Cuma Nisan 26, 2024

FETÖ yerine RETÖ Darbesi Gerçekleşti-Çetin Çetin

Bugün Türkiye'de gelişmelere baktığımızda Türk hakim sınıflarının iki açmazı ön plana çıkmaktadır. Birincisi OHAL ilan edilerek FETÖ ile mücadele adı altında yürütülen çalışma. Hükümet kendisine muhalif olan kesimleri devlet aygıtından temizleyerek buralara kendi badem bıyıklarını yerleştirme çabaları içerisindedir. 17 Temmuz askeri darbe girişimini önceden haber alan ve buna uygun hazırlıklar yaparak ‘’Bu darbe bize Allah'ın bir lütfudur’’ diyerek bunu kendi çıkarları için bir fırsata çeviren Cumhurun başı R.T.E. kendi darbesini gerçekleştirdi.

Ülkemizde OHAL ilan edilerek kırıntılar olarak kalmış demokratik hak ve özgürlükler rafa kaldırıldı. FETÖ’cü denilerek düzen muhalifleri, ilericiler, devrimci akademisyenler, öğretim üyeleri üniversitelerden uzaklaştırılıyor. Üniversiteler gerici, dinci hocalarla doldurularak karanlığa gömülüyor - medreselere dönüştürülmek isteniyor.

Askeriyede, poliste, kamuda, yargıda, eğitimde görülmemiş gözaltı, tutuklama ve görevden uzaklaştırmalar yaşanıyor. Görevden almalar, işten çıkarmalar öyle bir hal aldı ki devlet eliyle açılışı yapılan Bank Asya’ya para yatıranlar, çocuğunu Gülen tarafından kurulan dershanelere gönderenler bile işten atılıyorlar. Hem de FETÖ’cü diye damgalanarak.

Görevden alınanların, işlerine son verilip hakları ellerinden alınarak ailece açlığa mahkum edilenlerin sayısı 100 binleri şimdiden aşmış durumdadır. İşten atılanların yerine de badem bıyıklı imam hatiplilerin alınması için sınavsız ve KPS’siz memur alınmaları yapılmaktadır.

1990 yıllarında devletin uyguladığı yöntemler bugün tekrar uygulanmaya başlandı. Gözaltı süreleri 30 güne çıkarılarak işkence yaygınlaştırıldı. Gazeteler kapatılarak yazarlar, akademisyenler gerekçe gösterilmeden tutuklanıyorlar. Toplanma, gösteri yapma ve işçilerin grev hakları tek adamın keyfine bırakılmıştır. Kısacası: ilericilerin, sosyalistlerin mücadelelerini bastırmak için tüm toplum üzerinde katliam, işkence ve tutuklamalar had safaya ulaşmış durumdadır. 90’lı yıllardaki gözaltında kayıplarla amaçlanan halka korku salma politikası ve kaybetmeler yeniden hayata geçiriliyor. 100 lü günleri geçen ailesi, arkadaşları ve dostları tarafından nerede olduğu sorulan Hurşit Külter için bir soru da biz soralım: HURŞİT KÜLTER NEREDE?

Bugün Türk hakim sınıflarının öne çıkan ikinci açmazı ise Kürt düşmanlığı temelinde içeride ve dışarıda Kürtlerle savaş politikasıdır. Kürtlerin, demokratların, ilericilerin, devrimcilerin, Alevilerin desteğiyle 6 milyon oy alarak parlamentoda yer alarak düzen muhaliflerinin temsilcisi HDP

dışlanarak Türk hakim sınıflarının temsilcisi 3 parti AKP, MHP ve CHP milli mutabakat yapmışlardır. Milli mutabakat sağlanmasına rağmen AKP’nin torba yasa olarak getirdikleri yasa önergelerinden bazıları onaylanmayınca kanun hükümünde kararname yerleştirilerek resmi gazetede yayınlanıyor. ‘’Teröre’’ destek veren belediyelere kayyum atama khk ile yaşama geçirilmeye çalışılıyor. Bununla da yapılmak isteneni biliyoruz: Kürdistan’daki belediye yönetimlerini DBP ve HDP’den alıp OHAL’e vermek(!).

Son bir yıldır Türkiye Kürdistan’ındaki çatışmalarda Türk hakim sınıflarının askeri güçleri (JÖH ve PÖH) Sur, Cizre,Nusaybin,Şırnak’ta en son teknik silahlarını kullanarak buraları yakıp yıktılar. Şehirler tank ve top atışlarıyla harabeye döndü. Burada yaşayan halk katliamlardan geçirildi.Tanklarla yıkılan evlerin bodrumlarında halk katledildi.Yaralılar benzin dökülerek yakıldı. Tüm bu katliamlara devam startını Amed, Ankara, Pirsus’ta AKP eliyle devreye koyduğu paravan örgütlerini son olarak Antep’te devreye koyarak devam ettirdi. 54 sivili katletti. Türk hakim sınıfları T.Kürdistan’ında yaptığı katliamlar yetmezmiş gibi Suriye’deki Kürtlere karşı savaşmak için Rojava işgaline soyundu. Türk hakim sınıfları 15 Temmuz darbe girişiminde yara alan imajını bir anlamıyla düzeltmek ve Kürtlerin Rojava’daki kazanımlarını boğmak için ‘’Fırat Kalkanı’’ adıyla Suriye’ye bir operasyon düzenledi. Kürtlerin özerkliklerine saldırdılar. Türk hakim sınıflarını kızdıran Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) Menbiç’i IŞİD’den temizlemesidir, YPG güçleri tarafından Fırat’ın batısına geçilmesidir. Fırat Kalkanı operasyonu ile ilgili saldırı Türk hakim sınıflarının kırmızı çizgilerinin çiğnenmesinden dolayı yerlerde sürünen prestijlerini kurtarma kaygısıdır.

TSK’nın ÖSO’yu önlerine katarak Cerablus’a girmesi, böylece Suriye denklemine direkt olarak dahil olması T.C.’nin kendisinin dillendirdiği gibi IŞİD’i buradan çıkarmak, buradaki halkı IŞİD’in zulmünden kurtarmak değildir. Yani IŞİD ile savaşmak değildir. Buna açık bir örnek verebiliriz: T.C. güçlerinin yanındaki ÖSO içerisindeki güçler ideolojik açıdan IŞİD ile aynı çizgidedir. ÖSO içerisindeki Nureddin Zengi Tugayları Halep’te Suriye’ye yani Esad rejimi güçlerine karşı savaşıyorlar. Suriye ordusu ve cihatçılar karşılıklı savaşta burada binlerce kayıp verdiler. Halep’te Suriye’ye karşı savaşan bu cihatçı Nureddin Zeni Tugayları şimdi TSK öncülüğünde IŞİD’e karşı savaşıyor! Yani bu bize IŞİD’le bir savaşın/mücadelenin aslında olmadığını gösteriyor. Burada bir parantez açarak ifade edecek olursak eğer T.C. ve öncülüğündeki TSK IŞİD’le savaşacaksa öncelikle içerideki IŞİD’lel savaşması gerekir. Güney sınırlarını Pakistan’a çeviren IŞİD’i temizlemesi gerekir. Yani içerideki IŞİD’li cihatçılarla mücadeleyi yürütmeyen T.C.’nin Suriye’ye IŞİD’le savaş için girdim demesiyle kimseyi inandıramaz. Zaten bu konuda cumhurun başının Çin’den yaptığı ‘’operasyonlar YPG tehdit olmaktan çıkana kadar sürecek’’ değişi bizim yazdıklarımızı onaylamaktadır. Mücadele/savaş asında YPG ve YPJ güçlerine karşıdır. Yani Kürtlere karşıdır. Minbiç’in IŞİD’ten temizlenmesi ve Afrin kantonuyla birleşmeye bir adım daha yaklaşılması T.C.’yi çileden çıkartmıştır. Türk hakim sınıfları hiçbir gücün(ne ABD’nin ne de

Rusya’nın) askerlerini sürmek istemediği bir savaşa girmiş durumdadır. TSK Suriye bataklığına girmiş bulunmaktadır. Şimdiden İran’la yaşanan gerilimin bir fazlasının önümüzdeki süreçte ABD ile yaşanacağını söylemek, yazmak kahin olmayı gerektirmiyor. T.C.’nin Suriye’ye IŞİD’le savaşı bahane ederek ‘’Fırat Kalkanı operasyonu’’ ile girmesi bataklığa girmesidir. Orta-doğu bataklığına girmek kolaydır ama çıkması nafile. Kürt düşmanlığı, Rojava özerk bölgelerinin kazanımlarını boğmak üzerine kurulu politikaları Türk hakim sınıflarını Orta-doğu’da zor durumda bırakacağı görülüyor. İçeride devrimciler, ilericiler, sosyalistler, emekçilere OHAL’le müdahale etmeye çalışan T.C. hem içeride hem de dışarıda Kürtlere karşı da savaş açmış durumdadır.

Tek adam diktatörlüğüne giden yolun taşları döşeniyor.

Ülkemizi koyu karanlık bir dönem bekliyor.

Hakim sınıflarının temsilcilerini tüm bu saldırı, gözaltı, yok etme, katliam politikalarına karşı ülkemizin dağlarında, fabrikalarında işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin mücadelesine tanık olmaktayız.

Ülkemizin üzerine çöken bu kara bulutların dağıtılması ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi veren yapıların kitlelerle ilişkilerini güçlendirmesine bağlı olarak meydanları zapt etmesiyle gerçekleşecektir.

45461

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

Sayfalar