Pazartesi Mayıs 13, 2024

Günümüzde bonapartist iktidar olur mu?

Egemen sınıfların siyasal temsilcisi Erdoğan’ın özellikle 2010 yılından sonra öne çıkan “tek adamlığı”, burjuva iktidarın biçimlerini de tartışmaya soktu. Bir çok yazar ve siyasal yorumcu, Erdoğan yönetimini “Bonapartizm” olarak nitelendirmeyi daha uygun buldular.

Siyasal tarihe Marx’ın getirdiği “Bonapartizm” kavramını, bir çok siyaset yorumcusu, onun içeriğini doldurduğu biçimiyle değilde, özellikle, zaman ve kapitalizmin gelişme biçiminin yanı sıra sınıflararası mücadele göz ardı edilerek, hiç bir şey değişmemiş gibi kullanılmayı sürdürdüler.

Marx’ın bu kavramı kullandığında Fransa’da ki sınıf savaşımları ve egemen sınıflar arasındaki durum, günümüzden oldukça farklıydı. Her şeyden önce kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm ortaya çıkmamıştı. Avrupa’da, 1830’lardan başlayarak, işçi ve emekçilerin burjuvaziye karşı mücadelesinin ivmesinin yanı sıra ulusal devrimci-demokrat hareketlerin gelişmesinde yükselme olmuştu. Ve burjuvazi hala, feodal düzenin savunucularına karşı egemenlik savaşı veriyordu. Bütün bu nedenlerden dolayı burjuvazi, iktidarını kontrol altına alamıyor, düzeni sağlıyamıyordu. Özellikle işçi sınıfının sınıf mücadelesinin gelişmesi, siyasal olarak, burjuvazinin düzeni kontrol edememesinin nedenlerinin başında yer alıyordu.

İşte böylesi bir ortamda ve çağda, Bonapartizm denen, asker-bürokrasi iktidarı ortaya çıkmıştı. Asker, sivil bürokrasi, burjuvazi adına iktidara el koyarak, işçi sınıfı ve halk hareketlerini bastırmaya çalışmıştı. Burjuvazi, gönüllü olarak iktidarı Bonaparta (Louis Napoleon –III. Napolyon-) teslim etmişti.

Erdoğan’ın yönettiği Türkiye, 1830-50‘lerin Fransa’sı olmadığı gibi, Erdoğan’da salt asker-sivil bürokrasiye dayanmıyor, tersine egemen sınıfların büyük bir bölümünün desteği ile ayakta durmaktadır ve direkt onların siyasal temsilcisidir. GEZİ isyanından hareketle, burjuvazinin iktidarı kontrolü altına alamadığını söylemek abartılı ve subjektif bir belirleme olur. Oysa, o sürecin Fransa’sında çok GEZİ’ler yaşanmıştı ve en son 1871 Paris Komünü ile noktalanmıştı.

Türk egemen sınıfları arasında çelişme olmasına karşın, sıkça tekrarlanan TÜSİAD Erdoğan yönetimine karşı değildir. Erdoğan onlar için vardır ve bunu açıkça dile getirmiştir.

Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğü ve devlet kurumlarının ve toplumun islamlaştırılması, büyük burjuvazinin istemleri dışında gelişen olaylar değildir. Türk egemen sınıfları, sermayenin büyümesi ve çıkarları için, Erdoğan yönetimine destek vermişlerdir. Özellikle ordu kanadı 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası başlatılan Kürt kıyımı sonrası bütünüyle Erdoğan’ın yanında yer almıştır.

TSK’nın “Balyoz” vb. gibi davalarla başlatılan ve tutuklanan generalleri, salt Erdoğan’ın bireysel çabası ve gücü nedeniyle değil, ABD, AB ve Türk egemen sınıfların isteği ve desteği sonucu olmuştur. Gelinen aşamada ise, TSK denen egemen sınıfların odusunun Erdoğan’ın politikalarına herhangi bir itirazları olmadığı gibi, Erdoğan’ın yanında yer almaktadır.

Burjuva ordusunun burjuvazinin yanında yer alması gerçeği bir kenara itilir ve ona “ilericilik” atfedilirse, elbette büyük bir yanılgıya düşülür.

“Askeri vesayet” döneminde, devlet iktidarının ordunun elinde olduğunu sanan liberaller, söz konusu vesayete son vermek için “demokrat” Erdoğan’ın büyük bir çoşkuyla desteklediler. Oysa Erdoğan’ın da arkasında burjuvazinin küçümsenmeyecek bir kesimi vardı. Eğer askeri vesayete son verildiyse, bunu Erdoğan değil, ABD ve AB destekli Türk egemen sınıfları yaptı. Erdoğan salt görüntüde kaldı. Aynı Hitler vb.lerini rejiminde olduğu gibi.

Görünen haliyle, Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğü, Türk egemen sınıfların diktatörlüğüdür. Yani, burjuva diktatörlüğüdür. Bazılarının ileri sürdüğü gibi, “orta ve bir alt sınıfa” dayanan bir diktatörlük değildir. Bildiğimiz, işçi ve emekçilerin karşısında yer alan burjuva diktatörlüğüdür.

“Tek adam diktatörlüğü” görünen yandır ve biçimseldir. Mussolini, Hitler vb.leri toplumun karşısına birer “Duçe”, “Führer” olarak çıkarılmışsa, Erdoğan’da halkın karşısına “Reis” olarak çıkarılmış, ama o, burjuvazinin desteği olmadan bir gün dahi iktadarda kalamayacak eli kanlı zorbadır. Faşizm, burjuvazinin işçi sınıfı ve emekçilere karşı açık terörist bir iktidar biçimidir. Bugün bu faşizm, Kürtler karşı bir soykırıma dönüşmüştür.

Sömürücü egemenlerin, bakmayın “demokrasi” “adalet”, “huku” sözlerine, işçilerin azgınca sömürülmesine, ezilmesine, aydınların susturulmasına, Kürtlerin katledilmesine söyleyecekleri bir sözleri yoktur. Bütün korkuları kapıya dayanan bir Kürt devletinin kurulması olasılığıdır. Onlar, kurtuluşlarını, toplumu iliğine kadar çürütmekte ve alıklaştırma da, dinciliği toplumun tüm hücrelerine şırınga ederek, burjuva diktatörlüğün bekasını sağlamakta gördüklerinden, “başkanlık sistemi” adını verdikleri ve toplumu islamlaştıran ve bunu herhangi bir hukusal yere oturtamadıkları, ama açık bir faşist diktatörlük sistemi olan bir “hukuk” sistemini yürülüğe soktular. Bu olanlar, sermayenin çıkarları doğrultusunda devleti ve toplumu yeniden dizayn etme projesinin parçalarıdır.

Bundan böyle Erdoğan her seçimi kazanamaya devam edecktir. (Bunu çok önceleri yazmıştım) 16 Nisan Referandumu’nu kazandığı (!) gibi. Çünkü, güçlü bir demokratik kitle hareketi yoktur. Muhaleftteki burjuva partisi CHP ise, egemen sınıfların bir

kanadının partisidir ve onunda ciddi bir muhalefeti olmadığı gibi, Erdoğan’ın “tek adam diktatörlüğünü” onaylamış ve destek vermiştir. Bujuva devletinin bekası için, bütün burjuva kanatlar konsensüs sağlamışlardır. Buna rağmen, egemen sınıflar arasındaki çelişme her zaman vardır ve sömürüden daha fazla pay almak için var olmaya devam edecektir.

Bonapartizm mi Faşizm mi?

Türk egemen sınıfların devleti, bir burjuva diktatörlüğü ve devlet üzerinde burjuvazinin egemenliğinin tartışma götürmeyecek kadar açık ve net olduğuna göre, serbest rekabetçi döneme özgü bir iktidar biçimini, emperyalizm ve proleter devrimler çağında, burjuvazinin faşist iktidar biçiminin yerine koymak, sapla samanı karşıtırmaktan öte, Türk egemen sınıfların Erdoğan yönetiminin arkasında olmadığını söylemek ve ona özel bir “kahramanlık” addetmektir.

Genelde de böyle olur. Bir çok liberal yazar ve siyaset yorumcusu, bazı burjuva siyaset temsilcilerine sınıflarüstü özel yetenekler yüklemeye çalışırlar. Duçe, Führer ve Reis böyle doğmuştur. Onlar, “sınıflar üstü birer kahramanlar”dır. Burjuvaziye rağmen bunlar iktidara gelmiş ve iktidarlarını sürdürmüşlerdir. Erdoğan’a “bonapartist” yakıştırmasında bulunanların demek istedikleri tam da bu.Marx, Viktor Hugo ve Proudhon’un Bonapart ile ilgili yorumlarını ele alırken, Hugo’nun yorumlarını şöyle değerlendirir:

“Olayı, ancak, bir bireyin zora başvurması olarak görüyor. Böyle yapmakla, onu küçültüceği yerde, ona tarihte eşi görülmemiş kişisel bir girişkenlik gücü yükleyerek, büyüttüğünü farketmiyor.”1

Toplumlar tarihinde siyasal olayları birbirine her ne kadar benzetmeler olsada, birebir benzetmek doğru olmayacağı gibi, her iktidar biçimini de bir başkasıyla özdeşleştirmek aynı siyasal hataları içinde barındırır.

Erdoğan iktidarı ile Bonapart iktidarını benzetmek aynı siyasal hataları ve eksiklikleri barındırmaktadır. Erdoğan, başta ABD ve AB emperyalist burjuvazisi başta olmak üzere Türk egemen sınıfların açık desteğini alarak iktidar olmuştur. Bu temel siyasal gerçek gözardı edilerek, toplumsal tarihin bir başka diktatörü ile benzetme yolunu seçmek, günümüz toplum ve sınıf gerçkelerini inkar etmek ya da çarpıtma yolu seçilmiş olur.

“Plebist Bonapartizm” vb. gibi kavramlar, Erdoğan’ı Bonapartizm siyasal kavramı içine sokmaya yetmiyor. Hitler’de “plebist” idi. Ortadoğu ve daha bir çok ülkedeki diktatörlerde sık sık seçimler yapıyarlardı ve her seçimi kazanıyorlardı. III. Napolyon’un 1852 yılında plebist (referandum) yapması, ayrıları aynılaştırmaya yetmiyor

Erdoğan’ı başta Türk liberal aydınlarının desteklediği gibi, Mussolini’yi de İtalyan liberalleri desteklemiş ve kitlelere, “bizi kurtaracak adam” diye tanıtmışlardı. Tarih burada bir benzerlik gösteriyor. Bu da, faşizmin tarihi içindeki bir benzerliktir. Benzerlik aranacaksa, 19. Yüzyıl ortasındaki Bonapart ile değil, emperyalizm ve proleter devrimler çağında ortaya çıkan burjuvazinin faşist liderleri arasında aranmalıdır.

Burjuva liberal aydınların aynı hataların içinde yer almaları, onların sınıfsal yapısından ve savundukları dünya görüşünden kaynaklanmaktadır. Çünkü onlar, proletarya ya değil, burjuvaziye güvenirler ve proleter dünya görüşüne karşı burjuva dünya görüşünü savunurlar. Bu sınıfsal duruş, onları, faşizmin stepnesi durumuna düşmelerini genellikle kaçınılmaz kılar.

Türk egemen sınıfların ve Erdoğan, Bonpartizm ile faşizm kavramlarını aynılaştırmak ya da bonapartizmi faşizm yerine kullanmak isteyenler yeni değil. İtalya’da Mussolini ortaya çıktığında da, onu Bonapartist olarak niteleyenler vardı. Yine Hitler faşizmini de Bonapartist olarak değerlendirenler az değildi. Bunlar 3. Enternasyonal’in faşizm konulu bir çok oturmunda tartışılmış ve dile getirilmiştir.

Komintern bu tür anlayışları haklı olarak red ve mahkum etmiştir. Komintern’e üye partiler içinde, Mussolini ve Hitler faşizmini “Bonapartist” olarak değerlendirenlere karşı, faşizm teroisi daha da geliştirilmiş ve faşizmin yumuşatılması anlayışlarına karşı mücadele edilmiştir.

Ayrıca Marx, Bonapartist iktidarı, burjuvazinin kalıcı bir iktidar biçimi olarak nitelemesi, burjuva devletin, işçi ve emekçilere karşı baskıcı niteliğinin kalıcılığını vurgulamak için söylenmiştir.

Günümüzde, faşizm yerine Bonapartizmin kullanılması ya da Erdoğan başkanlığındaki AKP iktidarını “Bonapartist” olarak değerlendirilmesi, Erdoğan iktidarının “orta ve küçük burjuva” sınıflardan oluştuğundan hareket edilmektedir. Bu anlayış sahipleri, Erdoğan-AKP faşist yönetimini Türk egemen sınıfların faşist iktidarı olarak görmemektir. Daha açık bir söylemle TÜSİAD, MÜSİAD vb. dernekler içinde anılan burjuvaların iktidarda olmadığını söylenmek isteniyor.

Bu anlayışlar, revizyonist Otto Bauer, August Thalheimer ve Troçki vb.lerinin anlayışlarında yer almaktadır. 1920’lerden itibaren hızlanan faşizm tartışmları sürecinde, faşizmi salt “küçük burjuvazinin iktidarı” olarak göstermek isteyenlere karşı, Komüntern önderliğindeki komünistler, faşizmin burjuvazinin en gerici kanadının iktidarı olarak saptamıştır. Faşizmi destekleyen küçük burjuva kitleler olmasına karşın, faşist iktidarın bu sınıfın iktidarı olduğunu söylemek, tekelci burjuvaziyi temize çıkarmak ve burjuva kapitalist devlet biçimini çarpıtmaktır.

Bugün Erdoğan’ının peşinde giden büyük bir yoksullar kitlesi vardır. Ancak, Erdoğan başkanlığındaki faşist iktidarın küçük burjuva ya da orta burjuva iktidarı olduğunu söylemek, büyük bir aldatmaca ve devlete egemen olan büyük burjuvaziyi aklamak olur. Burjuva liberalizmin ideolojik etkisi altında kalan küçük burjuva aydınlar, faşizmi, ya “küçük burjuvazinin diktatörlüğü” ya da “Bonapartizm” olarak adlandırmışlardır. Faşizmi, burjuva diktatörlüğünün bir iktidar biçimi olduğunu söylemekten özellikle kaçınmışlardır. Bu da, faşizme karşı mücadeleyi zayıflatıcı bir etken oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, Bonapartizm, hala burjuvazi ile feodal aristokrasi arasında savaşın sürdüğü bir süreçte ortaya çıkmışken, faşizm emperyalizmin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Yani, burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf savaşımın keskinleştiği bir süreçte burjuvazinin açık terörist iktidar biçimi olarak ortaya çıkmıştır

41081

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bizi bu kurşunlar değil sizin sessizliğiniz öldürürecek

Ey önce insanım diyenler ,faşizme,haksızlığa karşı olduğunu söyleyenler, ey aydınlar,entellektüeller,kendine ilerici, devrimci, demokrat diyenler,ey geçmişte bedel ödeyen , zülmün en acısını yaşayan canlarım , kardeşlerim, arkadaşlarım, dostlarım , yoldaşlarım duyuyormusunuz bu çığlığı ,feryadı ve bizlerden ne istediklerini!!!  Kürt ulusu en demokratik hakkı için her şeyini feda etmekte,(“bir tasmalı köpek gibi kul köle yaşamaktansa,özgürlüğüne aşık, kurt olmayı tercih ederek ,kışa karda girmeyi aç kalıp , gerekirse ölmeyi göze alarak bedel ödeyen,kurt,”)hikayesini çoğumuz biliriz.

