.  Tutuk kaldı. Kazanabileceği, faydalanabileceği  yeteneklere el uzatmadı, sekter davrandı. Emek verenlerin değerine önem vermedi. "Ya varsın ya yoksun! ya benim gibi olursun, ya da benden değilsin" dedi. Gelişip güçlenmesine serpilip büyümesine direkt ve dolaylı destekleri sağlayamadı, alamadı, küçümsedi.  Daraldı. Başta gelenek bu yanlışa dur demesi gerekmektedir. Devrime giden yolda en yakınlarıyla stratejik ittifak halinde olmalı, bunu olmazsa olmaz görmelidir.

    Bizleri ki; bizler öyle az boz değiliz. Çevresindeyiz, gönül bağlarımız mevcut tazeliğini koruyor, devam ediyor geleneğimizle. Sen gelenek olarak, benden en yakının olarak faydalanmazsan, ben birey olarak kendimi bir yerlerde ifade etmeye çalışırım. Şunu bilelim artık,  neredeyse bir ordu kadarız! Bu imkândan başta senin yararlanman gerekmez mi? Geleneğin içinde çıkan senin değerin olan, birikimlere, değerlere burun kırmana gerek yok. Aksine sahiplenmen gerekiyor. Sen bir adım at bak bakalım, sana yakınlar kaç adım atacaklar. Artık kırk yılı devinmiş deneyimlerden gerekli olgunluğu çıkar, bize örnek, yol gösterici ol ki, biz de seninle birleşelim, kenetlenelim.

     Artık çocukluk dönemi bitti. Daha ileri gideyim; Aile ‘sini sahiplenmeyen, sahip çıkmayan başka semtlerde ancak gezerek kendini avutur diye bir söz vardır. Şu bilinmeli ki, Başka semtlerin sana fazla yararı olmaz. Onları da  yanına al, kazan derim. Ama sana derim ki, önce kendine yönel. Senin bir parçan olan Aile'ni esas al. 'Yüz çiçek açsın, bin fikir akımı tartışsın, yarışsın ilkemizi doğru kavrayalım, hayata uygulayalım.  Gelecekte yetkin, olgun, engin aydın, devrimci toplum oluşturmak  istiyorsan bunu yapmak senin boynunun borcudur.                             

     Ne yapalım, bugüne kadar sen de, gelenekten de ses çıkmadı. Senin olanı sahiplenme yeterince olmayıp, dil ucuyla yapıldı. Kendine, değerlerine gerçek anlamda tüm yargı ve kaygılardan uzak  sahip çık. Senden  beklentileri olanları sende tanıyorsun. Bak  o zaman, ne güç ve birikimlere sahipsin. Değerler senin, kazanım da senin. Yanılmıyorsan, gelenek olarak senin atacağın adım, senin harekete geçmen, atılacak çok güçlü değişimin motoru olacaktır.                                    

   Gelenekten geleceğe ışık görenler; birikimlerini, deneylerini, bilgilerini geleneğe karşılıksız sunacaktır. Bizi olduğumuz gibi gör. Öyle kabullen. Kendinden bekleneni benden bekleme! Böyle olursa birlikte çok uzun yollar alabilir, dağları devşirebiliriz. Engelleri birlikte aşmanın yollarını çok ciddi arşınlarız. Bu bizim Maoist devrimci görevimiz ve sorumluluğumuzdur.

Kimseler adına konuşmuyorum. Kendi düşündüklerimi dillendiriyor, yazıyorum.  El ele vererek   Kaypakkaya çizgisini günümüze uyarlamada, uygulanıp-geliştirmede, kitleselleşerek bilince çıkarmada, pratiğe uygulamada hepimize sorumluluklar düşmektedir.                  

  Kaypakkaya  çizgisiyle günümüz özgüllüğüne uyarlayalım, geliştirelim. İstersek yaparız, istersek başarırız, istersek kitleselleşiriz. Yeter ki, o bilince, inanca sahip olalım. İyi bir 'teorisyen olacağımıza, iyi bir pratisyen olalım! Teoriyi yönümüzü gösteren eylem kılavuzu görelim.  Unutmayalım, bu değer hepimizin!                          

17 Mayıs 2016

44851

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Dünyayı kurbağa gözüyle değil, Kaypakkaya gözüyle görmeliyiz

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar