Pazartesi Mayıs 6, 2024

“Komünist AKP”ye Az Kaldı?

“...Az önce bakanımıza onu dedim, 'çaldın dedim biraz sabırlı olsaydın.' (02 Kasım 2014, R. T. Erdoğan) Böyle diyordu Erdoğan. Yanlış anlaşılmasın! Erdoğan'ın bu sözleri söylediği kişi, öyle 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında belgeleriyle açığa çıktığı ve istifa ettirmek zorunda kaldığı dört bakandan biri değil. Erdoğan bu sözü, şimdilerde ilan ettikleri “Yeni Türkiye”nin “resmi ideoloğu” olarak takdim ettikleri Necip Fazıl Kısakürek anısına verilen ödül töreninde yaptığı konuşmada sarf ediyor.

AKP'nin ve özellikle de Erdoğan'ın Necip Fazıl sevgisi biliniyor. Yer yer konuşmalarında ondan alıntılar yapıp şiirler okuyor. Denilebilir ki Kısakürek; Erdoğan'ın edebiyatla, sanatla kurduğu kişisel ilişkisinde önemli bir yer tutuyor. N. Fazıl'ın Erdoğan açısından önemi, kendisinin gençlik yıllarında Kısakürek'le tanışması ve siyasi görüşleri doğrultusunda faaliyet sürdürmesinden de anlaşılabilir. Kısakürek aynı zamanda Türk İslam faşizmi açısından bir “aksiyon adamı”dır! Onun “Başyücelik” ve “Başyücelik devleti” gibi bir nevi şahsına münhasır tezleri vardır ve anlaşılıyor ki Erdoğan'ın kişisel düşünceleri üzerinde son derece etkili olmuştur.

AKP'nin devlet iktidarında gücünü tahkim ettikçe ve kendisine rakip kliği, ihtiyaç duyduğu “kültürel ve ideolojik hegemonya”nın sağlanması için bir Kısakürek güzellemesi yaptığına ve “havuz medyası”nın yoğun olarak çalıştığına tanık oluyoruz. Hatırlanırsa “yeni Türkiye”nin gazetesi olarak takdim edilen Star gazetesi, Kısakürek'in çıkardığı “Büyük Doğu” dergisinin tıpkıbasımlarını gazeteye ek olarak vermişti. Bu çabalar yetmemiş olacak ki, “İslamcı” faşist siyasetin ve onun “yeni Türkiye”sinin “resmi şairi ve ideologu” düzeyine yükseltilen Kısakürek adına bir gece düzenlendi ve bir kısım zevata ödüller verildi.

Burada önemli olan husus, Kısakürek gecesinin tam bir devlet törenine dönüştürülmesi ve Kısakürek’in; böylece an itibariyle TC Devleti’ne yön veren “İslamcı-Türkçü” faşist siyasetin muteber aydını olarak yüceltilmesidir. İşte Erdoğan bu gecede konuşuyor ve “Necip Fazıl saygı ödülü ilk olarak kime verilmeli diye sorulduğunda sanırım herkesin aklına o gelecektir" diyerek şunları ifade ediyor: "Selamlamasını dahi 'Dostlarım sizi antifaşist, antiemperyalist, antikapitalist, antifiravunist duygularımla selamlıyorum' diye yapan 'İnsanın en çok kalbi temiz olmalıdır' diyen sevgili Nuri ağabeyimizi, muhterem Nuri Pakdil'i özellikle kutluyor, tebrik ediyor; bize hilas duruşu ve devrimci başkaldırışı öğrettiği için kendisine şahsım, yol arkadaşlarım, ülkem ve milletim adına sonsuz şükranlarımı sunuyorum."

Erdoğan'ın bakanına “çaldın” derken ifade ettiği, Nuri Pakdil adındaki zatın konuşma süresinden çalması olduğunu anlıyoruz. Ne diyelim, bunların çalmaları fıtratlarında var deyip geçelim ama bu sayede bizler Erdoğan'ın ve onun temsil ettiği siyasetin sadece “İslamcı” değil aynı zamanda “anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-firavunist” olduğunu öğrenmekle kalmıyor aynı zamanda “devrimci” olduğuna da tanık oluyoruz!

“Namuslu Fikir”: Darbe Destekçisinden Resmi İdeolog Yaratmak!

AKP'nin “yeni Türkiye”sinde pek çok kavramın içinin boşaltıldığı ya da tersyüz edildiğine tanık olmuştuk ama bu kadarının olabilmesi de bir hayli ilginç! Türkiye İslamcıları “anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist” ve anlaşıldığı kadarıyla Mısır'daki darbeye gönderme yapılarak, darbe karşıtı “anti-firavunist” oldukları vurgulanıyor. T. Erdoğan'ın bir “kavga adamı” olarak, Kısakürek'ten mülhem “kininin ve dininin sahibi gençlik yetiştirmek” hedefiyle bir “dava”sının olduğunu (paraların sıfırlanması davası değil!) ve bunun için siyaset yürüttüğünü biliyoruz. Yani davasının “hırsızlık ve yolsuzluk” yapmak değil, “halka hizmet” olduğunu(!) biliyoruz ama gecede yaptığı konuşmada bu davasında “yol arkadaşları”nın olduğunu da öğreniyoruz! Yanlış anlaşılmasın Erdoğan'ın bu yol arkadaşları yolsuzluk ve hırsızlık çalışmalarında değil, Kemalist faşizme karşı verilen İslamcıların “devrimci mücadelesi”nde birlikte yürüdükleri yol arkadaşları(!)

Aslında bizzat Erdoğan tarafından ifade edilen bu söylemler şaşırtıcı değil. Yeni de değil. Hatırlanırsa 2010 referandumu öncesinde Erdoğan, idam edilen devrimcilerde atıf yapmış ve gözyaşları içinde halktan oy istemişti. Benzer şekilde “havuz medyası”nda köşe yazan ve bazı “kullanışlı aptallar” da AKP'nin üst üste seçim kazanmasını “halk ihtilali olarak” selamlamışlardı. Daha sonradan bu hizmette ödüllendirilmişti. Velhasıl AKP'nin “yeni Türkiye”sinde bütün kavramların içinin boşaltıldığı ve hatta tersyüz edildiği; ak'la kara'nın, iktidarla muhalefetin, zalimle mazlumun yer değiştirdiği bir gerçeklikle karşı karşıyayız.

Bütün siyasal yaşamı emperyalizme hizmetle geçmiş, en süzme kapitalist piyasa ekonomisi savunuculuğunu yapan ve sadece siyasal görüşleri değil kişisel olarak da faşist olduğu (en son vukuatı malum: “terbiyesiz”!) tartışma götürmez olan Erdoğan'ın, belki Mısır darbesi bağlamında “anti-firavunist” olduğu düşünülebilir. Ama burada da Erdoğan'ın karşı olduğu, bütün darbeciler değildir. Onun darbe karşıtlığı kendine olanadır!  Örneğin Erdoğan'ın o çok övdüğü ve “yeni Türkiye”nin “resmi ideoloğu” seviyesine çıkartılan Kısakürek'in 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi’ne ilişkin yazdıkları orta yerde dururken; Erdoğan'ın ve “yol arkadaşları”na sorarsanız, kendileri en keskin darbe karşıtları! Erdoğan ve şürekâsının adına geceler düzenleyip ödüller verdikleri Kısakürek, 12 Eylül Askeri Faşist Darbesi'ni klasik bir darbe olarak görmemektedir: "Hareketin mahiyeti... Malum klasik darbelerden biri değildir... Bu hareket olmasaydı, yıl değil, ay değil, belki hafta ve gün hesabıyla Türkiye'nin çöküşü gerçekleşebilirdi... 27 Mayıs 1960 ile 12 Eylül 1980 Hareketi arasında şu fark vardır ki, ilki milli iradeye tam zıt ve fikirsiz bir gece baskını olmuşken, ikincisi milli ihtiyaca tam uygun bir imdat davranışı olmak istidadındadır... 27 Mayıs 1960 hareketi 'millete rağmen' diye belirtilirken, 12 Eylül 1980 müdahalesi ancak 'millet için' formülüyle ifade edilebilir" (Aktaran: İsmail Kara, Derin Tarih, Mayıs 2012)

12 Eylül’ü “şahlanış” olarak gören Kısakürek

Gerek 27 Mayıs ve gerekse de 12 Eylül darbesinin faşist birer darbe olduğu bu ülkenin komünistleri tarafından dile getirilmiştir. 27 Mayıs'a ilişkin İbrahim Kaypakkaya'nın değerlendirmeleri ortadadır. Yine 12 Eylül faşizmine karşı; dağlardan, işkencehanelere ve hapishanelere kadar bu ülkenin komünistleri mücadele içinde oldular. Ama bugün iktidarın dilinden düşürmediği “resmi ideolog” faşist darbeyi darbe olarak görmemekte, bir şahlanış olarak değerlendirmektedir: "Hükümetten ziyade onu mefluç kılan partilere ve fesat ocağına döndürdükleri Meclis'e yönelik bir davranış... Hedefi de bölücülük, komünizm ve din nikabı altında dolayısıyla gayet tabii olarak 'devlet ve cumhuriyeti koruma ve kollama' atılışı... Bir iç darbe değil, iç şahlanıştır. İsyan değil, ıslah..." (age)

Bugün Erdoğan'ın dilinde İslamcı harekete ve onların gençliğine örnek olarak sunulan Kısakürek, “Gerçek Müslümana düşen görevin” 12 Eylül faşist darbesini desteklemek olduğunu yazmaktadır: "Hakkın tayini, türlü oyunlara getirilen yığınlara değil, hakka bağlı bir otorite merkezine ait olması gerekir. Biz dünya görüşümüz icabı, hak ve hakikat saltanatından gayri bir sistem tanımayanlardanız."..."Diyarbakır'da 'şeriatın kestiği parmak acımaz' diyen Devlet Başkanı şeriatı hak ve hakikat manası dışında kullanmış olmayacağına ve ayrıca 'anarşiyi kökünden temizlemedikçe gitmeyeceğiz' dediğine göre gerçek Müslüman'a düşen vazife ona şöyle cevap vermektir: Dediklerinizi yapın da, başımızdan hiçbir an eksik olmayın!" (age)

“Yeni Türkiye”nin kurulması yolunda Erdoğan'ın ve hempalarının bayraklaştırdığı ve başta gençlik olmak üzere topluma bir “aydın” olarak sunduğu Kısakürek'in 12 Eylül faşist darbesine ilişkin görüşleri kısaca budur. Buna rağmen başta Erdoğan olmak üzere günümüz İslamcılarına sorarsanız en keskin “darbe karşıtı” kendileridir. Ama anlaşılan bu durum da yetmemekte ve kendilerini “anti-faşist, anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti-firavunist” ilan etmektedirler. Bu söyleme belki “anti-siyonizm”de eklenebilir ama anlaşılan İslamcı harekete “anti-yahudicilik” dolayısıyla “semitizm” daha cazip geldiği için sıralamada kendine yer bulamamıştır.

“Yeni Türkiye”nin kurulması yolunda her yolun ve her söylemin kullanıldığı bir aşamada yakında Erdoğan'ın “Afedersiniz komünist” olduğunu da duyabiliriz. Ya da yarın öbür gün Erdoğan'ın ağzından, “Faşizme, emperyalizme, feodalizme ve her türden gericiliğe karşı” sloganını duyarsak şaşırmamak gerekir.

Hırsızlık fıtratlarında var. Sadece para çalmıyor, kavram da çalıyorlar. Dilin kemiği olmadığı gibi, burjuva feodal siyasetin ilkesi de yoktur. Hadi onların sevdiği sıfatla ifade edersek, ahlakı yoktur. Dün canhıraş bir şekilde destekledikleri darbecileri, bugün en sert şekilde eleştiriler. Bununla yetinmez, dün darbecilere karşı bugünde kendilerine karşı mücadele edenleri “darbeci” olarak tanımlamaktan zerre kadar utanç duymazlar. Aziz Nesin'in “Zübük” karakteri bunların yanında oldukça saf kalmaktadır. Erdoğan ödül törenindeki yaptığı konuşmasını sonlandırırken “fikir namusu”ndan bahsetmesi bu anlamıyla yararlı olmuştur. Her ne kadar yine kavramları ve yaşananları tersyüz etme amaçlı olsa da!

76703

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Sayfalar