Kürtlerin İslam’la Eşekleştirilmesi! - Kadir Amaç

Bu çalışmayı Şengal’ın kurtuluşuna adıyorum. Postmodern pradigma beş bin yıllık insanlık tarihine ait tüm antikiteleri bir buldozer gibi ezip geçiyor. Özellikle son elli yıl içinde postmodern pradigma dijital bir dünya yaratma uğruna, insan gezegeni ve diğer gezegenler üzerinde zihinsel denemeler gerçekleştirerek, ontoloji ve kozmolioji yasaları üzerinde çok ciddi hasarlar meydana getirmiştir.

Mirabal kardeşler üç kelebektiler

ONBİNLERCE KELEBEKTE ÖLÜMSÜZLEŞTİLER…

En güzel şiirler, en güzel şarkılar, en güzel romanlar; sevgi sözcükleri olmadan yazılmaz.

İster savaşa ait olsun bunlar, isterse en karanlık çağlara; içerisinde mutlaka, kadın-erkek cinsleri arasındaki sevgi yerini alır.

Cinsler arasındaki sevgi; doğanın, onun bir parçası olan insanlığın tüketilmesi imkansız yaşam kaynağıdır.

Ve bu yüzden cinsler arasındaki iktidarı, 21.yüzyılda dahi koruma ısrarı; bütün iktidarların omurgasının sağlam kalmasının garantisidir.

Rojavada olmak...

Devrimin haleflerinde olması gereken temel devrimci kriterlerin en başında TUTARLILIK ilkesi gelirken ikinci temel ilkesi ise bütün kalbimizle halka hizmet etme duygusu gelmektedir. Sağlam bir dünya görüşü, halka hizmet etmeyi temel bir görev olarak kabul eder. İşçilere, yoksul köylülere, çalışarak yaşamını sürdüren tüm emekçilere-kadınlara-Kürt halkına-çeşitli milliyetlerden ezilen halklara-farklı inanç ve cinslere karşı devrimci sorumluluk ve derin bir duyarlılık taşıyarak gerçek anlamda devrimci niteliklere sahip olunur.

Ciddiyet!!!

Devrimimizin her alandaki görevleri, amaçladığımız hedefe uygun olarak layıkıyla yerine getirildiği oranda başarı ve ilerleme kaydedilir. Ertelenen-“unutulan”-geçiştirilen-ihmal edilen, üzerinde yeterince ciddiyetle durulmadan baştan savma yapılan her görev, demokratik halk devrimine giden yolu uzatır. Varılması gereken hedefi uzaklaştırır. Unutmamak gerekir ki başarı ve kazanım sadece sağlam bir ideolojiye sahip olunarak elde edilemez. Bunun kadar önemli olan bir diğer yan, faaliyetçilerin devrimci nitelikleri ve sahip oldukları düzeydir. Pratiğe müdahale güçleridir.

G-20 ler Ezilen Halkların Kaderini Belirliyor! “Alın Size Barış”!

Defalarca yazdık,anlatmaya çalıştık ve dedimki; siyaset yapanlar,demokrasi isteyenler,"büyük politik tahliller'de bulunanlar, emperyalizmle ,faşizmle , faşist diktatörlüklerle barış olmaz. Çünkü, bütün savaşları başlatan-çıkaran onlar. Sömürüyü, ve insanların bütün eşitsiziliğini yaratan ve bu sistemlerini devam ettirmek silah üretenler yakıp yıkıp dünyamızı çöl haline getiren , yaşanmaz kılan yine glabol emperyalist devletlerdir. Onlar var oldukca emperyalist savaşlarda var olacaktır.

Proletaryanın İktidar Mücadelesinde Strateji ve Taktiğin Kavranması:Özgür Gelecek

Kapitalist üretim basit meta üretiminden doğmuştur ve uzun bir tarihsel dönemi kapsar. Kapitalizmi olanaklı kılan üretim araçlarının özel mülkiyeti ve toplumda ücretli emeğin egemen olmasıdır. Kapitalizm sömürü üzerine kuruludur. Temel ekonomik yasası işçinin ödenmemiş emeği üzerinden elde edilen artı-değer yasasıdır. Toprağı, üretim alet ve araçlarını ellerinde bulunduran bir avuç sömürücü sınıfı halk yığınlarını açlığa mahkûm etmektedir. Daha fazla kâra odaklı olması daha fazla sömürü dolayısıyla ezilen halkta daha fazla yoksulluk açlık ve acı olarak yansıma bulur.

Emperyalistler tepişirken kitleler katlediliyor

“Kapitalizm kendi süretinde bir dünya yaratır.” Marx’ın bu sözü söylemesinin üzerinden yaklaşık 170 yıl geçti. 

Kapitalizm ekonomisiyle, siyaseti ve kültürüyle, yaşam biçimiyle, ideolojisiyle ve en önemlisi, bunların toplamı olan yıkıcılığıyla, doğayı ve onun bir parçası olanı insanı tahribatıyla,  artık insana ve doğaya ölüm sunmaktan başka yapacağı bir şey kalmamıştır. Kapitalizm çürümüştür. Burjuvazinin çürümüş kokusu bütün dünyayı hızlı bir şekilde sarmaya başlamıştır.

SOYKIRIMIN ANITI VE AĞITI: Gomidas/ Komitas/ Soghomon Soghomonian

“Mea mihi conscientia pluris est quam omnium sermo.”[1]

Yıllar boyunca, ne geçen zamanın ne de Anadolu toprağının örtebildiği katliam izleriyle dolu yollarda yürür ve kendi ölümünü beklerken, “Eğer kurtulursam gördüklerimi yazacağım. Halkımın yaşadıklarını herkes bilsin” diye düşünüyordu Rahip Krikor Balakyan. “Hatta tüm bunları gelecek kuşaklara aktarmak için yaşamalıyım. Hayatta kalmak için elimden her ne geliyorsa yapmalıyım.”

Faşist devlet terörüyle kazanılan bir “seçim” ! / Engin Gören

TC devleti ve AKP hükümeti, yine bütün eşitsizliklere rağmen 7 Haziran da genel seçime gitti ve tek başına hükümeti kuracak “miletvekili” sayısını yakalayamayınca kudurdu. Ağızlarında salyalar akıtarak tehditler savurdular. Hemen kısa sürede seçimi yenileyeceklerini söylediler ve bir süre oyalamadan sonra hükümet olarak 1 Kasımda yeniden seçime gideceklerini ilan ettiler.

Mustafa Kemal Erdoğan /Tamer Çilingir

Tayyip Erdoğan ‘‘Rabia‘‘ işaret yaparak sayıyor; ‘‘tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet‘‘…

Oysa…

Yüzyıldır tutmadı bu maya… Kan ve gözyaşlarıyla sulanan bu topraklarda 91 yıl önce inşa ettikleri devlet de, bayrak da, vatan da bizim değil… O tek millet dediği şey de, ne Kürtleri ne de diğer ulusları temsil ediyor.

Talat Paşa’dan Enver Paşa’dan devraldığı soykırımı bayrağını ölene kadar dalgalandıran, Hitler’e ‘örnek’ olabilecek derecede suçlu olan Mustafa Kemal’in izinden yürüyor Recep Tayyip Erdoğan.

Sayfalar