Salı Nisan 30, 2024

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

Emperyalist burjuvazi, Irka’a; “demokrasi getirmek ve insan haklarını tesis etmek” için, girer, bombalar, bir milyondan fazla insanı öldürür, ktileler içinde alt kimlikleri kaşıyrak birbirine düşman haline getirir ve savaş artık kitlelerin birbirine karşı savaşına dönüşür ve burjuvazi buraya “demokrasi” getirdiğinden , “insan hakları normlarını yerleştirdiğinden” utanmadan, gözümüzün içine baka baka, söz eder.

 

Suriye’de, “diktatörlüğü yıkmak”, “demokrasi ve insan haklarını tesis etmek için”, taş taş üstünde bırakılmaz, binlerce katili Suriye içine sürerler, yüzbinlerce insan katledilir. Ne kültür ne de yüz yılların insanlık mirası kalır, “din” adına savaşları kışkırtır ve herkes birbirini boğazlayacak duruma ve insanı insan olduğuna utandırır hale getirilir. Emperyalist burjuvazi, yine, “hukuçu”, “adaletçi” ve “demokrasici” kesilir.

 

Türkiye’de son günlerde yine “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı” sıkça konuşulur oldu. AKP, kendi çıkarları doğrultusunda 2010 yılında referanduma sokarak değiştirdiği yasaları yeniden, yani, kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde değiştirmeye çalışıyor ve değiştirecek de.

 

Bütün burjuva muhalif kesim, basbas bağırmaya başladı; “kuvvetler ayrılığıyla oynayamazsınız!”, “yargı bağımsızlığı kutsaldır!”, “halkın yargıya güvenini sarsmayın!”, “hukukun üstünlüğü korunsun!” vb. vb. demeçleri üst üste yığılıyor.

Ve bunların hepsi, bu ülkede eskiden beri yaşananlar yok sayılarak,  gözlerimizin içine bakılarak yapılıyor. Her şey ayan beyan ortada. İstedikleri gibi “hukuk” yapıyorlar, istedikleri gibi “adalet” dağıtıyorlar, istedikleri gibi, “hukuk üstünlüğü” anlayışları ortaya çıkarıyorlar ve buna rağmen kalkıp “bağımsız yargı”, “kuvvetler ayrımı” demeleri mide bulandırıyor.

 

T.C. devleti, tarihi boyunca, çok sevdiklerini söyledikleri, “batı tipi” bir burjuva hukukuna dahi sahip olamadı. Kimi kanunları alıp “yasa” diye kağıt üstüne geçirseler de, pratikte onu uygulamadılar. Hukuk ve adalet, burjuvazinin çıkarlarına göre işledi ve işletildi. Bir burjuva diktatörlüğünde başka türlü olması da beklenemezdi. 

 

Liberal kalemşörlerimiz, her ne kadar “batı tipini” savunsalarda, onların “Batı”sının da; Afganistan’da, Irak, Suriye, Filistin, Afrika ve daha bir çok ülkede, nasıl bir “demokrasi” ve “hukuk” sistemi uyguladıklarını, her gün binlerce insanın katledilmesi ve ölmesiyle görüyor ve yaşıyoruz. Onların “Batı hukuku ve demokrasisi”, İtalyan kıyılarında Akdenize diri diri gömülen binlerce Afrikalı, Asyalı yoksul göçmenin cesetleriyle kanlanmıştır. Onların Batı demokrasisi; Bangaldeş, Hindistan, Kamboçya, Tayland, Pakistan, Endonezya, Filipin, Afrika kıtasında yer alan ülkelerin hepsinde ve daha yüzlerce yoksul bıraktıkları ülkelerin yoksul binlece emekçilerin alın teriyle kanlanmış durmdadır.

 

AKP, 12 Eylül 2010 değiştirdiği ve istediği gibi biçimlendirdiği HSYK, 17 Aralık yolsuzluk olayından sonra, baktı ki “açık” var, hemen değiştirmeye yöneldi. Bundan önce, kendi yasa ve kanunlarını da çiğneyerek AKP’nin emri dışına çıkan tüm bürokrat ve polis yetkililerini değiştirdi. Oysa, düne kadar bunlar “kahramanlık destanı” yazan AKP elemanlarıydı.

 

Burjuvaziye, “hukuk” yetmez. Burjuvazi için hukuk; sermayenin büyümesini ve egemenlik alanlarının genişletilmesine hizmet etmek zorundadır. Özellikle emperyalizme bağımlı kapitalist ülkelerde böylesine değişimlerin yaşanması sık sık görülür. Gelişmiş kapitalist ülke burjuvazisi, olağan koşullarında, açıktan, bu tür “hukusuzluklara” müsade etmez. Siyasal temsilci ve bürokratlarının “hatalarına” göz yummaz, anında görevden alır. Daha çok istifa ettirir. Böylece, burjuva hukuku, kitlelere, “eşit adalet”li gösterilir. Örneğin,  Almanya’da bir cumhurbaşkanı, “Afganistan’da çıkarlarımız için varız” dediği için, “sen bunu nasıl söylersin, biz orada Afgan halkına yardım için varız” gerekçesiyle, yani, adam doğruyu söylediği için, anında istifa ettirildi. Bir Afganistan olayı, Almanya’da, dört yıl içinde, iki cumhurbaşkanı, iki savunma bakanı, bir genelkurmay başkanı ve bir çok danışmanın başını yedi. Batı, burjuvazisi, kendi “demokrasisi”ni aynen böyle koruyor. Kitlelerin burjuva hukukuna ve adaletine güvenleri sarsılmasın diye.

 

Türk burjuvazisi, emperyalizmin elinde büyüdüğü için, "yerine" yerleşemedi, ne hukuk sistemi yerleşti, ne de burjuva demokrasisini yerleştirebildi. Bunların kıyısından köşesinden geçti, ama bunu içselleştiremedi. Ve Türk kapitalizminin başından beri ağır aksak gelişmesi, burjuvazisinin de gelişmesini buna göre koşullandırdı. Bu nedenle de paylaşılmayan çok alan var, yeni yeni palazlanan yeni egemen güçler var. Bunlar arasındaki mücadele de hep sert ve yer yer kanlı olmuştur. Bu, hemen hemen bütün yarı-sömürgelerde böyledir. Bu gelişmeler, bu tür ülkelerin emperyalizme bağımlı oluşundan ve onun çıkarlarına göre siyaset belirlemesinden ayrı ele alınamaz.

 

AKP (ve Cemaat) hükümeti de, iktidara geldiğinde, arakasındaki yeni kapitalistleri güçlendirdi. Onların palazlanması, doğal olarak daha önce palazlananlarla, aralarında, bir sömürü ve egemenlik savaşı başlattı. Çünkü yeni gelenler eskilerin yerlerine gözlerini diktiler. Başka türlü de olamazdı. Şu anda, AKP’nin sallanması, “gitti-gidecek” olması, egemen sınıflar arasındaki savaşın siyasal görüntüsünden başka bir şey değildir. AKP ve arkasındaki sermaye, iktidarı kaybetmemek için her yolu deneyeceği gibi, yeni ittifaklara ve uzlaşmalara gidebilecektir.

 

Böyle bir devletin “hukuku” da buna göre oluşmaktadır. Genelde, burjuva hukukun sınırlarını belirleyen egemen güçler arasındaki çatışma oluyor. Askeri darbeler, askeri müdahaleler, hükümetleri düşürmeler, emperyalist burjuvazinin yanında, içerdeki egemen güçler arasındaki çıkar dalaşları, “demokrasi”nin içeriğini, “hukuk” ve “adalet” sistemini de belirliyor. Bu nedenle de, “bağımsız yargı”, “hukukun üstünlüğü”, “bağımsız mahkemeler” diye bir durum söz konusu değildir. Halkımız bunu yakından bilir. En küçük bir adli olayda dahi rüşvetsiz işlem yapılmaz. Ya hakim, ya savcı ya da mubaşire para verilir. Ya da bunları tanıyan “nüfuzlu” biri, yine para karşılığı araya sokulur. Cinayet olayalarından tutunda tüm diğer adli olaylara kadar, bu işin muhatabı olanlar, rüşvetle adam ararlar. “Adamını” bulan, suçlu da olsa, ceza almadan ya da az ceza ile “temiz” hale gelir, getirilir. Burjuvazinin ise basına yansımayan, yansıtılmayan, kendi yasalarına ters, o kadar “hukuksuzluğu” vardır ki, bunların adı bile geçmez. 

 

TC devletinin “adaleti” parayla ölçülür. Hukuk sistemi ise, öncelikle burjuva devletini ve onun çıkarlarını, yani, sermayenin çıkarlarını korur, ondan sonra ise halkın devletle ya da kendi aralarındaki “uyuşmazlıkları” konusuna bakar. Bunları da yine, sermayenin çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde yapar. Ama, burjuva adaleti, her zaman mülkün, daha doğrusu üretim araçlarını (esas mülk budur, çünkü bu kitlelerin elinden, yasa vb. zorla, şiddetle çekilip alınmıştır) elinde bulunduran sınıfın çıkarlarını, kitlelerden korumaya yönelik düzenlenmiştir.

 

Gelinen son süreçte ise, “hukukun üstünlüğü”, egemen sınıflar arası keskin dalaşmanın sonucu iyice deşifre oldu. Burjuva “adaleti” ise, Roboski’de, çoktan ölmüştü. Kürdistan’da zaten, hiç bir zaman burjuvazinin yazılı “adaleti” ve de “hukuku” işlemedi. Faşist devletin zorbalığı işledi ve hep o devredeydi. 

 

Türk hukuk sistemi; bir diktatörün kırık ayanasına bakıp, egemenlik alanlarının parçalandığını görmesinin hırçınlamasına bağlı olarak, yeniden ve yeniden düzenleniyorsa, bugüne kadar olanın da bundan pek farklı olmadığının yanında, ve bu hukukun ne denli “hafif” olduğunun da göstergesidir. Bu aynı zamanda, onların, demokrasisinin de içeriğini oluşturur.

 

Kitle mücadeleleri de burjuva hukukun demokratik haklar yönünde sınırlarının genişlemesini sağlar. Ancak, burjuva devleti var olduğu sürece, burjuvazinin sermayenin çıkarları doğrultusundaki temel yasal düzenlemelerini değiştiremez. Bu bir devrim sorunu olarak kalır. Elbete, bu gerçeklik,  kitlelerin, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelesini reddetmez, tersine, bu uğurda mücadelenin büyütülmesini, genişletilmesini ve sürekli güncelleştirilmesini zorunlu kılar.

 

Türkiye’de “hukuk” ve “adalet” sistemi, sermayenin çıkarlarıyla örtüşüyorsa “huku”tur, “adalet”tir. Gerisi, ise “hukusuzluk” olur. Aynen bugün olduğu gibi. Onlar,  halka karşı işledikleri suçları “hukuksuzluk” saymazlar. Haziran Ayaklanması (GEZİ) sırasında yapılan baskılar, tutuklamalar, öldürme ve yaralamalar “hukuksuzluk” sayılmaz. İnsanların yargılanmadan yıllarca cezaevlerinde tutulması, işkencelerin yapılması, devrimci tutsaklara yönelik katliamlar “hukusuzluk” sayılmaz. İşçlerin haklarının gasp edilmesi, iş kazaları adı altında işlenen cinayetler, sermayenin daha da palazlanması için, kentsel dönüşüm adı altında rant alanların açılması, doğanın açıktan katledilmesi, ekolojik dengelerin bozulması vs. vs. “hukusuzluk” sayılmaz. Kısacası burjuvazi için, sermayenin cinayeti “hukuk”tur, “adalet”tir, sömürülenlerin hak araması, baskı ve sömürüye karşı çıkmaları ise “hukuksuzluk”tur, “terör”dür. Bu, farklı sınıfların farklı hukuk sistemlerinin pratik halidir.

 

Türk devletinin hukuku,  halkı baskı ve sömürü altında tutan bir hukuk sistemidir. Ne mahkemeleri ne yargılamaları ne de “dağıttığı adalet” asla ve asla bağımsız olmamış, bir avuç burjuvazinin çıkarlarını korumaya yönelik düzenlenmiş ve bunlar “yasa” ve “kanun” haline getirilmiştir. “TC devletinin, hukuk ve bundan ayrı olmayan adalet sisteminin “bağımsız” olduğunu ileri sürmek, en basit söylemle; sahtekarlık ve kitleleri kandırmaya yönelik bir yalan propagandasıdır. 10.01.2014***

91207

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

KÜRDİSTAN ULUSAL KONGRESİ VE BDP’NİN TÜRKİYELİLEŞME SİYASETİ

Herşeyin içinin boşaltılarak hızla tüketildiği bir çağda yaşıyoruz. Post-modern bir cehalet her yanımızda. Düşüncelerimizin, yaşamlarımızın, ilişkilerimizin, eğitimlerimizin hatta gıdalarımızın içi boşaltılmış ve global ekonomik sistemin ihtiyacına göre yeniden düzenlenmiş durumda. Wachowski Kardeşlerin unutulmaz filmi Matrix’te anlatılan insanı metalaştıran sanal düzenin bir benzeri hepimize dayatılmış.

ANNEME İnci Taneme

“Bu akşam, annem kamerada seninle konuşmak istiyor” diye mesaj geldi erkek kardeşim Nuri’den. Bir arkadaşa misafirliğe gidecektik. Erteledik. Bilgisayarın başındaki yerimizi aldık.  Ben, Nuran ve Ezgi… Ekranın gerisinde annem ve kardeşlerim… Selamlaşıyoruz. Annemin gözlerindeki mutluluk tarif edilir gibi değil. Yüzünde bir çocuk sevinci.  

“Nasılsın anne, nasılsın babaanne?”

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!! Hasan Aksu

Haksiz emperyalist savaslara karsi, halklarimizin hakli ozgurluk ve bagimsizlik savasinin yaninda olalim!!!

OLASI BİR YAĞMA SAVAŞI ve “ÜÇ VAKTE KADAR”

 

6/7 Eylül 1955 kan-gözyaşı ve ölüm

               Ermeni soykırımı tarihinin ilk evresi, Osmanlı imparatorluğu hakimiyeti altında yaşayan Ermenilere karşı Abdülhamit döneminde uygulanan katliam ve baskılar ile başlamaktadır.1896 yılına kadar birçok vilayette yapılan katliamlarda yüzbinlerce insan öldürülmüştür.Bir ulusun yok edilmesinin ikinci evresi 1915 yılında İttihat-Terakki hükümetinin 1,5 milyon insanın ölümüne sebep olan yeni bir yüzyılın başlangıcında ilk SOYKIRIM olayıdır.Üçüncü ve son devresi ise Ulus devleti inşasında kurulan TC,yani Kemalist Türkiye'sinde azınlıklara karşı uygulanan politikalar sonunda  b

İzzettin Doğan asimilasyoncu bir düşkündür

 

Fethullah Gülen’le hangi menfaatler ve çıkarlar karşılığında olduğu belli olmayan bir ortaklığa soyunup, aynı arazi üzerinde Cami, Cemevi ve Aşevi yapılması işbirliğini gururla anlatan, asimilasyonun gönüllü bir neferi olan İzzettin Doğan bir düşkündür. 

Kapitalizmin Sosyalizmi İçerden Ele Geçirme Çizgisi Olarak Modern-Revizyonizm Ve Dust Bowl Sendromu

 
 

 

 

 

PİR SULTAN ABDAL'IN SUÇU?

 

1. Pir Sultan, dinsizdir, namaz kılmaz, ramazan orucu tutmaz.

 2- Şeriata aykırı söz söylüyor ve davranış sergiliyor.

 3- Müslümanlara Yezit diyor ve şarap içiyor.

 4-Ayin-i Cem adında gizli toplantılar yapıyor.

 5- Safevi taraftarı ve Kızılbaş taifesinden, Devlet-i Ali düşmanıdır.

 6- Rafızi kitaplar bulunduruyor, okuyor ve okutuyor.

BARIŞ NE YANA DÜŞER USTA ...

 

Emperyalist ABD haydudu ve beraberindeki kan emiciler, Suriye’ye saldırı hazırlığı içindeyken, "barış”tan söz etmek abesle iştigaldir. Etrafin emperyalist ve kapitalist haydut devletlerle sarılmış ve kan emici kapitalist sistem yaşatılmaya devam edilirken, "kardeşlikten", "barıştan" söz etmek büyük bir aldatmacadır. Emperyalist ve gericiliğin vahşi saldırılarıyla içiçe yaşayan, kitlesel katliamlara uğrayan ezilen halklar ile dalga geçmek demektir.

Emperyalist Saldırıya da, Savaşa da Hayır!

Bu ülkenin Başbakanı önceleri ismi “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” olan ve daha sonra hedefi, kapsamı, amacı genişletilerek adı “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi(1)” olarak değiştirilen emperyalist paylaşımcı projenin Eşbaşkanlarından birisidir ve dolayısıyla da ABD emperyalizminin en başta gelen işbirlikçilerindendir. 

Yaşadığımız bu son süreçte bu projenin bir aşaması gerçekleştirilmek isteniyor.

Nasıl mı? Suriye’ye savaş ilan edilerek.

Gerekçe? O da hazır. “Kimyasal silah kullanıldı” 

Ermeni Sorunu’nun Doğuşu ve Osmanlı Bankası Baskını

 

19.yüz yılın sonunda 500 yıldır hüküm süren Osmanlı İmparatorluğu artık son evresine gelmiş yok olmakla karşı karşıya bulunuyordu. Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi, ulusal uyanışlar, bağımsızlık hareketleri,1789 Fransız devriminin yankıları, Balkanlarda ulusal kopuşlar Anadolu'da yaşayan Ermeni ve Rum toplumlarında da oluşmaya başlamıştır.

Osmanlı, iktidarı altında yaşayan Ermenilere, azınlıklara ibadet özgürlüğü, mülklerinin güvence altına alınması, reformlar, yasa önünde, vergi alanında eşitlik vaat ediyordu.

Sayfalar