Pazartesi Nisan 29, 2024

Metal işçileri sınıfının gücüyle direniyorlar

14 Mayıs’da Bursa Renault fabrikasında başlayan metal işçilerinin direnişi, dalga dalga yayılarak TOFAŞ, MAKO, Çoşkunöz, Ototrim, TürkTraktör, Ford Otosan ve daha bir çok fabrikayı da sardı. İşçiler, faşist Türk Metal-İş sendikasının kendilerini daha fazla oylamasına isyan etti ve sendikayı devreden çıkararak, sınıf hareketi içinde küçük, ama tarihi bir adım atarak, burjuvazi karşısında bir sınıf oluşunun gereğini yerine getirdiler. 

Bu direniş, faşist-sarı sendika nezdinde burjuva devletine, onun sömürü düzenine karşıdır. Çünkü, özellikle son 10 yıllık süreç; işçi sınıfının en fazla ezildiği ve sömürüldüğü, her türlü haktan mahrum edildiğ ve sendikasızlaştırdığı bir süreçtir. Aynı zamanda bu süreç, varolan sendikalarıda sendika olmaktan hızla çıkaran bir süreç olmuştur.

Metal işçilerinin direnişi, güçlü bir örgütlülüğe, komünist ve devrimcilerin güçlü örgütlülüğü de söz konusu olmamasına karşın, kendiliğinden bir sınıf hareketinin boyutunun bu denli olması, sınıflar arası mücadele gerçekliğinin kendisidir. Seçim süreci ve yer yer işçi sınıfı içinde reformist rüzgarların estirldiği bir ortamda, gündeme damgasını vuran bir sınıf gerçekliğidir.

Sınıfın en küçük kitlesel hareketi ve özellikle önemli sanayi kollarındalki işçilerin sınıf hareketi, gündeme damaga vurmaması söz konusu olamaz. Kendi dışındaki sınıfların bütün dikkatini çeker ve etkiler. Mücadelesinin başarısı, ezilen sınıflara umut verirken, burjuvaziyi ise tedirgin eder. Diğer ve bu direnişte olduğu gibi.

Her işçi direnişi ve  her grev, işçilerin sınıf bilinci kazanmasına hizmet ettiği gibi, sınıf olarak örgütlenmelerini de genişletir ve nitelikleştirir. Daha önceki direnişlere katılan işçilerin dediği gibi; “direniş ve grev öncesi beş vakit namaz kılarken, şimdi beş vakit komünizm propagandası yapıyoruz.” 

Metal işçilerinin direnişinin sonu ne olursa olsun, bu direniş onlara gelecek günlerdeki mücadele için çok şeyler kazandırıyor. Ve onlar direnişleriyle komünizm okulundan geçiyorlar.

Kapitalist sistem varoldukça, burjuvaziyle işçi sınıf arasındaki mücadelede sürecektir. Ta ki, işçi sınıfı burjuvaziyi yıkıp kendi iktidarını kurana kadar. Toplumsal tarihin bu kaçınılmaz anı, er ya da geç gelecek. Bu tarihsel gelişmenin önünde hiç bir gerici zorbalığın durmasının olasılığı söz konusu değildir.

İşçi sınıfı oraya; grevlerle, direnişlerle, işgallerle, protestolarla, barikatlarla varacaktır. Bu süreç içinde kendi sınıf partisiyle ilişki kuracak, sınıf bilincini bu mücadele içinde alacaktır. O zaman daha örgütlü ve daha bilinçli olarak, kendi sınıf çıkarlarının bilinciyle hareket edecektir. Zamanı geldiğinde geri çekilecek, zamanı geldiğinde ileri atılacaktır. Bunu belirleyecek olan; ekonomik ve siyasal koşulların yanında sınıfın bilinci ve örgütlülüğünün düzeyi olacaktır. 

15-16 Haziranları, 1970’in ikinci yarı süreçlerinileri, 1986 grevlerini, 1994 Zonguldak Maden direnişini, 2009 yılı Aralığında başlayan Ankara Tekel direnişi ve peşinden Gezi’yle mücadelenin daha da kitleselleşmesi ve karşılıklı sınıf çatışmasına dönüşmesi, Türkiye işçi sınıfının tarihinin mücadeleyle dolu olduğu görülecektir. 

Sadece yukarıda saydığımız bu belli başlı işçi direnişlerini ele aldığımızda, Türkiye işçi sınıfının direnişleri hiçte yabana atılacak gibi değildir. Burjuvazi bu direnişleri çok ciddiye aldığı için hep saldırmış ve bu direnişleri kırmak için yoğun çaba harcamıştır. Çünkü burjuvazi sınıf bilinciyle hareket eder ve işçi sınıfının mücadelesinin örgütlü hale geldiğinde karşısında yıkılmaz bir güç bulacağının bilincinde olduğundan, direnişleri daha doğmadan kırmanın ve ezmenin çabası içine girer.

Devam eden metal işçilerinin direnişi, işçi sınıfını küçümseyenlere, ona güvenmeyenlere ve özellikle de işçi sınıfının devrimdeki önderliğini reddedenlere bir kere daha yanıt olmuştur. Burjuvaziyi saltanatından edecek olan sınıf budur ve sınıf hareketi de böyle olur. Ve özellikle bu sınıf hareketi,  sınıf bilinciyle örgütlenip hareket ettiğinde ise, ücretli köleliğe son vererek kendi kaderini çizebilecek bir güce erişecektir. 

Marks ve Engels, Komünist Manifestosu’nu yazarken, bu sınıfın toplumsal tarihi sınıfsız, sömürüsüz bir topluma dönüştürebilecek yegane güç olduğunu bildiklerinden, bu sınıfa güvenmişlerdir. Ve proletaryanın bilimsel teorisini yaratmışlardır.

Daha sonraki Rus, Çin, Arnavutluk ve diğer devrimler marksistlerin düşüncesini doğruladığı gibi, işçi sınıfının burjuvaziyi yıkacak yegane güç olduğunuda doğrulamıştır.

Toplumsal bu deneyimler ve sınıf hareketinin başarısı, sosyalizmin işçi sınıf önderliğinde gerçekleştiği ve gerçekleşeceği, hala yeterince kavranıp bilince çıkartılamamıştır.

Kendine Marksist diyen her örgüt, devrimin önderinin işçi sınıf olduğunu kabul etmelerine karşın, Marksist teorinin gereklerini yerine getirmiyorlar ya da getiremiyorlar. Sınıf içinde çalışmaya, örgütlenmeye, propaganda ve ajitasyona ağırlık vereceklerine, sosyal gerçekliğin ve sınıfın gündeminde olmayan teferruatlarla kendilerini meşgul ediyorlar. Sınıfın dışında ezilen katmanların içinde daha çok yer alıyorlar. Ama sınıf içinde sabırlı ve azimli çalışmayı ise aksatıyorlar. Bir kısmı ideolojik olarak ondan uzak duruken, ona güvenmezken, bir kısmı ise sınıfı esas aldığını söylemesine karşın, başka “esas”larla oyalanıyor ve devrimci enerjinin boşa gitmesine, heba olmasına neden oluyorlar.

Ama, hakkını yememek gerekir; işçi sınıfı içinde ciddi çalışma yapan örgütlenmelerde vardır. Bu da umut vericidir.

Son zamanlarda, ezilen yığınların ve işçi sınıfının sınıf kimliği yerine, alt kimlikleri öne çıkarılıyor. Bunu burjuvazi bilinçli yapıyor. Burjuvazinin bilinçli olarak alt kimlikleri öne çıkarması, işçi sınıfını alt kimlikler üzerinden bölmesi onun sınıf çıkarının bir gereğidir. Ancak, buna, komünist ve devrimcilerin bilerek ya da bilmeyerek alet olması kabul edilebilir bir şey değildir.

Evet, koşullar gereği ezilen alt kimlikleride saymak, onlara yapılan haksızlıklara karşı çıkmak gerekiyor, ancak, komünistler öncelikle sınıf kimliğini öne çıkarmalı ve kitleleri kendi sınıfsal kimlikleri üzerinden örgütlenmeli ve birleştirmelidir. Son metal direnişinde işçiler, devletin ve patronların onlara dayattığı alt kimliklerini bir kenara fırlatıp, sınıf kardeşliği üzerinden direnişe geçtiler. Bu kaçınılmaz bir şeydir. Çünkü burjuvazi işçileri, sınıf olarak eziyor ve sınıf olarak sömürüyor.

Faşist AKP hükümetinin baskıları artırması, sınıf hareketini dizginleyemeye yetmeyecektir. Önümüzdeki günlerde direnişler, salt metal işçileriyle sınırlı kalmayacaktır. Metal işçilerinin direnişi diğer işçilere örnek olacaktır.

Bugün, yapılması gereken; sosyalist devrimin önderi işçi sınıfı içinde çalışmak, örgütlenmek ve ona güvenmektir. Bunu yapmayan bir hareketin komünist olması söz konusu olmadığı gibi, İşçi sınıf önderliğindeki devrim konusunda da ciddi olduğu düşünülemez.

Devrim yapmak isteyenlerin öncelikle işçi sınıfı içinde çalışma yapmaları zorunludur. İşçi sınıfı örgütlü bir güç haline geldiğinde, kendi sınıf gücünün bilincini aldığında, o asla içinde çalışma yapanları, ona güvenenleri yanıltmayacak ve hayal kırıklığına da uğratmayacaktır. Tarih, işçi sınıfının ihanet etmediğine tanıktır. İhanet edenler, onun adına hareket edenler olmuştur.

21.05.2015

 

48754

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Sayfalar