Pazartesi Mayıs 20, 2024

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Bu belirleme, toplumsal bir gerçekliğin tarihsel bir sürecinin izidir. İnsanlığın kendini kazanma öyküsü çok eskilere gitsede, özgürlüğünü yitirme öyküsü, ne yazık ki, tarihin daha berilerinde, kadınların, özgürlüğünün elllerinden alınmasıyla başlamıştır. Kadınların, baskı altına alınma tarihi süreci, insanlığın özgürlüğünü yitirme tarihi olarak da okunmalıdır.

Söz konusu tarih, sınıflı toplumlarında başlangıcının da tarihidir. Bu aynı zamanda, toplumun ezen-ezilen diye ikiye ayrılması ve ezen kesim toplumun çok az bir kesimini oluştururken, ezilen ve sömürülen toplumsal kesim ise, toplumun her zaman günümüz söylemiyle, abartısız % 99’unu oluşturmuştur.

Baskı ve sömürü sistemlerinin insan toplumunun yaşamına girmesi, kadınların baskı altına alınmasıyla başladı ve günümüze kadar, çeşitli toplumsal evrelerle devam etmektedir.

Sınıflı toplumların bütün egemen sınıfları, baskıcı ve sömürücü politikalarını sürdürmek ve iktidarlarını devam ettirmek için, öncelikle kadınların kölleleştirilmesi poltikasını öne çıkarmışlardır. Çünkü, kadın özgürleşmenin simgesidir. Kadınların egemen olduğu toplumsal sistemde, yani, ilkel komünal toplumda, insanlar arasında sınıfsal bir ayrım olmadığı gibi, baskı ve sömürü yoktu, üretim de üleşim de kollektifti. Bu anlamda kadın, sınıfsız bir toplumun ve de insanın özgürleşmesinin bir simgesi olarak gelmiştir. Kadının baskı altına alınması ve erkek egemen sistemin hakim hale gelmesi, genel toplumsal baskıcı ve sömürücü sistemin devamını sağlamak için de önemli bir ideolojik ve politik araç olarak varlığını sürdürmüştür.

Kapitalist sistemle birlikte kadınlar kısmen özgürlüklerini elde etmelerine karşın, cinsiyet ayrımı ve baskısı ortadan kalkmadı. Burjuvazinin ödenmemiş emeğe el koymak için işçiye gereksinimi vardı. Bu nedenle de kadını ucuz işgücü olarak kullanmayı esas aldı. Kadının “özgürlüğü”nden söz eden burjuvazi, kadının özgürlüğünde de riyakarlığı elden bırakmamıştır. Ancak, kadın proleterleştikçe ve de sınıf mücadelesi içinde yer aldıkça özgürleşmesinin ideolojik ve pratik ufukları da açıldı.

AKP ve T. Erdoğan’ın kadınlar üzerine yüklenmeleri, ideolojik, siyasal, psikolojik ve pratik baskıları kadınlar üzerinde yoğunlaştırmaları, kadınların köleleştirilmesi için yoğun çaba harcamaları, bir üst paragraflarda  kısaca anlatılanlarla direkt bağlantısı vardır. Özellikle faşist diktatörlerin ilk baskı kuracağı ve daha geniş kitleleri etkilemenin yolu; kadınlar üzerindeki geleneksel tarihsel baskıları arttırmak ve onları bir cendere içine ya da kara çarşafın içine sokmaktır. AKP iktidarının ömrü, kadınlar üzerinde baskıların arttırılması ve sürdürülmesiyle doğru orantılı olarak devam edecektir. Bu nedenle de, ne kadar çok kadın kara çarşafa belenirse, iktidarda kalma oranları da o denli uzayabilecektir. 

Burjuvazi, her zaman kitlelerin en geri yanlarına hitap etmiştir. Kitlelerin en geri kesimlerinin ilkel duygularını okşamanın en önemli ideolojik araçlarından biri, kadınlar üzerinde yürütülen gerici politikalardır. Sömürü ve baskı sisteminin ağırlığı altında bunalmış kitlelerin, kendi kurtuluşlarını kadının daha fazla baskı altına alınmasında gösterilmesi siyaseti, ne yazık ki olumlu etki yaratmaktadır. Özellikle de bu politikalar “din” maskesi altında sürdürülmesi, geri kesimleri içinde azımsanmayacak bir taraf bulabilmektedir. 

Kadın üzerinde baskılar, islam ülkelerinde, “kadınlar örtünmezse –yani, kara çarşafa gömülmezlerse- günaha gireriz”, “bütün kötülükler açılan kadınlardan geliyor” vb. ilkel ve bayağı propagandalar, geri kitleleri oldukça etkilemektedir. Burada, sorun “açılma-kapanma” ikilemi içinde gösterilmek istense de, esas olarak kadının köleleştirilmesi, evde erkeğe, fabrikada patrona ve devlete bağlı olmasını ve boyun eğmesini sağlamak amaçlıdır.  Evde kadının köleleştirilmesi, erkeğin (işçinin) de düzen karşısında köleleştirilmesini ve boyun eğmesini kolaylaştırıcı bir etki yaratmaktadır. 

Bu anlamda, Marx ve Engels’in belirttiği gibi; “Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır bir biçimde cezalandırılmamıştır”

Diktatör artığı faşist Erdoğan’ın, “Öğrenci evleri fuhuş yuvası” vb. sözlerle gençliğe ve esas olarak da kadına yüklenmesinin amaçları çok açıktır. Kadın özgürlüklerin simgesi ise, gençlik ise dinamizmin, baş kaldırının ve boyun eğmemenin sembolüdür. Kadın baskı altına alınca, iktidarın ömrü uzar, geneçlik din afyonu ile bunaltılınca, baskı ve sömürü sistemine karşı devrimci baş kaldırılarıların ivmesi de düşer. Kadınların teslim almak isteyen sistem, gençliği de teslim alarak onları da din afyonuyla uyutarak, düzenin çıkarları için kelle avcıları haline getirmek istiyor.

Bugün Türkiye’de, Türk devleti eliyle kadının kara çarşafın içine adım adım sokulması, baskı ve sömürü politikasının daha da ağırlaştırılmasından, sınıfsal baskının katmerleştirilmesinden ayrı ele alınamaz. Bu bir sınıfsal baskıdır. Sadece tek bir cinse uygulanan baskı değil, tüm ezilenler üzerindeki baskı ve sömürünün arttırılması ve var olan demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesidir. Bu anlamda, “türban bir hak” değildir. Burjuvazi, türbanı “bir özgürlük aracı” olarak göstermeye çalışıyor. Oysa, Türban ile “din özgürlüğü” aynı şeyler değildir. Türban, dinici bir burjuva iktidarının siyasal simgesi haline getirilmiş, daha özelde ise kadının köleleştirilmesinin açık bir ifadesi yapılmıştır. Bu nedenle, türbanın “özgürlükle” ilgisi olmadığı gibi, tersi bir işlevi vardır. Gericiliğin simgesidir. 

Komünistler için özgürlük karşıtı bir simgenin “özgürlük” adı altında savunulacak bir yanı olamaz. Dini duygularından dolayı türban takan kadının türbanı zorla çıkarılmaz, ancak, onun türban takmasının savunulacak bir yanı da olamaz. Din, özgürleşmenin bir aracı olmadığı gibi, türban’da “özgürlüğün” bir simgesi değil, kadını hiçleştirmenin ve aşağılamanın simgesidir. Esas olan budur ve buna karşı tavır alınmalıdır. Ve egemen sınıflar, dini, kendi egemenlik aracı için kullanıyorsa, bunun “masumane” bir yanı olamayacağı gibi, bunun simgelerini “özgürlükler kapsamı” içine sokmak, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etmek demektir.

 Türk devleti, kurulduğu günden beri  Sünni kesimlere büyük bir destek vermiş, devlet dini olarak sünniliği tercih ederek, diğer din ve mezhepten olanlara baskılar uygulamış, yasaklamalar getirmiş, katliamlar gerçekleştirmiştir. Bugün ise bu daha açıktan yapılıyor. “Dini özgürlüğümüzü yaşıyamıyoruz” vb. gibi aldatmacalar, egemen sınıfların AKP aracılığıyla, kadınlar üzerinden ezilen kesimleri (işçi ve emekçileri) daha büyük bir baskı altına alma ideolojik ve siyasal yönlendirmeleridir.

