Pazartesi Haziran 3, 2024

Rojava ve Karabağ / Nubar OZANYAN

İşgal altında olan Rojava ve Karabağ, Kürt ve Ermeni halklarının kalbine saplanan iki kanlı bıçak gibi duruyor. Parçalı ve yaralı… Her iki kadim toprak parçası, zalim ve soykırımcı Türk devleti tarafından işgal altındadır.

İttihatçı Kemalist Türk devleti, önüne kattığı ölüm sürüleriyle işgal ve katliam gerçekleştirerek yeni haritalar çizmeye çalıştı. Ancak haritalar kimi zaman işgalci devletlerin hatırlamak istemediği hikayeleri de anlatır. O hikayelerin en canlı yerinde boyun eğmeyen halkların bitmeyen özgürlük özlemi yazılıdır.

En fazla aranan, en çekici, en büyüleyen değişik tarzda tanımlanan, en çok anlaşılmak istenen ve uğruna acı çekilip sayısız bedel ödenerek savaşılan değerin başında gelir, özgürlük. Özgürlük kavramına bugün bilinen tanımına ek yapıp yeni bir anlam daha yüklemek gerekir.

Zorunlulukların kavranması ve değiştirilmesi sorumluluğu olan özgürlük kavramına halkların öz savunması için askerileşme de yazılmalıdır. Bu sağlanılamadığında bütün tarihi birikimler, emek ve bilimle yaratılan kazanımlar bir çırpıda yok edilmekte yakılıp yıkılmaktadır. Bu gerçeklik daha fazla bilinir hale geldi.

Karabağ’da halk, topraklarından çekilirken düşman eline geçmesin diye evlerini ataşe verdi. Dumanları savuran rüzgara doğru yönlerini verip yola koyuldular. Tarihi kiliseler harabeye çevrildi. Mezar taşlarının üzerindeki haç işaretleri büyük bir kinle parçalanarak yıkıldı, tahrip edildi.

Esir alınan Ermeni askerlere yapılanlar sosyal medya üzerinde görüntülendiğinde yaşanan zulmün adının Kürdistan mı Karabağ mı olduğu yönündeki benzerlikler o kadar yakındı ki!

Orası Karabağ mı yoksa Kürdistan mıdır?  

Ortadoğu ve Kafkas halklarının özgürlük istem ve talebi dünden daha fazla ortaklaşmıştır. Öz savunmaları için kendi eylemlerini birlikte örgütlemede başarılı olamadıklarında yıkım, yokluk ve sürgünle birlikte tarihsel topraklar daha fazla el değiştirecektir.

Bugün halklar artık kalem ve çekiçle birlikte silah kullanmayı öğrenmek gibi ciddi bir görevle karşı karşıyadır. Yoksa ne damını ne toprağını koruyabilir. Soykırımcı işgalcilere karşı kendini savunmayı da öğrenmek gerekir.

İttihatçı-Kemalist iktidar tarafından en büyük acıları çeken halkların başında gelir Ermeni-Kürt-Rum halkları. Bugün yeniden aynı halklar, R.T. Erdoğan diktatörlüğü tarafından benzer acılara maruz bırakılmaktadır. 19 Aralık günü Fransa’nın Marsilya şehrinde gerçekleştirilen Erdoğan karşıtı mitingde bu üç halkın bayrakları birlikte, kardeşçe, iç içe dalgalandı. Omuz omuza haykırılan sadece “Katil Erdoğan” sloganı değildi.

Birlikte dinlenen sadece direniş ve kahramanlık türküleri de değildi. Aynı zamanda halkların özgürlük istemleri adalet ve hak arayışlarıydı haykırılan. Umutlardı yüksek sesle dile getirilen. Katliam küllerinden direniş iradesiydi birlikte ortaya konan. Fransız direnişinin ünlü “Marseleise” karıştı Kürt-Ermeni-Rum halklarının direniş sloganlarına.

Halklar işgalci barbarlığın korkak saldırıları altında şehitlerini gömerken yas tutmaz. Binlerce evladını toprağa verirken yas tutacak zamanları olmadığını iyi bilirler. Halklar bazen hayal kırıklığı yaşasalar da kazanmak için savaşmaktan; ölüm pahasına direnmekten başka bir çıkış yolunun olmadığını zaman içinde öğrenir.

İyi bilirler ki işgalciler gelip evlerini yıktığında yeniden evlerini yapacaklar. Buğdayını pamuğunu yaktığında yeniden ekecekler. Ovalardan kovarlarsa dağlara çekilecekler. Ama mutlaka yaşayacaklar. Büyük bir umutla hatasız ve güçlü öncüler aradıklarında bunun hiç olmayacağını anlayıncaya kadar uzun zaman geçecektir. Ancak bir gün en büyük gücün kendileri olduklarını mutlaka anlayacaklar.

Özgürlük halklar için söylenen bedelsiz ve soyut bir kelime değildir.

3453

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Sayfalar