Pazar Mayıs 19, 2024

Kayyumlar, Kayyuma Payanda Olanlar…

Genel kabul sayılabilecek bir doğru olarak faşizm koşulları muhalif saflarda bozucu bir etki yaratır. ‘Safların sıklaştırılması’ ihtiyacı esasen bu bozuma, sınanma ve elenmenin ortaya çıkarttığı sonuçta direniş gösterebilecekler ile biat edeceklerin ayrımına da gönderme yapar.

Geçtiğimiz günlerde, yani  milyonlarca insanın desteğini alarak seçilmiş HDP’li belediyelere kayyum atandığı günlerde Cumhurbaşkanlığı Sarayında Tayyip Erdoğan tarafından organize edilen ve HDP’li belediye eş başkanlarının davet edilmediği buluşmaya CHP’li belediye başkanlarının katılması tam da bu minvalde tartışmalara kapı araladı.

Nitekim özellikle son yıllarda esen muhalefet rüzgarını kanatlarına doldurarak, kitlelerin artan hoşnutsuzluğundan  istifade ederek kazanılan belediyelerin, kitlelerin iradesine saldırının en aleni şekline karşı yeterli düzeyde tepki göstermemesi, CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun “kayyumları anti-demokratik buluyoruz ama sokak protestolarına katılmayacağız” mealindeki açıklamaları şüphesiz ki, Erdoğan’ın bahse konu yemekle birlikte yapmaya çalıştığı saflaşmada bir yerlere takabül ediyor.

Burada aslında CHP gerçekliğine aykırı bir durum yok. Gel gelelim, üzerine söz söylenmesi gereken noktayı, güncelin siyasasında ezilen milyonların AKP’nin karşısında konumlanırken ve az çok safını belirlerken nereye yöneldiği belirliyor.

Zira, HDP’den ziyadesi ile destek görerek kazanılan CHP’li belediyelerin yemeğin bitiminde koşa koşa yaptıkları “CumhurbaşkanıMIZ ortamı yumuşatmak istiyor” açıklamalarının da gösterdiği şekli ile CHP bir kez daha devletin bekasına tosluyor ve bir kez daha muhalefet söylemini egemenin dümen suyuna akıtıyor. Bu gerçeğin mükerrerliğini kitlelere anlatmak, ortaya çıkan “mutluluk tablosunu” teşhir etmek önemli bir görev olarak karşımızda duruyor.

Düşmanı da kardeş yapar Kürt Sorunu…

Durumun yergisini uzatmadan belirtelim, yaşadığımız coğrafyanın verili koşullarında hiçbir politik gelişme Kürt sorununa temas etmekten kaçamaz. Bugün kayyumlarla CHP’li belediye başkanlarını aynı masada buluşturan da, pek muhalif İmamoğlu dahil hepsini koşa koşa saraya götürten de yine Kürt sorunu olmuştur.

Verili koşullarda AKP’nin yaşadığı gerilemenin, Erdoğan’ın ekonomik-siyasal bir yığın kaybın telafisini Kürt ulusuna ve onun siyasal temsilcilerine saldırıda bulması, Suriye yerelinde Kürtlerin kazanımlarına yönelik devletin hazımsızlığı gibi bir yığın etkenle tecelli eden Kayyum saldırısı, CHP açısından tarihin her devrinde yalpaladığı bir içeriğe sahiptir.

Konunun Kürt ulusal sorunu olması ve CHP’nin devletin kurucu partisi olarak bugünün iktidarından da kirli bir geçmiş ile bu ulusun karşısında bulunması bu yalpalamanın kaynağıdır. Açık olan şudur ki, CHP tarihin her devrinde devletin bekasına dokunan her sorunda egemen güçten yana tavır almıştır.