Bütün tek tanrılı dinler, kadınların köleleştirilmesi üzerinde inşa edilmiştir ve  buradan hareketle de bütün ezilen sınıfları baskı altına tutmanın aracı haline getirilmiştir. Bütün egemen sınıflar da, (burjuvazi de dahil) bunu esas almıştır. 

AKP, dini kullanarak kadınlar üzerindeki baskıları artırırken, işçi ve emekçiler üzerindeki baskıların arttırlmasının siyasal ve ideolojik aracı ve önemli bir basamağı gördüğü için bu politikayı izliyor ve egemen burjuvazi de buna destek oluyor. Kadınlar üzerindeki bu baskı, “din” kisvesine büründürülmüş sınıfsal bir baskıdır. İşçi sınıfının köleleştirilmesi siyasetinin en ağır bir şekilde sürdürülmesidir. Bu nedenle de kadınların özgürlük mücadelesi işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesinden ayrı ele alınamaz. *** 9.11.2013

 

98177

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Kartal Bürosunun Tekzip İsteği

4 Kral Lui / Halk kraldır. 

Tekrarın ve tekrarın sırrı nedir ?  

Bireyi kendi dışına çıkaramayan/ kitleselleştiremyen / kitleselleştiremediği de bireyce bilindiğinde devrimciliği yaşadığı diğer burjuva hayellerine iz bırakmayacak bir şekilde kaçamak haline getiren yaşantının sırrı nedir ?

Kendinizi / tekrarlarınızı, tekrara sizi sürükleyerek ayakta duran bürokrasizminizin sırrı...

Acaba hiç düşündünüz mü sizlerden önce de, sonrada bu sokaklarda kaç insanın yürüdüğünü, yürüyeceğini   ? 

Büroların seyir defteri yok mudur  ?

Öncesi, Sonrasıyla Suruç Güzergâhı…

“Görebildiğiniz yere kadar gidin.Oraya ulaştığınızda dahauzağı da görebileceksiniz.”[1)

Charles Dickens’ın, “Zamanların en iyisiydi ve de zamanların en kötüsü,” saptamasıyla betimlenen bir kesitte; öncesiyle Suruç Katliamı, sonrasındaysa coğrafyamız ve Ortadoğu açısından sarsıcı sonuçlara yol açan ve Ceyda Karan’ın, “Cehennemin kapılarının aralanması”; Nilgün Cerrahoğlu’nun “Ateş çemberi” olarak betimledikleri bir realiteyle yüzleşiyoruz…

Biyoloji kader mi?Yada fitrat"a-dair.

“Cinsel ahlâkın ilk ve tek ilkesi:Suçlayan her zaman suçludur.”[1]

Öğrettikleri, hatırlattıklarıyla Greif Direnişi ·

“Öğretmek,yeniden öğrenmektir.”[1]

İçinden geçtiğimiz neo-liberal yıkım, “sivil toplum”cu vazgeçiş ve post-modern zırva(lar) kesitinde, V. İ. Lenin’in, “Umutsuzluk ve karamsarlık, yıkımın nedenlerini kavrayamayan, çıkış yolu göremeyen, mücadele yeteneğini kaybetmiş olanlara ait bir sorundur,” saptamasını durmadan anımsayıp/ anımsatmanın önemi çok büyük; hatta “olmazsa olmaz”!

İNCİR YAPRAĞI GÖLGESİNDE 1 KASIM SEÇİMLERİ

Ülkemizde de, önümüzdeki 1 Kasım 2015’de yeniden parlamento seçimleri var. Ancak, burjuvazinin “demokrasi oyunu” içindeki bu seçim, başta Kürt ulusu olmak üzere, işçi sınıf ve emekçiler üzerinde devlet terörünün en üst sınırına çıkarıldığı bir “demokrasi” ortamı içinde yapılıyor. Ve buna ancak ve ancak; “İncir yağrağı gölgesinde yapılan bir seçim” denebilir. Bu da burjuvazinin “demokrasi” oyunun ayıbını örtmeye yetmeyecektir.

PARTİZAN: 7Haziran'dan 1 Kasım’a değisen kosullar ve seçim tavrimiz

7 Haziran seçimleri bir nevi geçersiz sayılarak, 1 Kasım’a işaretlenen yeni bir seçim süreci başlamış durumda. 7 Haziran seçimi, sistemin politik krizine çare olmak bir yana yeni krizleri de yanına alarak “yeniden bir seçime” doğru evrilmiştir. 7 Haziran sonrası Türk hakim sınıflarının hükümetteki kliği AKP, seçimden istediği sonuçla çıkamamanın ve zayıf düşmesinin yarattığı sonucu bertaraf etmek için, kendi iç çelişki ve yarılmalarını da büyüterek, tam da 12 Eylül anayasasından aldığı yetkilerle seçimi yeniden örgütledi.

Görünürde olan ve gerçek:Osman Tiftikçi

Türkiye’de olan biten her şey bir kişiyle, bu kişinin hırslarıyla açıklanır oldu. Öyle bir hava yaratıldı ki, sanki AKP devrilse, T. Erdoğan da köşesine çekilse, Türkiye güllük gülistanlık bir ülke olacak. Örneğin Kürt meselesi çözülecek, Türkiye Ortadoğu pisliğine bulaşmayacak, Kürtler, azınlıklar, kadınlar, işçiler, gençler için basın özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü olacak. Sol, devrimci demokratik güçler istedikleri yerde, istedikleri gibi gösteri, yürüyüş, miting yapabilecekler. Sünni İslam’ın devletin resmi dini olmasına, diğer inançların ezilmesine, horlanmasına son verilecek.

Kürdlere neden direniyor diye sormak, HDP’ye bu bahane ile saldırmak alçaklıktır!

 Dünyanın hiçbir yerinde ezilenlerle -ezenler kardeş olmadılar, olamazlar, olmayacaklar. Ezenler egemenleri temsil etmektedir. Devlet egemenler için var olmuştur, onların egemenliğini korumak, servetlerini güvence altına almak için var edilmiş kutsallaştırılmaya çalışılmıştır. Diğer ulusları kendi egemenlikleri altına almak, sömürgeleştirmek için oluşturdukları silahlı ordularını, polisini, istihbarat güçlerini egemenlikleri altına aldıkları halklara baskı aracı olarak kullandılar, kullanmaya devam etmektedirler. O sebeple, Kürdistan milletinin direnişi meşru ve doğrudur.

   

“Katliamdan kaçan mültecilerin insanlık dramına sessiz kalmayalım”

Savaştan ve katliamlardan Batı Avrupa’ya göç etmek zorunda kalan mültecilerin insanlık dramına sessiz kalmayalım

Afrika'daki ve Ortadoğu'daki işgal ve iç savaşlarda yüz binlerce insan hayatını kaybederken, bir o kadar insan ise, geleceğinden emin olmayan bir çaresizlik içinde bekliyor.

Kapıtalizmin ölümü

Dünyamızda yaşananlar, kapitalizmin kaosu ve onun yarattığı ağır toplumsal dramdır. Karaya vuran minik göçmen bedenleri, sınır telörgülerine takılan çocuk yürekleri, denizde boğulan insanlık ve dalgalar arasına karışıp duyulmazdan gelen çığlıklar, kapitalist sistemin kaçınılmaz bir sonucu olduğu görülmediği sürece; daha yüzyıllarca bunları tekrar tekrar, ama daha fazla acılar katılarak yaşanacaktır.

ATEŞ ALTINDAKİ KÜRDİSTAN :Umut Munzur

Devletin AKP eliyle başlatmış olduğu “süreç” 7 Haziran seçimleri sonrasında Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle buzdolabına kaldırılmıştır. Süreç bitmiş değil fakat dondurulmuştur. Gelişmelere bağlı olarak yeniden fırına verilmeyi beklemektedir. Bu haliyle beklemede olan “süreç” yeni bir “süreci” doğurmuştur. “Yeni süreç” topyekün saldırı ve yıldırma politikalarıyla hayata geçirilmek istenmekte, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kazanımlarına ket vurmayı mümkünse bu kazanımları yok etmeyi hedeflemektedir.

Sayfalar