Pazar Nisan 28, 2024

“İktidar savaşında, proletaryanın, örgütten başka bir seçeneği yoktur!”*

"1980’li yıllara göre “sol muhalifler” olarak isimlendirilebilecek kesimler içerisinde örgüt ve örgütlenme meselelerine yaklaşımda çok ciddi değişimler yaşanmıştır. Aslında bu değişimler birden bire ortaya çıkmadı. Avrupa’da gelişen Batı Marksizm’inin yanısıra Latin Amerika’nın bilinen anarşist ve Troçkist etkilerinin ideolojik/politik alandan sonra doğal bir sonuç olarak örgütsel alana da yansımasıydı yaşanan. Türkiye özgülünde elbette ki hesaba katılması gereken etmenlerin sayısı az değildir. 12 Eylül darbesinin, birçok devrimci örgütü geriletmesinin ve hatta bazılarının kendilerini feshetmesinin, zaman içerisinde ezilen sınıfları kapsayacak politikaların üretilemeyip kitlelerden kopuk hale gelinmesinin, bu anlayışların değişmeye başlamasında yeni tasfiyeciliğin egemen olmasında etkileri mevcuttur.

Öne çıkarılmaya çalışılan örgüt modeli, merkezi olmayan, açık faaliyet yürüten, belli sorunlar özgülünde bir araya gelen ve sorunlar çözülünce dağılan gevşek yapılanmalardır. Son yıllarda bu fikirleri savunanların en güçlü materyalleri ise, kendiliğinden yani siyasi iktidarı hedeflemeyen bu tarz hareketlerin eylemliliklerin devrimci yapıların örgütlediklerinden daha kitlesel, daha etkili olabilmeleridir. Mesela, 8 Mart’ta Bakırköy’de devrimci örgütlerin çağrısıyla yapılan eyleme katılım ile akşam saatlerinde yapılan ve esasta feministlerin çağrıcısı olduğu yürüyüşe katılım arasındaki fark buna örnektir. Yine 1 Mayıs’ta Bakırköy’deki katılımla Taksim’i zorlayan devrimciler arasındaki fark gibi…

Hatırlanacağı üzere, Gezi’de en çok tartışılan konuların başında, devrimci örgütlerin artık gerekmediği, kitlelerin inisiyatifi ellerine alarak daha etkili olduğuydu. En son 16 Nisan referandumunda “Hayır”ların açıktan çalınmasına, CHP’nin kendi tabanındaki gençliğin dahi kendi yönetimine ciddi tepki duymasına rağmen; devrimci örgütler CHP’nin reflekslerini aşabilecek bir teori ve pratik sergileyememişlerdir. Bütün bu gerçeklerin bahsini ettiğimiz tartışmaları güçlendirdiğine hiç şüphe yoktur. Fakat bu fikir yürütme tarzı ve doğal olarak ortaya çıkan sonuç doğru değildir. Hatta, aynı olgulardan tam tersi sonuçlar çıkmaktadır. “Kendiliğinden” dediğimiz politik iktidar hedefli yürütülmeyen gösterilerin, mitinglerin ve çeşitli eylemliliklerin artması, bunlara katılımın yoğunlaşması bizlere ezilen kesimlerin-işçilerin, köylülerin, kadınların, ezilen mezheplerin vb. artık eskisi gibi (mevcut durumdaki gibi) yaşamayı istemediklerini gösterir. Tam da bu rahatsızlık, bu öfke, bu değişim isteği devrimci örgütlenmelerin varlığına uyulan ihtiyacın arttığını göstermektedir.

Başarmaya mahkûmuz...

Egemenlerce kabul görülmeyen 7 Haziran 2015 seçimlerinin sonuçlarının Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler ve kendi iç çelişkileriyle birlikte yol açtığı gelişmelere bakalım. Son iki yıl içerisinde, tüm demokratik hak ve özgürlükleri de kısıtlayan, yaygın deyimiyle tüm Türkiye’yi açık bir hapishane durumuna dönüştüren durumun önüne geçilememesinin en başta gelen nedeni devrimci örgütlerin sürece hazırlıklı olmamaları, sağlam ve güçlü bir temeli oluşturamamış olmalarıdır.

Hatırlanacak olursa 15 Temmuz’dan sonra aldığı darbeyle sendeleyen AKP, önce bir durakladı! Aslında devlet içerisinde ciddi bir güç kaybına uğradığı kadar sol ve Kürt muhalefetin ne yapacağını bilmemesi de onu ilk anda ihtiyatlı davranmaya itmiştir. “Yenikapı Ruhu” adı altında özellikle CHP “işbirliğini” öne çıkarmaya çalıştı. Türk devleti kurulduğundan beri CHP sahip olduğu modernleşmeci ideolojiyle özellikle sol reformist hareketlerin ve bazı ezilen kesimlerin üzerinde bir etkiye sahip olmuştur. Bu etki, o dönemde bir kez daha tepkilerin kontrol altında tutulması için kullanılmak istendi. Kısa bir süre sonra da “sol”un ciddi bir reaksiyon vermeyeceği ortaya çıktı. Zamanında Özgür Gelecek sayfalarında da değerlendirdiğimiz gibi gösterilen en önemli tepkinin “OHAL’e ve her türlü darbeye hayır” şiarıyla sendikalar önderliğinde siyasi partilerin bir araya gelerek basın açıklaması ve aylar sonra etkisiz bir miting düzenlemekle sınırlı kalması iktidarın elini güçlendirdi.

Devrimci bir muhalefetin,  hareketin yokluğu devletin saldırılarının yoğunlaşmasına ve her zamankinden daha fazla sonuç alıcı olmasına yol açmıştır. Bu saldırılar demokratik alanlara olduğu kadar, devrimci yapıların illegal ve silahlı örgütlenmelerine de yönelikti. Şehirlerde ev baskınlarında katledilmeler, kırlarda ise kimyasal silah kullanımı ve dağ taşın bombalanmasıyla içinde Aliboğazı şehitlerimizin ve DHKP/C gerillalarının olduğu büyük kayıplar da yaşandı. T. Kürdistanı’nda ise devletin saldırısı TC tarihinde görülmeyen bir boyuta ulaştı. Büyük katliamlar eşliğinde yıkılan şehirlerin “yönetimi” kayyımlara devredildi. Sokağa çıkma yasakları, şehirlerde de kırda da rutin hale getirildi. Fakat burada Kürt ulusal hareketinin örgütlü olma gerçeği dengeleri değiştiren bir durum olmuştur.

Tarihteki tüm deneyimler bize gösterir ki, sağlam ve güçlü, ezilen sınıfların içerisinde kök salmış bir devrimci örgüt varsa yenilgiler yaşanılsa bile sonrasında toparlanma daha hızlı ve etkili, hatta zafere götürücü olur. 1905 devrimi yenilgisi sonrası Bolşevik Parti’nin, 1923 büyük yenilgisi sonrası Bulgaristan Komünist Parti’nin devrime giden yürüyüşü gibi… Yani örgütlü olduğunda yenilgiler yaşanılsa bile toparlanış, mücadeleye devam edip zafere yürüyüş gerçekleşebilmekteyken, örgütsüz olunduğunda toparlanabilme ve başarı görülebilmiş değildir.  Bu en başta, egemen sınıfların ezilenleri yönetme ve baskı altında tutma aracı olan devletin; ekonomiden politikaya, askeriyeden kültüre her alanda çok güçlü örgütlenmelere sahip olmasıyla ilgilidir. Bu örgütlenmelerin hepsinin temel amacı, ezilen kesimleri örgütsüzleştirmek, daha kolay yönetilebilir hale getirmektir. Modern devlet sisteminin en önemli yanlarından biri, egemen sınıfları örgütlerken, baskı araçlarının yanı sıra ezilenleri de temsil ediyormuş gibi görünüp onları bölme, dağıtma veya en iyi olasılıkla sadece demokratik tepki adı verebilmelerine izin vermektir. Hegemonyasını en güçlü şekilde oluşturduğunda buna da, son iki yılda daha açık görüldüğü gibi izin vermemektedir. Oysa, ezilen kesimlerin egemenlerin bu güçlü örgütlenmeleri ve saldırıları karşısında kendi devrimci örgütleri dışında hiçbir silahları yoktur.

Buradan çeşitli nedenlerle kurulmuş olan demokratik kitle örgütlerinin varlığını ve faaliyetlerini önemsemediğimiz sonucuna varılamaz. Bu tarz örgütlenme ve eylemliliklerinin sınıf mücadelesinde kapladığı yer ve etki alanı ile devrimci örgütlerinki farklıdır. Birinci tip örgütlenmeler sistem içi kısmi düzeltmeleri hedeflemekte en önemlisi de siyasi iktidar gibi bir amaçları olmayan yapılardır. Oysa devrimci örgütler, ezilen sınıfların çıkarı için egemen sınıflara ve onların örgütlenme, yönetme ve baskı aracı olan devlete karşı siyasi iktidar mücadelesi verirler. Bu hedef aradaki nitelik farkını belirler. Politik iktidar mücadelesi, ekonomik, politik, teorik/ideolojik ve askeri mücadeleleri kapsar. Bütün bunları birbirleriyle koordineli bir şekilde ve birbirlerini besleyerek, ezilenleri örgütler, bir araya getirir ve siyasi iktidara yöneltir. Bu tarz bir devrimci örgüt ancak düşmanın tüm örgütlenmelerinin, saldırılarının üstesinden gelebilecek niteliğe sahiptir. Türkiye Devrimci Hareketi’nin ve örgütlenmelerinin yaşadığı genel gerileme ve kendiliğindenci hareketlerinin ve farklı tipte kurumların öne çıkışı, bu yapılanmaların gereksizliğinden ziyade, zayıflamalarına yol açan nedenlerin ortaya çıkarılması ve değiştirilmesi gerektiğini gösterir. Son iki yılda yaşananlar bir kez daha, sağlam bir teorik temele sahip, gizliliğin olmazsa olmaz olduğu, kendini dar politik hedeflerle sınırlamayan, uzmanlaşmış, profesyonel devrimcilerin oluşturduğu devrimci örgütlere ihtiyacı göstermiştir. Dolayısıyla, kapitalist sitemi düzeltmeyi değil, tarihin çöplüğüne göndermeyi hedefleyenlerin bahsini ettiğimiz niteliklere sahip komünist partilerde örgütlenmesi dışında bir seçenekleri yoktur.

Komünist Parti’nin de kitleselleşmesine, 45 yılda yayılıp-genişlemesine engel olan ideolojik/politik/örgütsel bütün zaaflarından yanlışlarından hesaplaşması ve sağlam bir devrimciler örgütü oluşturarak ezilen kesimlere umut olması gerekmektedir. Bunu yapmaya-başarmaya tüm ezilen sınıflar için mahkûmuz!

(*Lenin)

Bakırköy Hapishanesi’nden

Tutsak Partizan"

37910

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar