Pazar Nisan 28, 2024

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.
 Eskiden "dam" derlerdi hapishanelere. Dam'a düşenler bilirler; oraya düşüp de birkaç hastalık kapmadan, sakatlanmadan çıkmak mümkün değil. Soğuk duvarlar, demir kapı ve pencereler, rutubet ve havasızlık çürütür mahpusları. Yer gök betondur hapishanelerde. Hastalanmamak için bir gazete parçası dahi koyamazsınız tüm gün betonun üzerinde duran ayağınızın altına. Yeşili görebilmek için bir dal yonca dahi yetiştirmenize izin verilmez. Her şey mahpusun ruh ve beden sağlığını bozmaya göre kurulmuştur. Bu yüzdendir ki Türkiye'de hapishaneler birer morgdur. Dünyada ortalama sayı nedir bilmiyorum ama her hafta beş ölü çıkmaktadır morg tipi Türk hapishanelerinden. İnanılır gibi değil, her hafta beş ölü!
 Bu morglarda şimdi yüzlerce insan ölüm sınırında yaşam savaşı veriyor. Ölenler yüreklerinde eşlerinin, çocuklarının ve yakınlarının ateşten hasretiyle derin bir sessizliğin içinde kaybolup gidiyorlar. Kimse farkında değil bu acılı sonsuz gidişlerin.
 Cezaevinde sakatlanma tehlikesi ile karşı karşıya olan hasta tutsaklardan biri de Muharrem Erbey'dir. Her tutsağın olduğu gibi Diyarbakır cezaevinde yatan Muharrem Erbey'in de yaşamı devletin güvencesi altındadır. Gel gelelim ne Muharrem Erbey, ne de diğer hasta tutsaklar hükümetin umurundadır.
 Muharrem Erbey belinden rahatsızdır, hızla ilerleyen hastalığı nedeniyle sakatlanma riski altındadır. Cezaevinde bakım ve tedavisi de mümkün değildir. Kanuna bakılırsa tutuklama güya bir tedbirdir. Gelgelelim kanunun bu hükmü kâğıt üstünde kalmaktadır. Bitmek bilmeyen tutuklamalar muhaliflerden öç alma cezasına dönüşmüştür. Muhalifseniz ve yakanızı hâkimlere kaptırmışsanız vay halinize! Hâkimler neler yaşadığınızı umursamadan sizi keyfi olarak o morglarda tutarlar. Kimse de bu hukuksuzlukların hesabını sormaz onlardan.
 Tutukluluğu cezaya dönüşen tutsaklardan biri de Muharrem Erbey'dir. İki çocuk babası olan bu genç adam yıllardır o nemli karanlıkta tutuluyor. Peki suçu nedir Muharrem Erbey'in? Suçu düşünce adamı olmaktır. Dünyanın Ortaçağ'da kaldığını sandığı bir suçun, düşünce suçunun bedelini ödüyor yıllardır tutulduğu hapishanede.
 Fikir insanı fukaralığı çeken ve bu nedenle de bilim, teknik, edebiyat ve güzel sanatlarda çorak kalan bu coğrafyada Muharrem Erbey gibi insanlar el üstünde tutulacakken hapishanelere tıkılıyor. Çünkü egemenler düşünen insanların yaydıkları ışıktan ürküyorlar. Korkularını düşünce insanlarını hapishanelere kapatarak bastırmaya çalışıyorlar.
 Muharrem Erbey istese pek çok işbirlikçi gibi bu düzenin nimetlerinden faydalanıp konforlu bir hayat sürebilirdi. Artık eşi ve çocukları için de bir zindana dönüşen hapishanede değil saray tipi evlerde yaşayabilir ve popüler kültürün yıldızlarından biri olabilirdi. Ancak o sadece kendisi için yaşayacak kadar kör ve sağır bencilliğin pençesine düşmedi. O onurlu bir aydındı, yüreği insanlığın iyiliği ve aydınlık geleceği için çarpan ve barışçı düşünceleri dünyaca önemsenen bir düşünce adamıydı. Bu nedenledir ki konuşmacı olarak davet edildiği Belçika, İsveç, ve İngiltere parlamentolarında, Cenevre'deki B.M. binasında panel ve konferanslara katıldı, konuşmalar yaptı. Japonya'dan Amerika'ya kadar dünyanın birçok yerinden gelen STK temsilcileri ve heyetlerle görüştü, onlarla çeşitli konularda görüş alışverişinde bulundu.
İşte savcılar bu parlak düşünce adımını bu fikirsel gayretleri nedeniyle suçluyorlar,  hâkimler de onu bu fikri faaliyetleri nedeniyle hapishanede çürütüyorlar. Devlet tipi demokrasinin komikliği budur işte.
 Hani deseler ki, "Biz bu insanı düşünceleri nedeniyle hapiste tutuyoruz,"mesele kalmayacak. Bu düzen tarafından Ortaçağ karanlığında tutulduğumuz resmen tescil edilmiş olacağı için teselli bulacağız. Gelin görün ki içeride olan herkese bir damga vurulduğu gibi, Muharrem Erbey için de, "KCK'lidir,"diyorlar. Yoksa nasıl hapiste tutacaklar! Peki deliliniz var mı? Ortada delil diye bir şey yok, delilin zerresi yok. İnsanların hayatını cezaevlerinde karartmak için delile gerek duyulmuyor, çünkü hukuk işlemiyor.
 Muharrem Erbey'in suçlandığı düşünceler hiç kitap yüzü görmeyen sokaktaki birine bile söylense, o da bir öç almaya dönüşen bu tutukluluğu bir hukuk cinayeti olarak görecektir.
İşte hukuk okumuş hâkimler ve savcılar, aklı başında olup hiç kitap yüzü görmeyenlerin bile komik bulacağı sözde delillerle Muharrem Erbey'i -sağlığını tehlikeye atarak- beton yığını içinde tutmaya devam ediyorlar. O hâkimler ve savcılar bilmiyorlar ki, Muharrem Erbey ve diğer dünya aydınları onların çocuklarının mutlu geleceği için de uğraş veriyorlar. Onların çocukları için de sevdiklerinden uzakta hapishanelerde ömür tüketiyorlar.
 Muharrem Erbey her aydın gibi sadece kendi halkının değil tüm insanlığın vicdanıdır. Onun yeri hapishane değil halkın yanıdır. Onlar demir parmaklıklar arkasında kaldıkça hiçbirimiz özgür olamayız. Çünkü onları hapishanelerde tutan cendere hepimizi esaret altına almış.
Tüm hasta tutsaklar ve Muharrem Erbey biran önce serbest bırakılmalıdır. Bu, devletin yerine getirmesi gereken acil bir görevdir. Yoksa yarın çok geç olabilir.
 Muharrem Erbey ve diğer aydınların özgürlüğü bizim özgürlüğümüzdür. Birlikte özgürleşmek için herkese yapacak bir iş düşüyor.
alinakmahmut@hotmail.com   

93052

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Halkın günlüğü gazetesinde yayımlanan bu makaleyi yerinde ve doğru tespitlerinden ayrıca Kaypakkaya'yı anlama ve algılama yönünden değerli bir yazı olması sebebiyle okumanızı tavsiye ederiz.

“Kim Daha Kötü Kaypakkaya’cı?”

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

Sayfalar