Pazartesi Nisan 29, 2024

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Eskiden ümitler ABD’ye bağlanmıştı. “ABD bu baharda çözecek,”deniyordu. ABD’ye heyet üstüne heyetler gidiyor, ABD başkanlarına peş peşe mektuplar yollanıyordu. O zamanlar Kürt siyasetinde diplomasi rüzgârları esiyordu. Böyle nice baharlar tüketildi. O bos vaatlerin ve nafile çabaların üstünden tam yirmi iki yıl geçti. ABD hayali suya düşünce gözler bu defa da AB’ye çevrildi; AB kapılarında kurtuluş arandı. Diplomasi adına gidilmedik, kapısı çalınmadık Avrupa devleti bırakılmadı. Ancak siyasetin amansız çarkı çok geçmeden o beklentileri de tuzla buz etti. Dışarıdan ümitler kesilince bu kez devletle doğrudan görüşmenin yolları arandı. Bunun için seçimlere girildi ve halkın ümit dolu alkışları arasında Parlamento’ya milletvekilleri gönderildi. Milletvekillerinin devletle diyalog ve müzakere kanallarını açacaklar düşünülüyordu. Geçen zamanda bu hayal de suya düştü.

Yıllar böyle yanlış hesaplar üzerinden akıp giderken nice ocaklar söndü, iki taraftan nice gençler öldü. BDP’ nin son Karadeniz gezisiyle de gün ışığına çıktığı gibi geçen zaman içinde Türkler Kürtlere düşman kesildi. Oysa o Karadeniz halkı eskiden devrimcileri kendi çocukları gibi kalpten bir sevgiyle kucaklardı. Devletin hisim gibi yağan ırkçı propagandası ve ardı arkası kesilmeyen asker tabutları ne yazık ki Karadenizlilerin saf değiştirmelerine neden oldu. Bunda elbette Kürt hareketinin payı da vardır. Kürt siyaseti Karadeniz’e ne ekmişti ki biçmeye gidiyordu! Hareketin öncüleri nedense kendilerini çocuklarını kaybeden Türk insaninin yerine hiç koymadılar.  Ne yazık ki Türk insani da kendisini tüm ulusal ve sınıfsal hakları gasp edilen Kürtlerin yerine koymadı, empati kurmadı, kuramadı.

Sözü fazla uzatmadan bugüne gelelim.

Tayyip Erdoğan’ın Kürt meselesini çözme düşüncesi hiç olmadı. Gençler, akan kan, ölümler, anneler ve babalar, hiç, hiçbir şey umurunda değildir. Her şey, tabutlar bile - tıpkı Devlet Bahçeli gibi- onun için bir propaganda malzemesidir. Hiçbir şey onun hırslarının ve tek adam olma açlığının önüne geçemez. Son iki yıldır Abdullah Öcalan’a sıkı bir tecrit uyguluyordu. “İstersem bu tecridi sonsuza kadar sürdürürüm,”mesajını verdi Öcalan’a. Legal Kürt siyaseti bu hukuksuz izolasyonu kıracak sivil bir proje geliştiremeyince, cezaevlerindeki PKK’ li tutuklular devreye girdi. Açlık grevleri sürerken ortalık bir anda hareketlendi. Dışarıdan ümidini kesen Öcalan meğer o günlerde, “MIT başkanı Hakan Fidan’a sahip çıkmak gerek,”diye düşünerek ona bir mektup yollamış. Bunu Öcalan’ın İmralı’da görüştüğü milletvekillerine söylediği sözlerden öğreniyoruz.

MIT başkanı Hakan Fidan, Öcalan’dan gelen mektubu alınca soluğu başbakanlıkta alıyor. Başbakan mektubu meraklı bir heyecan içinde okuyor ve kısa bir düşünmeden sonra ayağına altın bir fırsat geldiğine karar verip, Hakan Fidan’a İmralı’ya gitmesi için talimat veriyor. İşte Tayyip Erdoğan’ın, “Çözüm süreci” adini verdiği masal böyle başlamış oluyor. Yani genel kanaatin aksine Tayyip Erdoğan’ın başlattığı bir süreç söz konusu değildir. Süreç Öcalan’ın belirtilen mektubu ile başlıyor. Gel gelelim Öcalan’ın bu hamlesinin devlette meselenin çözümüne dair herhangi bir karşılığı yoktur!

Erdoğan’ın yapmak istediği şey, bir tasla birkaç kus vurmaktır. Neredeyse herkesi beklenti içine soktu. Türk yoksulları artik çocukları ölmeyecek diye bekliyor, Kürtler hem hakları verilecek, hem de çocukları ölmeyecek diye bekliyor, dağda ve cezaevlerinde olanlar ailelerine kavuşacaklar diye bekliyor. Medya bu kan dursun diye büyük destek veriyor. Öcalan, “Herkes özgür olacak,”diyor. Artik içeride ve dışarıda tüm ilgili kişi ve çevreler Tayyip Erdoğan’ın ağzına bakıyor. O da kani durduracak bir kahraman edasıyla il il dolaşıp, darbe dönemi Kenan Evren’i çağrıştıran şatafatlı konuşmalar yapıyor.  

Oysa Kürt meselesini çözecek en son kişi Tayyip Erdoğan’dır. Böyle olmasa iktidarda olduğu on bir yıl boyunca bu amansız savaşı sürdürmez ve bunca insanin ölümüne neden olan kanlı, kör bir yol izlemezdi. Simdi hangi yakıcı neden, hangi etkili güç onu çözüme zorladı ki sorunu çözsün? ABD –kendi çıkarlarına hizmet edecek bir çözüm için de olsa - bu sürecin içinde ya da yanında mi? Hayır! Peki AB?  O da yok. İçte bir baskı var mı? Yani Türk halkı Amerikan halkının Vietnam savaşında yaptığı gibi bu meselenin çözümü için sokağa mı dökülmüş? Kürt siyaseti içte ve dışta yarattığı çok yönlü sivil baskı ile AKP’yi köşeye mi sıkıştırmış? Tayyip Erdoğan bos alanlara seslenir hale mi gelmiş? Meydanlarda anneler ve babalar tarafından protesto mu ediliyor? Kürt hareketi şiddetsiz Newroz Tahrirleri mi örgütlemiş? Kürt siyaseti Afrikalı Amerikalılar gibi özgün bir mücadele tarzı ile dünyanın vicdanına ulaştı da dünya halkları Türk büyükelçilikleri önünde akan kani durdurma talebini mi haykırmakta? Bu sorulardan bir tekine bile dürüstlükle “evet” cevabi verilebilir mi? Öyleyse Tayyip Erdoğan bu meseleyi neden çözsün? Bu kanlı düğümü çözme arzusu olsa 4. Yargı Paketi gibi çöpe atılacak bir metni getirir miydi Meclis’in önüne? Bir adım sonrasını göremeyen muhalefet Tayyip Erdoğan’dan çok şey ummuş olmalı ki, simdi “Dağ fare doğurdu,” diyerek dizlerini dövüyor! Yarın da, “Aldatıldık,”diye feryat ederlerse hiç şaşmayacağız.  

Kimse boşuna hayal kurmasın ve halkı da kendi yanıltıcı hayallerinin peşinden koşturmasın. Tayyip Erdoğan bu süreçten faydalanabildiği kadar faydalanmaya, siyaseten rant sağlamaya çalışacak. Kürt sorunu da ne yazık ki bir defa daha bilinmez bir geleceğe ertelenecek.

Peki, şiddetsiz, kansız bir yol, bir ümit yok mu? Var elbette. Var ama bu başka bir yazının konusudur.15 Mart 2013 alinakmahmut@hotmail.com 

Not: Bu yazı 15 Mart 2013 günü, "KÜRT MESELESİNİ ÇÖZECEK SON KİŞİ" başlığı ile yayımlanmıştı. Esen kalın. 2 Ekim 2013

101661

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar