Cuma Mayıs 3, 2024

“Örgütlüysek Her Şeyiz Değilsek Hiçbir Şey” de; Bu Nasıl Olacak?

Halk gençliğini, genç kadınları, liseli gençliği, LGBTİ+’ları, değişik inançlara mensup kitleleri ya da daha genel bir ifade ile geniş halk yığınlarını maruz kaldıkları, sömürü, baskı, şiddet, asimile etme, yok sayma ve imha etme politikasına karşı mücadelesinde örgüt, tarihsel önemde bir rol oynar.

Sitemin çarkları arasında can çekişen yığınların mücadele etmekten başka çıkar yolu yoktur. Zira mevcut sistem, varlığını sürdürdükçe dizginsiz bir sömürü, zincirlerinden boşanmış azgın bir şiddet sarmalında soluksuz kalmaya mahkûm kalacaktır.

Örgüt (organization), geniş emekçi yığınların, onları, ezen, sömüren hâkim sınıflara karşı vazgeçilmez aracıdır. Vazgeçilmez ve tarihseldir, çünkü kitleler ancak ve ancak örgütlü bir zor aracı olan, tüm kurumları ve organlarıyla bir ezme aracı olarak işlev gören en büyük örgüte, devlete başka türlü karşı koyamaz.

Yığınların insanca bir yaşayabilmek, temel hak ve özgürlüklerini koruyup geliştirebilmek adına mücadele etmekten başka yolu yoktur. Yığınlar söz konusu talepler uğruna mücadeleye giriştiğinde karşılarına tepeden tırnağa örgütlü bir güç bulurlar. Buna karşı koymanın, kendini koruyup, kazanım elde etmenin ve de kazanımları koruyup ileri taşımanın başlıca yolu örgütlenmekten, örgütlü hareket etmekten geçer.

İşte tam da bu yüzden örgüt, hangi düzey ve biçimde olursa olsun ezilen yığınların özgürlüğü ve kurtuluşu için kritik bir role sahiptir. Ezilenlerin yaşam koşullarını iyileştirecek her türlü demokratik oluşumlardan daha karmaşık ve sistemi doğrudan hedefleyen yapılara kadar hangi amaç ve hedef etrafında kurulmuş olursa olsun, her örgüt tam da bu özelliğinden dolayı sistemin hedefi haline gelir.

Kendisi mevcut örgütsel yapısını günün acil ihtiyaçları ekseninde sürekli yenileyip mükemmelleştirirken yığınların ne düzeyde olursa olsun örgütlü hareket etmesine, örgütlenmesine kesinlikle izin vermez. Olabildiğince böylesi taleplerin önüne engel çıkarır. Bunu başaramadığında kendisi için tehlike oluşturmayacak bir yaklaşımla hareket etmesi için yoğun çaba sarf eder. Çoğunlukla söz konusu örgütlerin mücadele çizgisini bulanıklaştırmaya, kendi sınırları içine çekmeye ve etkisizleştirmeye çalışır. Çoğunlukla da bunu söz konusu örgütlerin yönetici organlarını başka bir ifade ile önderliğini teslim almaya, onları kendi çizgisine çekmeyi amaçlar. Özellikle de yığınların öfke ve tepkisini biriktirdiği ve artık patlama noktasına geldiği dönemlerde sistematik bir politika olarak böylesi örgütlerin önünü açar. Böylece yığınların fay hattında biriken enerjiyi açığa çıkarmaya çalışır.

Öyleyse hâkim sınıflar açısından böylesine önemsenen ve tehlike olarak görülen örgüt nedir? Nasıl örgütlenir?

Panik yapma örgütlen!

Örgüt, belli bir fikir ve buna paralel ortaya çıkan ilke ve kurallar bütününden oluşur.

Örgüte niteliğini veren hedefleridir. Sözgelimi, bir yöre derneği; belli bir yörede yaşayan insanların bir araya gelmesi ve kültürünü yaşatabilmesi için kurduğu bir örgüttür. Çalışma ve örgütlenme prensipleri ve kriterleri de buna göre belirlenir.

Ya da üniversitede kurulan bir öğrenci derneğini ele alalım. Böyle bir örgüt kurulduğu üniversitedeki öğrencilerin yaşam koşullarını, özlük haklarını korumak ve ileri taşımak amacıyla ortaya çıkmıştır. Burada çerçeve geniştir. Her üniversite öğrencisine seslendiği için örgütlenme ilkeleri, tüzüğü ve programı da buna uygun belirlenmek zorundadır.

Ya da amacı mevcut sistemi yıkmayı, onun yerine de demokratik halk iktidarını kurmayı amaçlayan bir örgütü ele alalım. Söz konusu örgüt bahsi edilen amaçlarından ötürü sistemin yasaları ve hukukunu aşan bir hareket tarzına sahip olmak zorundadır. Aksi durumda hayatta kalma şansı yoktur. Doğal olarak örgütlenme prensipleri de legal, açık değil, gizli olmak zorundadır. Öyleyse örgütün niteliği ve nasıl örgütleneceğini onun amaç ve hedefleri belirler.

Peki, bu örgüt nasıl bir arada duracak, üyeleri arasındaki ilişkiyi nasıl örgütleyecek ve kimler tarafından yönetilecektir?

Bu soruların yanıtı örgütün amaç ve hedefleri yani program ekseninde ortaya çıkan tüzüğü ve hukukudur. Her örgütün önce bir programı, buna uygun bir örgütlenme modeli olmak zorundadır. Örgütü örgüt yapan onun organları, üyeleri arasındaki iş bölümüdür.

Tüzük ya da hukuk diyebileceğimiz bu durum örgütün üyelerini bir arada tutan onlar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir içeriğe sahiptir ve örgüte ruhunu veren temel de burasıdır.

Her devletin üzerinde yükseldiği ve uyması gereken temel çerçeveyi anlatan nasıl bir anayasası varsa her örgütün de herkesin uyması gereken bir kurallar bütününden oluşan bir tüzüğü ve hukuku olmak zorundadır. Bununla, her ister dernek, isterse sendika, ister komünist gençlik örgütü isterse de kızıl ordu olsun her üyesinin uyması gereken temel parametreleri ortaya koymak zorundadır. Bunun olmadığı yerde bir örgütten söz etmek mümkün değildir.

Tüzük mü dediniz?

Tüzük, anayasa toplumsal bir sözleşmedir. Toplumun tüm üyelerinin temel haklarını ve çıkarlarını koruyan ve herkese eşit mesafede olan bir taslaktır. Kuşkusuz her sistem kendini devam ettirecek bir anayasayla ortaya çıkarır. Bu ilkel köleci toplumdan feodalizme, oradan kapitalizme ve halk iktidarından sosyalizme kadar böyledir. Ve gerçek anlamda eşitlik, halk iktidarı ve buradan komünizme giden yolda sağlanacaktır. Ne ki tartışmamız genel anlamda tüzük ve hukukun anlam ve önemi üzerinedir.

Bu tüzük ya da anayasa örgütün yönetici organlarını, bunlar arasındaki ilişkiyi görev ve yetkilerini açıkça ortaya koymalı. Örgütün yönetici organlarının görev süresini, yetkilerinin sınırlarını belirler. Örgüt üyelerinin onların nasıl denetleyeceğini, takip edeceğini açıkça ortaya koyar. Bugün egemenler arasında -başta başkanlık olmak üzere- gerilimin tırmandığı pek çok başlıkta tartışmaların yapılanın anayasaya uygun olup olmadığına gelmesi, getirilmesi boşuna değildir. Atılan her adımın anayasaya uygunluğunun tartışmaya açılması ya da söyleneni desteklemek veya çürütmek için anayasaya başvurulması bundadır. Zira anayasa savunulduğu haliyle tüm bir toplumun iradesini yansıtır ve en üst iradedir. Toplum mevcut anayasayı yenilemediği sürece geçerli olan budur.

Öyleyse diyebiliriz ki tüzük ve bunun etrafından gelişen hukukun sağlıklı doğru bir şekilde yaşama geçirildiği bir örgüt; canlı, dinamik bir örgüt olur.

Her örgüt geleceği hakkında söz söyleyebilecek her üyesinin, iradesini alarak gerçekleştirdiği genel kurullar, konferans ya da kongrelerle bir sonraki seçime kadar iradesini bir yönetici organa devreder. Bu organ iki dönem arasında söz konusu örgütü yönetmekle görevlidir. Yetkisinin sınırları ve diğer yönetici organlarla nasıl ilişkileneceği tüzük hükümleriyle belirlenmiştir.

Merkezi bileşimlerde (kurultay, konferans vb..) seçilen sayıdaki üyelerin oy birliği ya da salt çoğunluğu ile karar verilmek zorundadır.

Yönetici organda herhangi bir nedenle,(ölüm, hastalık ya da tutuklanma vb.) yaşanan bir azalma tüzük hükümlerine göre tamamlanmak zorundadır. Yani “ben zaten genel kurulda seçilen iradeyi temsil ediyorum” diyerek bir sonraki seçime kadar yönetim sürdürülemez. Bu zaten mevcut tüzüğün ihlali anlamına gelir.

Seçimlerle gelen yönetim salt çoğunluğunu kaybettiği, tüzük hükümlerine göre merkezi iradesini tamamlayamadığı durumda yetkisini kaybeder. Bu durumda bu örgüt olağanüstü kurultaya, konferansa gitmek zorundadır.

Bir örgüt tam da onu var eden üyelerini ve ilgi duyan kitleyi bir arada tutan adeta bir harç işlevi gören tüzük ve hukukuna uygun davrandığı zaman güçlenir, büyür. Devrimci iddiası olan ve her dönem düşmanın saldırısı altında bulunan bir örgütü gerçek anlamda yenilmez ve yıkılmaz kılan da yine bu özelliğidir.

Aksi durumda herkesin her istediğini bildiği gibi yaptığı, gücü elinde bulunduranın her istediğini yapmaya çalıştığı bir yerde, bir gelişmeden bahsetmek mümkün olmaz. Böyle bir örgütte bir arada durma, birlikte hareket etme duyguları körelir, ayrışma ve dağılma öne çıkar.

Önderlikte tüzüğe, hukuka uyacak mı?

Burada belirleyici olan seçimle işbaşına gelen yönetici organın tavrıdır. Bununla birlikte söz konusu yönetici organı denetleyen, onu mevcut tüzük ve hukuka uymaya zorlayan diğer organlar ve üyelerin tavrıdır.

Demokratik hesap sorma/verme kültürünün geliştiği bir örgütte bu zor değildir. Ne var ki demokratik devrimini gerçekleştirememiş bizim gibi ülkelerde ister çevre derneği olsun isterse de sendika olsun,  seçimle işbaşına gelen yönetici organın kısa sürede tüzük hükümlerini ayaklar altına aldığına sıklıkla tanık olunuyor. Benzer bir durum devrimci örgütlerde de karşımıza çıkabilmektedir. Hesap sorma, denetleme ve görev ve haklarını bilerek hareket etmenin zayıf olduğu bir politik iklimde yaşıyoruz.

Alt kademelerde görevlerin öne çıktığı, yönetici organlara çıkıldıkça hakların tartışıldığı bir ülkede yaşıyoruz. Sadece AKP hükümetinin son birkaç yılına bakmak bile bunu anlamak için yeterlidir. Özellikle 15 Temmuz sonrasında FETÖ’cü olduğu iddiasıyla on binlerce insan açığa alınıp, görevden atılıp tutuklanırken, onlarla yıllarca iş tutan ve suyun başında duranlardan hesap sorulmuyor. “Ne istediler de vermedik” diyenlerin bu işteki sorumluluğu tartışma konusu olmuyor.

Yönetici organ ya da önderlik bir örgütün en önünde yürüyen ideolojik, politik ve örgütsel anlamda gelişmeye en açık, en hareketli ve birikimli kadrolarından oluşmalıdır.

Önderlik, mevcut tüzük ve hukuka ilk uyması gereken organ olmalıdır. Zira onun hataları diğer organ ve üyelerinin yanlışlarından daha yıkıcı sonuçlar üretir. Merkezde bulunmasından dolayı hata ve zaafları kısa sürede örgütün bütüne hem de daha kapsamlı ve yıkıcı bir şekilde yansır. Önderlik, seçimle iş başına geldiği, derneği, sendikayı ya da devrimci örgütü geliştirmek istiyorsa en başta örgütün tüzüğünü uygulamak zorundadır. Bu yapılabildiğinde ve örgütsel işleyiş ve hukuk sağlıklı işletildiğinde canlı, nefes alan, düşünen bir örgütten söz etmiş oluruz. Böylece örgüt onu var eden zemine sıkı sıkıya sarılmış, nefes damarları açılmış olur. Amaçlarına uygun bir faaliyet örmesinin, böylece daha güçlü bir zemini olur. Tüzüğünü, mevcut hukuk ve ilkelerini, organlarını işletmeyen bir örgüt ne kadar doğru tespitler yapar ve politikalar üretirse üretsin bunu yaşama geçirecek enerji kaybettiği ya da bu ruhu yara aldığı için başarılı olamaz.

Önderlik tam da bunun için vardır. Örgüt, iradesi bir sonraki seçime kadar yönetici organa yetkisini vermiştir ancak onu da ortaya koyduğu tüzük ve hukukla her daim denetlediğini/ denetleyeceğini de deklare etmiştir.

Yönetici olmak bu organa her istediğini yapma hakkı tanımaz. Örgütün tüzüğü her şeyin üstündedir zira örgütü bir bütünün iradesini yansıtır. Bir sonraki bileşimde irade tarafından yeniden düzenlenene kadar buna uyulmak zorundadır. Öyleyse örgütü güçlü kılan; ilke ve kurallarına sahip çıkması diyebiliriz. Bunu ilk ilden yaşama geçirmesi gereken organ ise toplamın iradesini temsil ettiği için önderliktir. Önderlik bunu örgütün ilke ve hukukuna herkesten fazla sahip çıkarak yapar/yapmalı. Aksi bir durum yıkım anlamına gelir.

İlkelerine sahip çıkan, organlarını işleten ve bu çerçevede hareket eden bir önderlik, söz konusu örgütün niteliğine uygun bir şekilde gelişip güçlenmesine vesile olur.

Ortaya çıktığı amacı etrafından bir çekim merkezi haline gelir, yığınları örgütler ve sisteme karşı bir direnç odağı olur. Yığınlarda örgüt ve örgütlenme bilincini geliştirir. Bu sistemin ideolojik, politik, kültürel anlamda her saldırısına karşı inşa edilen bir duvar anlamına gelir.

Açıkça söyleyebiliriz ki, üzerinde yükseldiği programa uygun hareket eden, mevcut tüzük ilkelerini yaşama geçiren bir örgüt ve onun iradesini yansıtan ve örgüt hukukuna herkesten fazla sahip çıkan bir önderlik, yığınları kucaklamanın ve başarının anahtarıdır.

 

Yeni Demokrat Gençlik Dergisi Kasım 2016 sayısından alınmıştır.

45581

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Kürtlere Kadın, çocuk, yaslı ayrımı dahi yapmadan topyekün saldıran katil devlet …

Türkiye Cumhuriyeti Devleti topraklarını ilhak ettiği ve zulmettiği Kürtlere nasıl da saldırıyor?.. Nasıl da katmerli baskı ve tahakküm uyguluyor?.. Uyguladığı zorbalığı nasıl da en üst boyutlara tırmandırıyor?.. Tüm bunların sonucu devlet sokağa çıkma yasağı ilan ederek, topuyla, tankıyla, her türlü silahla Kürtlerin evlerini, barklarını yakıyor, yıkıyor, yağmalıyor…  Binlerce yıldır yaşadıkları topraklardan Kürtler böylesi kanlı bir tehcire zorlanıyor… 

Kentsel dönüşüm

Kentsel dönüşüm, kentin tarihince oluşan denetim dışı alanların düzenlenmesi ve yaşayan insanları bu düzenlenmeye göre biçimlendirme ereğidir. Kentin, sistemin ve geleceğinin planlanmasının bir adımı olarak sunulan bu yaklaşım; egemenlerin ideolojik, politik, ekonomik ve idari ihtiyaçlarının karşılanmasını hedefler. Bu hedefin gerçekleşmesi için öncelikli olarak bunun bir ihtiyaç haline gelmesi yada ihtiyaç olduğunun ön kabulünü koşul lamasıdır. Bu ön koşullar dizisi olmadan süreç başlatılamamaktadır.

Hendek Birliği

Kürt halkı yenilsin yenilmesin, iyi direndi ve iyi direniyor. Kitleler şehirlerde kendilerini savunmak istediklerinde, zorunlu olarak barikata ve hendeğe baş vururlar. Bazı aydınların hendeklere karşı çıkmasının, hendeklerin kapatılmasını talep etmesinin hiçbir anlamı yoktur. Kürtler hendeklerde sadece kendi ulusal hakları için değil,

Türkiye'nin demokratikleşmesi için de direniyorlar. Devrimciliğin ve demokratlığın bugünkü mihenk taşı hendeklerdir. Hendeğin hangi tarafında duruyorsun? Hendeği kazanların tarafında mı, kapatmak isteyenlerin tarafında mı? 

Katliam bir devlet geleneği ise isyan da bir halk geleneğidir

7 Haziran seçimlerine HDP'nin parti olarak gireceğini açıklaması ile başlayan katliamlar bugün AKP'nin iktidarını koruma yöntemi olarak karşımıza çıkmaktadır. 7 Haziran'dan önce çıktığı her meydanda yapacağı katliamların propagandasını yapan, dört bir yana tehditler savuran AKP hükümeti bugünlerde tehditlerini hayata geçirmiştir.

Katliam bir devlet geleneğidir

FAŞİZME KARŞI BİRLİK OLUP MÜCADELE ETMENİN KAÇINILMAZLIĞI

Yalan, demagoji ve artan ölçüde devlet terörü ve korku, faşizmin en temel özellikleri arasındadır. Halkı, bu taktiklerle korkutur, sindirir ve ezer. Ve bununla beraber, “vatan haini” demagojisiyle, ilerici olan kesimlere karşı geri yığınları peşinden sürüklemeyi başarabilir. Ve böylece, geniş bir kitle desteğini de arkasına alarak, sermayenin çıkarları doğrultusunda ülkenin aydınlık yüzüne karşı savaş açar. Bugün ülkemizde fazlasıyla yaşanan da budur.

ADİLOŞ BEBE'DEN , MİRAY BEBE'YE

''..bunlar, engerekler ve çıyanlardır,bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır, tanı bunları , tanı da büyü...'' diyerek Kürt halkının çocuklarının henüz kundakta başlayan acı ve dramını anlatan Ahmet Arif'in şiirine yansıyan gerçekleri hiç değişmeden bugün de aynen Miray bebek şahsında yaşıyoruz.Ama maalesef daha tanımadan öldürüldü.

Önce eşitlik, sonra Kardeşlik! DTK Kongresi ve Özerkliğe dair

Osmanlının son sürecinde ortaya çıkan ittihat ve terraki adlı Jön Türk hareketi olan milliyetçi  türkçü akım önce 1915 Ermeni/ Süryani soykırımını gerçekleştirmiş ve 1920 TC`nin kuruluşunun hemen sonrasında da  TKP Önderleri Mustafa Suphi,Ethem Nejat ve yoldaşlarını hunharca Karadeniz sularında katlettirmiş ve 1925 den bu yana da Kürtlere karşı imha ve inkar politikalarına girişmiştir.

TKP/ML: “Ölüm; Özgürlük, Devrim Ve İdeallerimiz İçin” Diyenlere Bin Selam Olsun!

“Al, yüreklerinden bir parça koy yüreğine

kokuları serin bir bahar rüzgarı gibi

çek içine.

şafak vakti dağın ardında selamla onları

söz ver,

başarılacak de,

de ki gülümsesinler

de ki arkada kalmasın gözleri.”

Türk, Kürt Uluslarından Ve Çeşitli Milliyetlerden Emekçi Halkımıza;

Soykırımın yeni adı: "Kürtleri Çökertme-Çöktür."

        Faşizm her coğrafyada aynı karakteristik özelliklere sahiptir. Çünkü aynı ideolojik kaynaktan beslenmekte, yasalar çıkarmakta, yürürlüğe koymakta, katliam ve soykırımlar yapmaktadır. 12 Eylül askeri faşist yasalarıyla yönetilen sözde parlamenter sistem, 12 Eylül faşizminin devam ettiricisidir. Bugün artık ülkemizde faşizm tanımı üzerinde tartışmanın bir gerekliliği yoktur ve kalmadı da. Faşizm bir devlet biçimidir. Faşizme, faşist zulme, baskıya katliamlara karşı çıkan herkes ," düşman, hain, terör yandaşı, terörü destekleyen güruh" olarak  damgalanmaktadır.

Faşizm kadın devrimcilerden intikam alıyor - Ziya Ulusoy

Erdoğan faşizmi, generalleri ve polis şeflerini, kadın devrimcilerin katledilmesine seferber etti.

Yalnızca son aylarda İstanbul'da Günay, Dilek, Dilan,Yeliz, Şirin, Kürdistan'da Güler, Sakinelerin öldürülüşünün yıl dönümünde Seve, Fatma, Pakize yoldaşları katletti. Ayrıca, çocuk büyük demeden çok sayıda kadını da kuşatma altına aldığı Kürt ilçelerinde öldürdü.

Ergenekoncu Perinçek Faşizmin Kelle Avcılığına soyundu

   Türkiye devrimci hareketine elli yılı aşkın musallat olan, bir koluna Kemalist  faşizmi takan, diğer koluna ise devrimcileri takmaya çalışan  Doğu Perinçek devletin en sadık elamanı, akıl hocası ve tetikçisidir. Bugün teorik   faşizmin ve devletin teorisyenliğini yapan karşı devrimci faşist güruhun başını çeken çok önemli bir elemanıdır. Geçmişte İbrahim Kaypakkaya’yı öldürtmek istemiştir. Ama görevlendirdiği kişiler Kaypakkaya'yı tanıyan, Kaypakkaya’ya güvenen çıkınca Perinçek ve ekibinin katletme planı tutmamış, boşa çıkarılmıştı. İrfan Çelik bu komplonun canlı tanığıdır.

Sayfalar