Çarşamba Mayıs 22, 2024

Düzen İçi Sol’culuk;Özgür Yıldız

Her toplumsal yapı kendi karşıtını da içinde taşır. “Sol”da, kapitalist sistemin karşıtı olarak ortaya çıktı ve gerçek kimliğini Komünist Manifesto’nun yayınlanmasıyla buldu. Bu süreçten sonra işçi sınıfı, kendisi için bir sınıf olarak burjuvazisinin karşısına, ütopik olmayan gerçek sosyalizm alternatifiyle çıktı. Elbette, burjuvazi boş durmadı. “Sol” hareketi reforme etme yollarını seçti. Proudhon, Bernstein ve Kautsky kadar sol”u reformizme etmenin teroik zeminlerini hazırladı. Lenin, Marksizmi reformize eden küçük burjuva ideolojisine karşı mücadele ederek Marksizmi geliştirdi ve 17 Ekim Sosyalist Devrimi bu mücadelenin ürünü olarak ortaya çıktı.

Sol’un tarihsel olarak ortaya çıkışı, işçi sınıfı hareketinin ortaya çıkışına denk gelir. Ancak kapitalist sistem içinde birbirinden farklı “sol” hareketler vardır. “Sol” hareket deyince, özünde düzene, apitalist sisteme muhalif hareket ve burjuva düzen karşıtı akla gelir. Sol esasında düzen dışı bir harekettir. Çünkü, kapitalist sistemin alternatifi olarak ortaya çıkmıştır. Ancak, burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki uzun tarihsel mücadeledeki gelişmeler, “sol” hareketi de farklılaştırdı. Düzen dışı “sol”un yanına bir de “düzen içi sol” eklendi. Lenin’in, bunlar için; “işçi sınıfı içindeki burjuvazinin ideolojik ajanları” demesi bundandır. Marksizmin ortaya çıkışıyla beraber düzen dışı “sol” hareket, işçi sınıfını temsil eden hareketler oldu. Düzen içi “sol” hareketler ise, “sol” görünümlü reformist hareketler şeklinde varlıklarını sürdürdüler. Bu tür reformist küçük burjuva siyasal hareketlerin en önemli özelliği; burjuvaziyle uzlaşıcı bir çizgiye sahip olmalarıdır. Öğreti ve eylemlilikleri, kapitalizmin reforme edilmesiyle sınırlıdır. Sosyalizm ise onlar için bir ütopyadır.

Türkiye “sol” hareketi de ciddi süreçlerden geçti. TKP’nin ilk kuruculkardan M. Suphi ve yoldaşlarının katledilmesinden sonra, TKP’nin kemalizm kuyrukçuluğu yapması, onun gerçek yüzünün görememesi, Türkiye işçi sınıfına büyük bir darbe vurdu. Ancak, 1960’ların sonlarına doğru dünya genelindeki devrimci kabarışın içeride de karşılık bulmasıyla radikal devrimci hareketler ortaya çıktı ve TKP reformculuğunu geriletti. Denizler, Mahirler ve Kaypakkaya’lar bu radikal kopuşun öncüleriydi. Kaypakkaya’nın bir başka özelliği vardı, Marksizmin ülke içindeki temsilcisiydi. Ortaya koyduğu düşünceleri, diğer radikal küçük burjuva devrimcileriyle arasına kalın bir çizgi çiziyordu.

Düzen dışılık, düzen içi koşullardan sonuna kadar yararlanmayı kesinlikle dıştalamaz. Başka deyişle, düzenin tüm gözeneklerinden işçi sınıfı hareketi lehine yararlanılır. Ve bu sınırları genişletmenin mücadeleside sonuna kadar verilir. Yeri geldiğinde reformizmden de yararlanılır, ama reformist olunmadan. Yeri geldiğinde burjuva parlamentosundan da yararlanılır, ama burjuva parlamenterist bir parti olmadan. Her şey işçi sınıfı önderliğinde sosyalizmi gerçekleştirmek için yapılır. İşçi sınıfı hareketinin siyasal mücadelesinin genel prensibi budur. Siyasal iktidarı almak için bütün mücadele biçimlerinin koşullara uygun ve onu zorlayarak uygulamak ve burjuvaziyi altemek...

Ne var ki, günümüz “sol”culuğunun en belirgin yanı, adeta reformizmin içine görmülmek oldu. Özellikle küçük burjuva reformistlerimiz, faşizm karşısında kendilerini çıplak hissederek, bir burjuva partisinin kanatları altına girmekte dahi bir sakınca görmediler. Bunu da “demokratik güçlerin birleşimi” olarak açıklama yavanlığına düşerek yaptılar. Oysa, CHP’nin yeri, demokrat ve reformist sol’un yanı değil, Yenikapı’ydı. O yerini bildiği için oraya gitti.

CHP’nin “Taksim Mitingi”ne büyük payeler biçerek ve neredeyse CHP’yi “demokratik hak ve özgürlükler için mücadele edenler”cephesinde göstermeye çalışanların, ne işçi sınıfına ne de ezilen bütün emekçilere bir güvenlerinin kalmadığı, tersine, egemen sınıflar cephesindeki bir burjuva partinin kuyruğuna takıldıklarını ortaya koydu. Bunlar, tam anlamıyla “düzen içi sol”cularıdır. Düzen dışına çıkmak bunların akıllarından dahi geççmez. Neden mi? Çünkü tüm örgütlenmeleri, siyasetleri, taktikleri, mücadele biçimleri ve elbette varsa stratejileri buna göre şekillendirilmiştir. Ve bunlar, teorik, siyasal, ideolojik ve örgütsel olarak, gerçek anlamda burjuvaziye karşı bir savaş örgütü değil, onunla uzlaşma örgütü olarak şekillenmişlerdir.

Lenin, reformizm ile burjuvaziye karşı bir savaş örgütü olan komünist partisi arasındaki farkı sıkça vurgulamıştır:

“... siyasal sorunlar üzerinde, aydın ve sevimli bir Kadet topluluğuna bir konferans verdim. Tartıştık. Ev sahibimiz: <<Önümüzde vahşi bir hayvanın, bir aslanın olduğunu düşün. Biz ikimiz, aslanın önüne atılmış iki esiriz. Bu durumda birbirimizle tartışmamız uygun olur mu? Böylesi bir durumda ortak düşmana karşı en akıll ve uzak görüşlü Sosyal Demokrat G. W. Plehanov’un mükemmel bir şekilde söylediği gibi ‘gericiliği tecrit etmek’ için birleşmek görevimiz değil mi?>> dedi. Benzetme güzeldi. Kabul ettim ve yanıtladım. Peki, esirlerden birisi silah almayı ve aslana hücüm etmeyi örgütlerken diğeri, mücadelenin tam ortasında aslanın boynundan sarkan ‘Anayasa’ yazılı bir yaftayı görünce ‘sağdan da soldan da gelirse gelsin şiddete karşıyım’, ‘ben bir parlamenter partinin üyesiyim, anayasal yöntemlerden yanayım’ diye bağırıyorsa, ne diyeceksiniz? Böyle bir durumda aslanın gerçek niyetlerini ortaya çıkaran ‘huysuz’ genç, kitleleri eğitmek, onların siyasal ve sınıf bilinçlerini geliştirmek için yaftalara bağılılık vaaz ederken aslan tarafından parçalanan esirden daha çok iş yapmıyor mu?”1

Lenin bu söyledikleri, CHP ile flört etmeye çalışan bizim reformist “sol”larımızın bugünkü durumuna uygun düşüyor. Aynı toplumsal süreç de, ideoloji aynı olunca, aradan yüzyılda geçse sınıfların eylemlikleri fazla değişmiyor. “Gericiliği tecrit etmek için” gericilikle “ittifak”! Reformistlerimiz de aynen bunu yapıyor. AKP gericiliğine karşı CHP gericiliği ile ittifak! Bunun adına da işçi sınıfı politikası demekten geri kalmıyorlar.

Türkiye’de burjuva demokrasisinin değil ama, faşist rejimin tüm özellikleri mevcuttur. Bazı reformist partilerin varlığı, sol dergilerin çıkması vb. gibi kısmi demokrasi kırıntıları ise, Kürt Ulusal Hareketi’nin mücadelesinin (devlet ile çatışma durumu) bir sonucu olarak durmaktadır. Günümüz burjuva devleti, sol’u, hem Kürt Ulusal Hareket’inden uzak tutmak için, hem de düzen içinde tutabilmek için bu tür “demokrasi” kırıntılarına göz yummaktadır. Ama, asla, sol’un rahat bir soluk almasına ise izin vermemektedir. Buna düzen içi sol’da dahil. Devlet, düzen dışı sol’a karşı savaştığı gibi, düzen içi sol’u da rahat bırakmıyor. Onlar üzerinde de baskılarını sürdürüyor.

Bazı reformist sol’cularımız, PKK bir kenara reformist HDP ile yan yana gelmemek için özel bir çaba harcarken, CHP gericiliği ile yan yana gelmek için de tersinden bir o kadar çaba harcıyorlar. Oysa, burjuva anlamda demokrasi mücadelesini CHP değil HDP vermektedir. Ama HDP “sakıncalı” bir parti. Çünkü Kürt eksenli.

CHP ve diğer egemen sınıflar dışında, “demokratik hak ve özgürlükler” için, reformist ve ilerici çevrelerin oluşturacağı demokratik mücadele platformuna kayıtsız kalmakta doğru değildir. Komünistler, bu tür mücadele platformların içinde yer alarak, faşizme karşı demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması ve faşizmin geriletilmesi mücadelesi içinde aktif olarak yer almalıdır.

Türk egemen sınıfları, Kürtleri terörize ederek, içeride Türk miliyetçiliğini derinleştirmeye ve genişletmeye çalışıyor. Yığınsal tutuklama ve yoğun baskıların yetmediği yerde, Kürt şehirlerini yıkarak ve yüzlerce insanı katlederek sindirme ve yıldırma taktiği izliyor. Devlet, düzen içi sol’a, “Kürtlerle aranıza mesafe koyun” mesajını çok yönlü veriyor. Ankara, İstanbul, Suruç ve daha bir çok yerde olduğu gibi toplu katliamlar yaparak mesajını iletiyor. Ağır baskı ve karşı-devrimci şiddet uygulayarak siyasal bir soluklanmaya izin vermiyor. Burjuva liberal aydınlara dahi göz açtırmayan, tehdit eden ve korkutan bir sistemin, sol reformistlere tolerans tanıması düşünülemez. İktidar sahipleri kendilerini güvende hissettiklerinde o kırıntıları da bütünüyle ortadan kaldıracaklardır.

Toplumsal koşulları iyi okuyup buna göre taktikler belirlemek marksist (komünist) işçi hareketleri için olmazsa olmazdır. Siyal iktidar perspektifi olan ve buna uygun olarak örgütlenen hareketler, değişen koşullara göre siyasal ve örgütsel taktikler belirlemede uzman olmak zorundadırlar.

Komünistler ve düzen dışı devrimci hareketler GEZİ’yi doğru okuyamadılar. Yer yer doğru saptamalar olmasına karşın, GEZİ’nin verdiği düzene karşı saldırı taktiği yerine, bekle-gör taktiğini, yani pasizfizmi benimsediler. Aynı düzen içi reformist “sol” hareketler gibi kendilerine “düzen içi” siyasal yön biçtiler. Sonuç ise, GEZİ kitlesi, baskılarla yıldırılarak kendi kabuğuna çekilmek zorunda kaldı. Kendilerine ve genel anlamda bütün sol’a karşı bir güvensizlik içine sokuldular.

Türkiye işçi sınıfı Kürt Ulusal Hareketi’nin demokratik mücadelesiyle birleştirilemedi. Bu konuda bazı adımlar ataılmasına karşın, reformist-soyal-şoven “sol” bunun önünde ciddi bir engel oluşturmaktadır. Oysa, Türk devleti bir çok yönden sıkışmıştı. Özellikle ilerici Kürt Ulusal Hareketi’nin gelişmesi karşısında dışarıda ve ülke içinde sıkışmış, uygulaya geldikleri

politikalar yüzünden yalnızlaşmışlardı. Türk egemen sınıfların kendi aralarındaki çelişmeler derinleşmişti. Bu 15 Temmuz’da silahlı olarak dışa vurdu.

Türk egemen sınıfları, “milli birlik” politikasıyla kendi içlerindeki krizi aşmaya çalışmalarına karşın, hala ciddi bir uzlaşma sağlayabilmiş değillerdir. Çünkü bunun dış ayakları şimdilik havadadır. Ve devleti elinde bulunduranlar en zayıf anlarıyla karşı karşıyalar. Bu nedenle AKP kliği, CHP’ye bazı tavizler vermektedir. Türkiye’nin en büyük tekeli Koç grubu CB Erdoğan’ı ziyaret ederek “milli birliği” pekiştirir bir görüntü vermeye çalışmaktadır. Bir çok yönden pazarlıklar yapılmaktadır.

CB Erdoğan, AKP’li kitleleri sokakta tutarak kitlesel destek aldığını düşmanlarına göstermeye çalışarak, pazarlık gücünün zayıflamasının önüne geçmeye çalışıyor. Ve bu kitlelerin en azından bir kısmını paramiliter bir güce dönüştürmenin yollarını da hazırlıyor. Zaten önemli bir para militer güce de sahip. Ve bunlar, olası bir iç savaş sırasında da kullanılacaktır. İç savaş tehlikesinin gelişinin de çok uzak olmadığı açıktır. Kürt şehirlerinde İŞİD ve diğer cihatçı çeteleri kullanan devletin, komünist, devrimci, aleviler, diğer etnik azınlıklar ve siyasal muhaliflerine karşı kullanmayacağını düşünmek siyasal körlüktür.

Türk devleti ciddi bir kriz içindedir. Bunun karşısında, işçi sınıfı hareketi oldukça zayıftır. Bu nedenle faşist sistem kendini, işçi sınıfı karşısında rahat hissetmektedir. Ancak, Kürt Ulusal Hareketi’nin Rojava’daki gelişmesi, Kuzey Kürdistan’da ise etkili eylemlerle Türk ordusunu adeta saf dışı bırakması ve Kürt kitlesi üzerindeki düzeni boşa çıkarması, devleti derinden endişelendirmektedir. “Milli Birlik”lerinin bir nedenide budur. Türk burjuvazisi Kürt Ulusal Hareketi (PKK) karşısında her zaman birlik oldu ve olmaya devam edecektir. Ancak, bu faşist birliği parçalamanın yolu, esas olarak Türkiye işçi hareketinin gelişmesiyle olacaktır. Ne var ki, içinden geçtiğimiz süreçte bu olasılık zayıftır. Ekonomik ve siyasal kriz içinde olan Türk devletinin ağır baskı koşullarını direkt yaşayan işçi sınıfının, hareketlenme sürecinin de uzak olmadığı gözükmektedir.

İçinde bulunduğumuz koşullar, komünist ve devrimcilerin önüne önemli görevler koymaktadır. Bu, düzenin zayıflığını derinleştirici her alanda eylemelere girişmek olmalıdır. 71 devrimci ruhu budur. 71 bir hareketi yenildi, ama, Türkiye işçi hareketini reformizmin kuyruğundan kurtardı. 71 hareketinin tarihsel önemi de buradan gelmektedir.

Günümüz dünya ve ülke konjonktürü 71’deki gibi olmasa da, o gün olmayan ama bugün olan bir olgu vardır: O da, işçi sınıfının dostu Kürt Ulusal Hareketinin kitlesel, askeri ve siyasal varlığının yanı sıra egemen sınıfların derin bir kriz içinde oluşunun varlığıdır. İşçi sınıfının lehine olan bu nesnel durum şehirlerde ve kırsal alanlarda devrimci siyasal taktiklerle beslenmelidir. Örgütlenme ve siyasal yönelim buna göre şekillendirilerek, düzen dışılığın tüm koşulları yerine getirilmelidir. Reformist-pasifist kitle çizgisi, düzen içi örgütlenme alayışları terk edilmelidir. illegal örgütlenme, “legal olanaklardan yararlanma” adına feda edilmemeli, ikincisi birincisine tabi olmalıdır. Bugün legal olanakların sınırsızlığı her geçen gün azalarak “yok” düzeyine inmektedir. Türk devletinin yönelimi de bu yöndedir.

Komünist ve devrimci hareketler, devrimci militanlık ruhuyla mücadeleye yaklaşırlarsa, düzenin çelişmelerini derinleştirerek, devrimci mücadelenin soluk borularını genişletme olanaklarını elde edebilirler. Devrimci militanlıktan yoksun düzen içi yaşam, düzen içi

mücadele, devrimci işçi hareketinin düşmanıdır. Bu durum, uzun bir süredir devrimci harekete sirayet etmiştir. Bu ruh hali kırılmak zorundadır. Bu pasifist ruh halinin sürdürülmesi halinde, düşmanın devrimci hareketi iyice marjinalleştirmesi de bir o kadar kaçınılmazdır. 

45171

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

TKP/ML-GYDK:Halk savaşını sürdürme kararlılığımızın temsilcisi şehitlerimizin adları ve idealleri sonsuza dek yaşayacaktır!

Yoldaşlar; Çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçiler;

Burjuvazinin Cumhuriyeti Kendini Tekrarlıyor

TC’nin dünü ile bugünü arasındaki benzerlikleri yeni kuşak bilmeyebilir, ama araştırırsa kolayca öğrenebilir. 

Rol çalanların postunu delmek ancak ileri atılım yaparak mümkün!

Yeni bir zaman dilimine eski çelişkilerle girildiğinin en somut kanıtı Reina’da meydana gelen saldırı ve sonrasında yapılan açıklamalar oldu. Saldırının üzerinden saatler geçmeden bilindik sorumlular(!) açıklandı: PKK, DAEŞ, PYD-YPG... Kokteyl örgüt kavramı artık her durumda, acil kurtuluş olarak devrede.

Tutsak Partizan Serda Göçer, Hasan Karakoç’u yazdı: “Bayrak yarışı bizimkisi...”

Güneş inzivaya çekilirken, yerini karanlığa bıraktı. Gün bitimi, yerine yarını bırakacağının habercisiyken, günün son işi olarak yastığa kafamı koymadan, zindan duvarına kimsenin görmediği sadece benim görebildiğim günün bitiminin ifadesi çentiği attım. Ve her gün yaptığım gibi bugün de bizden olanların/çalınanların hesabını tuttuğum listeye yenilerini ekledim.

Sevan Nisanyan'a özgürlük,Tutuklu gazetecilere özgürlük

2 Ocak 2014'den bu yana cezaevinde bulunan dilbilimci,yazar ve turizmci Sevan Nişanyan,ceza hukuku çiğnenerek,sadece savunmuş olduğu düşüncelerinden dolayı tutuklu bulunuyor.Soykırım tartışmalarında geleneksel türk tezlerini çürüten,aynı zamanda tarihçi kimliği ile tanıdığımız,siyasal islamın ipliğni pazara çıkaran,sözünü esirgemeden,bedeli her ne olursa olsun,ister ölüm,ister cezaevi çekinmeyen ve bu yüzden AKP hükümeti'nin linç kampanyaları ile karşılaşan Nişanyan en son tutuklanarak 16 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Bir Beden İki Ruh

Komünizmi sosyalist örgülerden başka bir yerde arama.
- Doğru nedir, doğrunun cevabını kimbiliyor, doğruyu nerede bulacağım ?
- Her şey ortada kalkacak.
- Bazı ajitasyon sözler vardır pratikle çeliştiğini hissedersiniz.
- Aslında çelişmez. Her şey ortada kalkacak derken anlamsızlaştığını ( gereksizleştiğini ) ifade edersiniz.
- Anlamsızlaşmada ihtiyacı ortada kaldırdığı anlamına gelmez.

Kimse komünistleri suçlamasın

Komünizm, teorik ve pratik olarak burjuvazi için tehlikeli olmaya başladığından bu yana, burjuvazinin en büyük düşmanı komünistler olmuştur. Çünkü, burjuvazinin bütün çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu ve büyük bir haksızlık üzerinde kendini var ettiğini ortaya koyan komünistlerdir.

Komünistler, sadece teorik-siyasi olarak burjuvaziye karşı olmakla kalmamış, pratik olarak da burjuvazinin karşısında yer alarak, onu yıkma ve yeni bir toplumsal sistem inşa etme başarısını göstermişlerdir. 17 Ekim 1917 Rus Devrimi bunun en gerçekçi örneklerinden biridir.

Kadro sorunu ve kadro politikası üzerine

“Örgütsüz bir halk silahsız bir orduya benzer” diyordu Mao yoldaş. Eğer bir halkın, sınıfın kendi örgütü, savaşımında ona öncülük edecek partisi yoksa hiçbir şeyi yok demektir. Zira örgütlenme ve örgüt bizim için dünyayı değiştirmek için gerekli olan araçtır. Sınıflar mücadelesinde birçok örgütlenme ve örgüt biçiminden bahsedebiliriz. Ancak proletaryanın tarih sahnesine çıkması ve kendisi için bir sınıf haline gelmeye başlamasıyla birlikte, kendisini kurtuluşa götürecek, kendi sınıf örgütünü de yaratmıştır. Proletaryanın sınıf örgütü ise komünist partidir.

İdeolojik görevlerimiz ve önemi

Toplumsal varlığımızın bir sonucu olarak ortaya çıkan düşüncelerimiz hayatımıza yön veren bir güce dönüştüğünde var olan kabul ya da ret iki seçenek olarak karşımıza çıkar. Üretim araçlarıyla olan ilişkimiz sınıfsal durumumuzu belirlerken; dünya görüşümüz veya ideolojik duruşumuz buna uygun bir şekillenme içine girer. Ancak sömürülenler cephesinde kendi için bir sınıf olmak ayrıca bir bilinçlenmeyi farkındalık sağlamayı gerektirir.

“Bir can daha çoğalacağız bu kış, gün olur devran döner ve umut yetişir”*

İbrahim Kaypakkaya, yoldaşlarıyla birlikte, partinin, ordunun ve aynı zamanda komünist gençlik örgütünün temellerini atarken tarihteki birçok benzerleri gibi “genç” bir önder sıfatı taşıyordu. Komünizm uğruna yürüttüğü mücadelede şehit düştüğünde, bu durumu değişmemişti. Nitekim kuruluşundan günümüze Proletarya Partisi’nin vermiş olduğu şehitlerin büyük çoğunluğu bu gerçekliğin “yaşatıcısı” oldular.

Tarzımız karakterimizdir! Doğru bir çalışma tarzı ortaya konmadan devrim örgütlenemez!

Birçok yoldaşımız hala kaba ve dikkatsiz bir çalışma tarzına sahiptir, meseleleri tam olarak anlama çabasında değildirler ve hatta alt kademelerdeki durumdan bütünüyle habersiz olabilirler: ama gene de çalışmaların yönetilmesinden onlar sorumludur. Bu son derece tehlikeli bir durumdur. (…) toplumdaki sınıfların bugünkü durumları hakkında gerçekten somut bir bilgi olmadan iyi bir önderlik de olamaz.” (Mao: 1992, 13.)

Giriş

Sayfalar