12 Mart döneminde Denizlerin idamı için oy veren parti, Alevilere yönelik katliamlarda pay sahibi olan parti bugün Kürt ulusunun kazanımları karşısında da AKP ile aynı ortaklığı kurmaktan çekinmemiştir. Son süreçte Afrin işgali döneminde Kılıçdaroğlu’nun aldığı tutum hala akıllardadır.

Bu böyle olduğu içindir ki, kitlelerin yükselen muhalefetini yelkenine dolduran gemi, Erdoğan’ın sarayına demir atmakta beis görmemektedir.

Ancak bu realitenin CHP açısından da sıkıntılı bir döneme işaret ettiğini belirtmekte fayda var. Az çok muhalif söylem barındıran her kesimin baskı altında olduğu bu günlerde CHP belediyeleri her ne kadar Erdoğan’ın yemeğinden “ortam yumuşatma” mesajları devşirse de, saldırganlığın kapılarında olduğu son olarak Canan Kaftancıoğlu davasından da görülmektedir. Yakın geçmişteki Eren Erdem ve Enis Berberoğlu davalarından da okunduğu şekli ile bu kapıya dayanma halinin ve bunun karşısındaki dirençsizliğin CHP açısından da bir iç çelişki yarattığı aşikardır.

Dikkat edilirse, bir parti olarak birçok temel gündemde söz ve eylem birliği bulunmayan CHP’nin sınırlı da olsa muhalif kadrolar barındırması ve bu kadrolar devletin saldırılarından nasibini alırken eylemle sahiplenilme gibi bir yönelimin ortada olmaması önemlidir.

Görünen odur ki, ülkenin batısında kitlelerin muhalefetini absorbe ederken dahi iç çelişki yaşayan bu partinin Kürt sorunu temelinde politikasızlığı, daha boyutlu bir iç çalkantıyı dayatmaktadır. İmamoğlu’nun Amed’e gittiği günlerde Kılıçdaroğlu’nun “sokağa çıkmama” telkini buna örnektir.

Kayyumlarla aynı masada…

Bahse konu yemeğin ve CHP’li belediyelerin biat şovunun ağırlığını anlatmak açısından esasen neyden önce geldiğini ve neye dönüştüğünü görmek gerekli. HDP’li belediyelere kayyum atandığı ve CHP’li belediyelerin de kayyumla tehdit edildiği günlerde bu bayların, bu tehditlerin akabinde yemeğe iştirakinden çıkan ilk anlam biattır, kuşkusuz.

Lakin burada bundan önemli sonuç ise, dönüştüğü şeyin AKP’yi ve Erdoğan’ı kurtarmak ve ona payanda olmada bir enstrüman olmasıdır.

İstanbul seçimlerinin tekrarı günlerinde sürekli kitlelerin iradesinin gaspından dem vuran bu partinin, irade gaspının en aleni şekilde yaşandığı kayyum saldırıları karşısında kayyumlarla aynı masada buluşması, birlikte oturmakta kir görmemesi kitlelerin nezdinde tartışmalı hale gelen ve günden güne teşhir olan Erdoğan’ı meşrulaştırdığı aşikardır.

Bunun önümüzdeki politik süreç açısından Kürt sorununda yeni bir ittifaka kapı aralamadığını düşünmemek için hiçbir gerekçe yoktur. Rojava’nın işgalle tahdit edildiği bu günlerde, daha şimdiden 2023 seçimlerine hazırlık konuşmaları yapıldığı bir dönemde CHP, kayyumlarla buluşarak Kürtlere karşı ittifakta pay sahibi olabileceğini bir kere daha göstermiştir.

Uzun lafın kısası, kitlelerin artan muhalefetini bu partinin yelkenine doldurmasına müsaade etmemek, AKP’nin cephesine artı yazılmayacak her biçimde bu partiyi teşhir etmek ziyadesi ile önemlidir. Zira, Saray yemeğinden çıkan sonuç şudur ki devletin bekası mesele olduğunda CHP zaten tarihsel olarak duracağı yeri bilmektedir ve bu ezilen halkın safları değildir.

2976

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar