Perşembe Mayıs 2, 2024

Emperyalizm ve Ortadoğu / Müslüm Elma

ATİK dava tutsaklarından Müslüm Elma’nın savunmasının“Emperyalizm ve Ortadoğu” başlıklı bölümünden alınmıştır.

Tüm emperyalist ülkeler Ortadoğu’ya öncelikli olarak kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda yaklaştılar-yaklaşıyorlar. Dolayısıyla Ortadoğu halklarının kendi zenginlik kaynaklarını özgürce kullanma istemleri her daim emperyalistler ve bir avuç işbirlikçileri için isyan gerekçesi sayıldı. Çünkü emperyalistler kendilerini her zaman bölgenin sahibi olarak gördüler. Winston Churchill’in Filistin konusunu incelemek üzere kurulmuş olan Peel Komisyonu’ndaki şu sözleri bunun en açık kanıtıdır:

Kulübesindeki bir köpeğin, orada uzun zamandır yaşamış olsa bile, kulübeye mutlak sahip olma hakkının var olduğuna inanmıyorum. Bu hakkı kabul etmiyorum. Amerika’daki Kızılderililere ya da Avustralya’daki siyahlara büyük yanlışlık yapıldığını kabul etmiyorum. Çünkü, daha güçlü bir ırk, daha kaliteli bir ırk ya da en azından, dünyevi olarak daha akıllı bir ırk, şayet böyle ifade edersek geldi ve onların yerini aldı.

Yukarıdaki değerlendirme dün olduğu gibi bugün de emperyalist işgalcilerin gerçek düşüncelerinin ta kendisidir. Emperyalistler bölge halklarının nasıl yaşayacağına, hangi ülkenin kaça bölüneceğine, ne zaman askeri darbelerin yapılacağına ve göstermelik parlamentoların oluşacağına karar verme hakkını kendinde görüyorlar. Emperyalistlerin bölge halklarının iradesine hiçbir zaman saygıları olmadı-olmaz da. Bugün Suriye semalarında uçan Amerikan, Rusya, İngiltere, Almanya vb. emperyalist ülkelerin savaş uçakları tam da yukarıdaki anlayışa uygun olarak Suriye ve diğer ülke halklarının geleceğini belirlemeye çalışıyor. Savaş uçakları demokrasi saçmıyor, ölüm kusuyor. Tıpkı Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da olduğu gibi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere ve Fransız emperyalistleri “Böl ve Yönet” politikasına uygun olarak bölgede ortaya yeni mini devletler çıkardılar. Kuveyt’i Irak’tan, Lübnan ve Ürdün’ü de Suriye’den ayırdılar. Daha önce bölünen Kürdistan coğrafyasını da yeniden böldüler. Fakat emperyalistlerin “Böl-Yönet” politikası bununla sınırlı kalmadı. Arap dünyası arasında yükselen milliyetçilik rüzgarı, bölgede yaşayan diğer halkların baskı altına alınmasına neden oldu. Her yeni oluşumun dinsel, mezhepsel ve etnik ayrılıklar üzerinde şekillenmesi, beraberinde çatışma ve iç istikrarsızlığı getirdi. Emperyalistlerin yaratmaya çalıştıkları tablo da buydu. Çünkü böyle bir tablo onların alana müdahale etmesini kolaylaştırıyordu. İşbirlikçilerin vasıtasıyla yürüttükleri politikalardan sonuç alamadıkları takdirde hemen işgal hareketlerine girişiyorlardı. Çoğu zaman da bunu yasal bir zemine oturtmaya çalışıyorlardı.

Elbette ki bunun böyle olması, asla işgal hareketlerine meşruluk kazandırmaz. Çünkü o uluslararası yasaları koyan da işgalcilerin ta kendisidir. Nitekim bugün Ortadoğu halklarını yıkım ve kıyımla karşı karşıya bırakanların başında Birleşmiş Milletler üyesi olan büyük emperyalist devletler gelmektedir. Sorunun çözücüsü olarak gösterilenler, sorunun asıl yaratıcısı olanlardır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, Ortadoğu deyince ilk akla gelen güç ABD emperyalizmidir. ABD emperyalizminin Ortadoğu’ya yönelmesinin temelinde birçok neden vardır. Bu nedenlerin başında bölgedeki enerji kaynakları üzerinde hakimiyet kurma ve bu vesileyle dünyadaki ekonomik ve siyasal ağırlığını daha bir artırma gerçeği geliyor. Hiç şüphesiz geçmişte Sovyetler Birliği şahsında komünizme karşı mücadele argümanı kamuoyunda sıkça kullanılan bir argümandı. Bölgede milliyetçi ve siyasal dini gericiliğin yığınlar üzerinde büyük bir etki oluşturması hem ABD emperyalizminin hem de işbirlikçi faşist ve gerici yönetimlerin işini kolaylaştırıyordu.

ABD emperyalizminin bölge üzerinde egemenlik kurma planı bu süreç içinde kimi zaman Irak özgülünde olduğu gibi işgallerle, kimi zaman da işbirlikçi yönetimler vasıtasıyla uygulandı-uygulanmaya da devam ediliyor. Bu plan uygulanırken çoğu zaman batılı emperyalist devletler direkt ya da dolaylı yoldan ABD emperyalizminin yanında saf tutmuşlardır. Rusya-Çin ve diğer bazı güçler de bölgesel çıkarlarına uygun olarak konumlanmışlardır. Gelinen aşamada özellikle Rusya, bölgede İran-Irak-Suriye yönetimiyle sıkı bir ilişki içindedir. Bugün Suriye’de Esad rejimi tüm bu ülkelerden destek almaktadır. Rusya, İran ve Lübnan’daki Şii milisler, savaşın içinde aktif bir pozisyon almış durumdalar. Bu bloklaşma yerel güçler bazında Şii mezhebine mensup kesimlere dayanmaktadır. Bunun dışında ABD’nin başını çektiği 60 ülkeyi aşkın başka bir koalisyon gücü de mevcuttur. Yerel anlamda ise, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve buna Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi de dahil edilmek isteniyor. Bunun yanı sıra başta İngiltere ve Almanya gibi büyük emperyalist devletler olmak üzere diğer batılı emperyalist ve gerici devletlerde direkt ya da dolaylı yoldan bu ikinci bloka destek sunmaktadırlar. Bu büyük emperyalist devletlerin bölgede bugün Rus emperyalistlerin yanında yer alan kimi devletlerle ekonomik ve siyasi ilişkileri söz konusudur. Çelişkilerin daha da derinleşmesi durumunda bu ilişkilerin nasıl bir boyut alacağını zamanla göreceğiz.

Suriye özgülünde yaşanan bu tablo, emperyalistlerin bu saldırgan politikalarının arkasında yatan gerçekleri görmek bakımından bize somut veriler sunmaktadır. Yaşanan bir pazar kavgasıdır. Bölgede hakimiyet kurma çabasıdır. IŞİD yok olsa veya siyasal arenada aktif bir güç olma pozisyonundan çıksa da, emperyalistler yine bölgedeki varlıklarını ya fiilen ya da işbirlikçi yönetimler vasıtasıyla sürdüreceklerdir. Şöyle bir tarih hafızamızı yoklayalım; ABD emperyalizmi bir dönem Sovyetler Birliği’nden gelecek olan komünizm tehlikesine karşı bölgedeki varlığının zorunluluğuna dikkat çekiyordu. Yani varlığına gerekçe olarak komünizm tehlikesini gösteriyordu.

Bilindiği gibi sosyalist maskeli bürokratik burjuva diktatörlükleri dağıldı. Peki, ABD emperyalizmi ve suç ortakları bölgeyi terk mi ettiler? Veya bu ülkelerdeki kontr-gerilla örgütlenmelerini dağıttılar mı? Tabii ki hayır. Bunlara ihtiyaç duyuyorlar. Bilakis yerleşmek için her fırsatta “demokrasi” ve “özgürlük” elçiliğine soyundular. Oysa yaptıkları-yapmaya çalıştıkları, emperyalist kölelik ilişkisini bu bölgede ve yakın çevresinde daha da pekiştirmektir. Deyim yerindeyse, bu bölge bugün mezbahaneye çevrilmiş durumdadır. Birçok ülkede yıkım-kıyım, yoksulluk adına ne ararsan var. Var olmayan tek şey ise demokrasi ve özgürlüktür. Oysa ezilen ulusların ve halkların her koşulda kendi geleceklerini kendilerinin belirleme hakları vardır. Bu yıkımların mağduru olan bir göçmen Suriyeli’nin dediği gibi “Biz sizden bir şey istemiyoruz. Sadece ülkemizi terk edin, yeter.” Aynı isteme biz de katılıyoruz. Ve yüksek sesle haykırıyoruz! Tüm emperyalist haydutlar, Ortadoğu’dan defolun!

(Devam edecek)

45308

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Sayfalar