Cumartesi Mayıs 4, 2024

Kürdistan ve "Demokratikleşme"

Kürdistan tarihi açısından 90'lı yılların en önemli olgusu Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun kadrosu,hemen hepsi bağımsızlıkçı çizgide binlerce Kürd aydınının imha edilmiş olmasıdır.Öylesine bir soykırım ki hesabını gören de soran da yok,ortalık da "barış"çılardan ve "unutmaya ve affetmeye hazırız"cılardan geçilmiyor.Kürdistani stratejik aklın ve ulusal kurtuluşçuluğun taşıyıcısı bu kategorinin imha edilmesi,kalan yerli/yerel aydınların Türki metropollara ya da yurtdışına kaçması/kaçırtılması ve eşzamanlı olarak Kürdistan köylülüğünün sömürgecilerce Kürdistan dışına göçertilmesinin ulusal kurtuluş mücadelesinin çizgisi üzerinde ciddi etkileri/sonuçları oldu.Metropollardaki entegrasyon düzeyinin de etkisiyle Kürdistan'ın bağımsızlığı düşüncesi büyük yara aldı.Bağımsız Kürdistan fikriyatının aldığı yara Abdullah Öcalan'ın emperyalistler tarafından TC'ye tesliminin Öcalan şahsındaki sonuçlarıyla çakışınca ulusal kurtuluş savaşının ihtiyaç duyduğu/duyacağı tezler yerine sık sık değişen ve başına mutlaka "demokratik" sıfatı eklenen bir resmi ideolojiler dönemine kapı açıldı.Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinin anti-sömürgeci savaş çizgisi, Kürd özgürlük hareketinin azınlık hakları ve demokrasi mücadelesine dönüştürülerek TC’nin verili sınırlarına dokunmama prensibiyle sömürgeci rejimin rasyonellleri içerisine hapsedildi.Oysa hayat,hele de Kürdistan'da hayat,gri değil yemyeşil bir şey.Kürdistan'ın en küçük parçası bütün sömürgeci rasyonelleri parçalayacak bir manivelaya dönüştü kısa sürede.Ahmet Telli o güzel şiirinde bugünü anlatmış sanki: 

"Ve gözleri uzak yamaçlarda 

aranıp dururken bir şeyleri 

sessiz ve sakin beklemekte 

bekledikçe bileylenen yürek

 

Belli ki dağların, denizlerin

ve göllerin üzerinden 

sıyrılıp gelmektedir seher 

Belli ki yakındır 

doğayı ve hayatı sarsacak saat" 

 

Ülkemizin kuzeyini sömürgeleştirenlerin tam da işi zamana yayarak,asimilasyon/entegrasyonla ve ekonomik teşviklerle satın alarak, Kürdistan'ın kurtuluş mücadelesini toprak temelinden soyutlayarak bitirmeyi programladıkları bir momentte sarsılıyor doğa ve hayat.Emperyalistlerin kurduğu,ancak sonuçlarını belirleyemez hale düştükleri oyunun dışında,sıçan olmadan torba dibi delercesine kurgulanan selefi barbarların Rojava'yı işgaline destek ve vekaleten savaş politikası da dünya sisteminin sinir merkezlerine toslayınca,TC açısından bugünkü sonuç Kürdistan'ın özgürleştirilmiş topraklarının Akdeniz'e sadece 50 km mesafesinin kaldığı jeopolitik gerçeğidir.Güneyliler de dahil tüm Kürdistanlılar bunun kıymetini ve beraberinde getirdiği olanakların düzeyini bilmek durumundadırlar.

Hal böyle iken ve Rojava'da federal ya da özerklik temelinde de olsa ikinci bir Kürdistan'ın ortaya çıkışı neredeyse kesin hale gelmişken, ilginç bir süreç gerçekleşiyor.Kürd özgürlük hareketine dönüştürülmüş olan ulusal hareketin ana gövdesi bu kez de azınlık hakları çizgisinden de geri bir hatta,Türkiyelileşme hattına sürükleniyor.Kuzey Kürdistan'da ve Türki metropollarda HDP üzerinden Türkiyelileşme çizgisine onay vermesi ulusal kurtuluş hareketinin rezonansını bozacak denli önemli bir sapmadır.Hele de aynı momentte doğru bir politika olarak Batı Kürdistan'da askeri olarak iktidarlaşma mücadelesi sürdürülürken.Emperyalistlerin Büyük Ortadoğu Projesi haritaları ortada uçuşurken,Ortadoğu'da tüm sınırlar tartışmanın ötesinde ciddi müdahalelere açılmışken "barış" ve "kardeşlik" mücadelesini Türkiyelileşme ve demokratikleşme argümanlarıyla  bi-idrak sürdürmek anlamsız olduğu kadar kaybettiricidir de.Ulusal hareketin tüm enerjisini Batı Kürdistan'a yoğunlaştırmasının gerekli ve önemli olduğunu ve TC ile sürdürülen ateşkes politikasının bu stratejik amaca hizmet ettiğini varsayabiliriz.Çürümüş Kemalist devleti Türki hikmet-i hükümetinin desteği ve onayıyla re-organize eden TC'nin iktidar partisinin de seçimlere kadar bu minvalde devam etme ve Kürdleri ardı arkası kesilmeyen Noel Baba paketleriyle oyalama politikası uygulayacağı görülüyor.Bu bağlamda Türkiyelileşme ve demokratikleşme argümanları ulusal hareketin tabanını aşındırma potansiyeline sahiptir.TC'nin çok ciddi planlanmış entegrasyon projelerinin hedefi olarak zaten zamana bağlı olarak Türkiyelileşen Türki metropollardaki Kürdistanlı kitlelerin bir de ulusal hareketin Türkiyelileşme yöneliminden sonra özgür-bağımsız Kürdistan fikrine nasıl bakacaklarını tartışmak zorundayız.

Eleştirmeden geçemeyeceğim bir konu da "sol" jargonun bu süreçte alabildiğine kullanılmasına rağmen, "doğayı ve toplumu  olgusal inceleme yöntemi olarak Marxist metodoloji'nin hem Kürdistan özgürlük hareketince hem de Türki sollar tarafından terkedilmiş olmasıdır.Altyapı-üstyapı ilişkilerine hiç kafa yormayan,bilimdışı,arkaik Kemalizm taklidi bir bakış açısı Kürd ulusal düşüncesine enjekte edilmek isteniyor.İttihatçılar ve sonrasında Kemalistler, üretim biçiminden kaynaklı altyapı ilişkilerini hiç değiştirmeden, Ermeni ve Rum halklarının soykırımı/talanı sürecinde işbirliği/güçbirliği yaptıkları yeni mülk sahibi sınıfların yaşam tarzı ve tüketim faaliyetleri üzerinden bir toplumsal makyaj politikası uyguluyorlardı ve bunu modernleşme/batılılaşma olarak sunuyorlardı.Aynı süreçlerde toplumsal geriliği halının altına süpürme anlayışıyla birleşen bu politika öyle bir noktaya gelmiştir ki bir dönem Kemalistler Ulus'tan Kızılay'a köylülerin ve kıyafeti kötü olanların geçişine izin vermemiştir.

Yukarıda anlatılanların Kürdistan ile ilişkisine gelince: Ekonomik altyapının gelişmediği,ekonominin üretim tabanlı olmadığı,sınıflar ve katmanların ekonomik zemine oturmadığı,daha ötesinde güçlü bir orta sınıfın varolmadığı toplumlarda demokrasiden sözedilemez.Yakın tarihin bize öğrettiği bir başka şey de köylülerin ağırlıkta olduğu toplumlarda modernleşmenin aydınlar veya ordunun öncülük ettiği anti-demokratik rejimlerde gerçekleştiğidir.Bu modernleşme ekonomik gelişimi tetikleyip zaman içinde güçlü bir orta sınıf ortaya çıktıktan sonradır ki gerçek demokratikleşme mümkün hale gelebilmiştir.Türkiye gibi üretim altyapısının görece gelişkin olduğu alt-emperyalist bir ülkede dahi Bonapartist sivil-askeri bürokrasinin iktidardan tasfiyesi ve asli görevine dönüşü çok kısa zaman önce emperyalizmin onayı ve desteği neticesinde gerçekleşebilmiştir.Bu bağlamda bir takım kavramların önüne "demokratik" sıfatını koymak onları demokratik yapmadığı gibi tam tersini düşündürür:Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Demokratik Kongo Cumhuriyeti,Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti böyle kavramlardır.Kaldı ki ülkesi işgal altında bir ulus olarak Kürdistanlıların kısa vadede demokrasiyi hedeflemesi anlamlı da değildir.Bütün iç dinamikleri hırpalanmış bir toplumun öncelikle kendine gelmesi ve toprak temelinde ulusal kurtuluşu yeniden örgütlemesi gerekmektedir.Her ne kadar  altyapı unsurlarının üstyapıyı önemli ölçüde etkilediği,hatta belirlediği modern toplumların aksine,Kürdistan'da üstyapı unsurları da altyapıyı etkileyebilecek ölçüde etkili ve güçlü karakterde olabilse de kadın kotaları,eşbaşkanlık sistemi gibi uygulamalar  kadının üretimde yeralmadığı ve bireysel ekonomik özgürlüğüne sahip olmadığı koşullarda  "sürdürülebilir" bir "demokratikleşme" ye işaret etmez.Hatta kıran kırana bir mücadele ile elde edilmeyen ve bahşedilen/kolayca geri alınabilir durumdaki bu haklar kadın mücadelesine uzun vadede zarar verme potansiyeline sahiptir.Örneğin,TC kadınlara seçme seçilme hakkını İsviçre'den önce vermiş olmakla övünen bir resmi ideolojiye sahiptir.Ancak bu daha erken hak tanıma durumu TC'nin kadın hakları alanında İsviçre'den daha ileride olduğunu göstermez.Hatta olgu tam tersidir.Çünkü TC'de kadın hakları Kemalizm'in üstyapı üzerinden modernleşme politikası üzerinden gündeme gelmiştir,İsviçre'de ise ciddi bir kadın hakları mücadelesinin sonucunda.

Kuzey Kürdistanlılar Frantz Fanon'un "İlk Kurşun" teorisini bir dönem çokça tartıştılar.Görülen o ki, Kürdistanlılar sömürgeciliğin ağır tahribat yarattığı eski zavallı kişiliklerini ağır yaralamış,ancak o dönemde sıkça iddia edilenin aksine öldürememişlerdir.Ve ne yazık ki o sömürge kişilik "demokratik","demokratikleşme" ve "Türkiyelileşme" argümanları üzerinden "iyileşerek / iyileştirilerek" tekrar aramıza dönmüştür.Neyse ki Ortadoğu'daki ve Rojava'daki gelişmelerin düzeyi ve Kürdistan'ın sosyal ve ekonomik koşulları bu "hasta"nın daha fazla yaşamasına elverişli değildir.

ZÜLKÜF AZEW,28.10.2013

99092

Zülküf Azew

Sitemizin yazarlarından olup politik ve teorik yazılar yazmaktadır.

Zülküf Azew

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar