Hatun Tuğluk Ezilen Halkların Vicdanına Yer Etmiştir, Unutulmayacaktır! – İmera Fera Yeşilgöz
İnsanlık değerlerinin günbegün yok edilmeye çalışılması yeni değildir. Evvelden beridir, AKP iktidarı , iktidarını kendinden olmayanın yok edilmesi üzerine kurmuştur. İşçi sınıfının ve halkların sürekli ve yeniden sömürülmesi ile güç elde etmiş ve bu gücü gerçekleştirdiği katliamlarla, toplum içerisinde kutuplaşma ve beraberinde ayrıştırma yaratarak elinde tutmayı hedeflemiştir.
Faşizm, beslendiği temelin gereği olarak kendisini zorla devam ettirmek durumundadır. AKP-IŞİD faşizmi bu gerekleri en açık haliyle ortaya koymaktadır. Çünkü açık bir diktatörlük biçimidir de aynı zamanda. Bu gerekleri gerçekleştirecek taraftarları kendisine yaratmak devamlılığının dayanağıdır. Ülke içerisinde çok fazla geriye gitmeden yaşananlara baktığımızda kendilerini bir yanlış düzelticisi olarak görüp müdahale edenlerin hepsi AKP-IŞİD faşizminin bir ürünü olarak varlardır.
Şort giyen kadınlara fiziksel şiddet uygulanması , başfaşist Erdoğan’ın cinsiyetçi söylemleri, esasında kendi tabanına verdiği talimattır. Son olarak yine başfaşist Erdoğan’ın her gün Kürt halkına yönelttiği nefreti tabanında karşılık buldu ve HDP Mv. Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine faşistler tarafından saldırı gerçekleşti. Gerçekleşen saldırı sonucunda cenaze, Dersim’de gömülmek üzere gömüldüğü yerden çıkarıldı.
Bu durum bile-isteye sistemli bir şekilde gerçekleştirilen bir eylemdir. Gerçekleştirilen bu eylem, AKP-IŞİD faşizmine karşı savaşan ve bu uğurda ölümsüzleşen Türkiyeli devrimcilerin soluksuz bedenlerini aylarca sınırda bekleten zihniyetin ürünüdür. Aziz Güler yoldaşımızın bedeni 59 gün, Eylem Ataş yoldaşımızın bedeni 101 gün sınırda bekletildikten sonra doğup büyüdüğü topraklara uğurlandılar. Muzaffer Kandemir yoldaşımızın bedeninin bekletilmesi 140 günü aşmış ve ardından yoldaşımız Rojava topraklarında defnedilmiştir. Bedrettin Akdeniz, Aziz Güler yoldaşlarımızın mezarlarına tıpkı HDP Mv. Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine gerçekleştirilen saldırı gibi faşist gruplar tarafından saldırı gerçekleştirilmiştir. Bakur Kürdistan’da gerçekleşen özyönetim direnişlerinde devlet güçlerinin açtığı ateşle katledilen Taybet Ana’nın cenazesini almak isteyenlerin üstlerine devlet güçleri ateş açarak engel olmuş ve cenaze 7 gün boyunca sokakta bekletilmişti. Ekin Wan önce devlet güçleri tarafından işkenceyle katledilmiş, sonrasında cenazesi çıplak bir biçimde sokak ortasına atılmıştı. Hacı Lokman Birlik’te devlet güçleri tarafından katledildi ve bedeni akrep aracının arkasına bir iple bağlanarak metrelerce sürüklenmişti. Bir anne, sokağa çıkma yasağı olduğu için evladını defnedememiş, çocuğunun cenazesini günlerce buzdolabında saklamak durumunda kalmıştı.
Başfaşist Erdoğan bu saldırı -özelinde cenazelere yönelik- biçimini, devrimcileri ideolojik ve iradi olarak teslim alamadığı için kullanmaktadır. Ve sürekli olarak bu saldırı biçimi üzerinden örgütlenerek zeminini dinamik tutmaya çalışmaktadır. Olaylara müdahale etmek, bu saldırıların karşısında durmak insani yönlerini kaybetmeyen herkes için görevdir. Olaylara tepkisiz kalmak insanın kendi ve toplumsal değerlere yabancılaşmasıdır. Bunun sonucu insanlıktan uzaklaşmaktır. Devlet tarafından yaratılmak istenen tam manasıyla budur; birer mahluk yaratmak. Biz buna teslim olmayacağız.
Faşizme karşı direniş talimatı içimizdeki Özgürlük Gücüdür!
Şort giyen kadınlara saldıran, cenazelerimize saldıran faşistler özgürlük gücünü hisseden herkesin hedefi olmalıdır. Faşist güruhun insanlık değerlerine gerçekleştirdiği bu saldırıları kabul etmeyen herkes için gerekli talimat içimizde bulunan ÖZGÜRLÜK GÜCÜDÜR.
Erdoğan iktidarı ile mücadele faşizm ile mücadeledir. Faşizm ile mücadele halkların, işçi sınıfının, gençlerin örgütlülük zemininde cepheleşmesi ile mümkündür. Herkes faşizme karşı direniş cephesinde yer almalıdır. Özgür yaşamdan başka yaşam yolu yoktur. Özgür yaşamın örgütleyicileri olan ÖZGÜRLÜK GÜÇLERİ ezilen halklardır, işçi sınıfıdır, kadınlardır, gençlerdir, Alevilerdir. Mutlak zaferimizin kesinliğine olan inancımızla alanlarımızı savunalım, Özgürlük güçlerini örgütleyelim. AKP-IŞİD faşizmini ezelim!
İmera Fera Yeşilgöz 15.09.2017
Son Haberler
Sayfalar
Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)
Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!
Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!
Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!
Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?
On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?
“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)
Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.
Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine
- Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.
‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.
Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür
Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.
KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.
Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de halka karşı işlenmiş ağır suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?
Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek istemiyorum.
Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?
Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair
MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye.
Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.
Avrupa da İbrahim olmak!
18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.
50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını irdelemek bu yazının amacı.
“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi
Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.
MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]
“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve
aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.
O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.
Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,
insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,
saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…