Cuma Mayıs 3, 2024

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir. Elbette bu yöntem yeni değildir. Antik çağ Yunan döneminden beri bilinir ve yeri geldiğinde gerçekleri çarpıtmak isteyenlerce kullanılır. 

Marks-Engels’in diyalektik materyalizmle kendilerinden önceki felsefeden bir kopuş sağlaması safsatacılığa önemli bir darbe vurmuşsa da, halen sınıflı toplumlarda yaşıyor olmamızla bağlantılı olarak devrimci saflarda dahi bunun görüldüğü olmaktadır. Mesela 3. Enternasyonal’in çöküşü tartışmalarında sosyal şovenizmin teorisyenlerinden olan, bir dönemin büyük devrimcisi Plehanov’un safsatalarıyla Lenin’in uğraşmak zorunda kaldığını görüyoruz. “Diyalektiğin yerine safsatayı koyma soylu sanatında Plehanov rekor kırmıştır” der Lenin ve devam eder: “Safsatacı, ‘kanıtlar’dan birini çekip alıyor, oysa daha Hegel, dünyada her şey için kesinlikle ‘kanıt’ bulunabileceğini söylemişti haklı olarak” der. (Lenin, Seçme Eserler, C: 5, s. 191) Tabii safsatacılıkla hareket eden Plehanov, Kautsky ve diğerleri tam da gerçekle yüzleşmeyi reddettikleri için 3. Enternasyonal’in çöküşüne yol açtılar. Lenin ise gerçeklerin devrimciliğinden beslenerek, tüm dünya ezilenlerine büyük zaferler armağan etmiştir. Sadece bu örnek dahi safsata ile diyalektik yöntem arasındaki farkı kavramanın, bunları ayıklamanın ne kadar önemli olduğunu bize gösterir.

Komünist partilerin de yaşayan organizmalar olduklarını, dolayısıyla her dönem çeşitli sorunlar, krizler yaşanabileceğini biliyoruz. Uluslararası komünist hareketin tarihi kadar kendi tarihimizde de bunun sayısız örneği vardır. Bilinir ki, bir sorun, bir kriz çıktığında kimse tartışmadan, polemiklerden kaçınamaz. Zaten komünist partilerin çelikleşmesi, yaşamın akışını yakalayabilmesi de aynı zamanda bu tartışmalar, polemikler yoluyla yürütülen mücadele ile olmaktadır. Bu yöntem, gerçeğin ortaya serilmesinde temel bir önem taşır. Fakat gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyenler, sorunları birbirine karıştırarak, çok bağırıp kuru gürültü yaparak, karalama ve yaftaları peş peşe sıralayarak bunu engellemeye çalışırlar. Elbette ilk anda bu kuru gürültüleri, safsataları, “gerçek” olarak kabul etmeye yatkın pek çok kişi vardır, olacaktır. Ama çok açık ki Lenin’in dediği gibi “bununla yetinen insanlara ‘düşüncesiz’ ve hafif denir ve kimse onları ciddiye almaz.” Böyle bir duruma düşmemek için araştırmak, süreci anlamaya çalışmak, bütünlüklü bir çözümleme yapmaya çalışmak şarttır.

Hegel’in “tarihsel bütün büyük olaylar ve kişiler sanki iki kez yinelenir” sözüne Marks “Hegel eklemeyi unutmuş: ilkinde trajedi olarak, ikincisinde kaba güldürü olarak” diye ek yapar. Hatırlanacağı gibi örneğin köy boşaltmaların, faili meçhullerin en yoğun olduğu dönemde, sonradan da ortaya çıktığı gibi düşmanın yönlendirmesinin de belli etkisiyle komünist harekete darbe yapılmıştı. Yine komünist parti iç hukuk çiğnenmiş, devrimci kadrolara yönelik saldırılar yaşanmıştı. O zorlu dönemde “konferansçılar” olarak anılan kadro ve militanlar, haklı olmanın bilinci ve inancıyla hızlı bir şekilde yeniden komünist partinin inşasına giriştiler, darbeye karşı çok açık, net tutum aldılar. 23 yıl sonra aynı anlayışla ama bu sefer çok daha dayanaksız savunu ve safsatalara sığınarak komünist harekete aynı şeyler yaşatılmaya ve güçten düşürülmeye çalışılıyor. Fakat bu sefer dogmatizmlerinden     bürokratlıklarına, darbeciliklerine kadar her şey ortada olduğu için vaziyet “kaba bir güldürü” durumunu aşamıyor. Tam da bu yüzden elde kameraların olduğu polisiye yöntemleri aratmayacak tarzda, Özgür Gelecek gazetesine saldırabiliyorlar. Kaba bir güldürü halini aşamıyorlar çünkü ideolojik/politik/örgütsel çizgileri kolektifin son yıllardaki durağanlığının, mücadeleye cevap olamayan halinin yaratıcısıdır. Devrimci kadroların, tamamen tüzüğe uygun şekilde itirazlarının nedeni budur. Çünkü sınıf mücadelesine cevap olamayan bir örgütün devrimcilik iddiasının içi boş bir böbürlenme olduğu hem kendi tarihimizden hem de ustalardan öğrendiklerimizden bilinir. Açıktır ki, öncü misyonunu taşıdığını söyleyen kolektif, artçı teori ve pratikleriyle sınıf mücadelesinden uzak bir noktaya  düşmüştür. Bunu sorgulamak, buna çözümler üretmeye çalışmak, yanlışın nerede olduğunu bulmayı istemek “hizip yapılıyor” safsatasıyla engellenmeye çalışılmaktadır. Oysa çok sayıda komitenin ve Komsomolun imzaladığı bildiride de görüldüğü gibi kolektifin çoğunluğu, çoktan iradesini yitirmiş ve karar alma hakkı bulunmayan ancak sahtekarca en üst organın adını kullananlar tarafından birdenbire “hizipçilik, Menşeviklik…” olarak ilan edilmiştir! Oysa tarihimiz bu tür durumlarda ne yapılması gerektiğini Mehmet Demirdağ ve diğer yoldaşların pratiğiyle göstermiştir. Ama anlaşılan o ki bu anlayış sahipleri, Mehmet Demirdağ yoldaşın pratiğini değil darbeciliğin pratiğini esas almış ve onların yolundan yürümeye başlamıştır. Lenin’in dediği gibi düşmanla savaşmak amacıyla yürüdüğümüz bu yoldan, sizin çağırdığınız darbeci anlayıştan malul “bu yola” gelmeyeceğiz! Siz istediğini yere gitmekte özgürsünüz, biz de bu savaşım yolunda gitmekte özgürüz.

“Gerçekler devrimcidir!”

Kürt sorunundan kadın sorununa, güncel-politik tavırlardan gençlerin örgütlenme politikasına, kullanılabilecek mücadele araçlarına kadar pek çok konunun “somut koşulların somut tahlili” uyarınca ele alınması ve aktif politika izlenmesi zorunluluğu ortadadır. Fakat bu konularda yani politik tavır gerektiren konuların, dogmatik bir tarzda programdan ya da programın dogmatik yorumundan (ki bilindiği gibi kolektifin bir programı yoktur), teoriden çıkarılması kolektifi sınıf mücadelesinden koparan en önemli nedenler olmuştur. Oysa biz ustalardan hangi aracı “mutlak” bir şekilde kullanacağımızı değil, bütün savaşım araçlarına hakim olmamız gerektiğini ve öncesinden mutlaklaştırarak bu konuda elimizi, kolumuzu bağlamamamız gerektiğini öğreniyoruz. (Bakınız: Lenin, C: 10, s. 156, Ne Yapmalı?, s. 52) Biz ustalardan, Marksizm’in bir dogma değil, bir rehber olduğunu öğreniyoruz. Ve “önümüzdeki dolaysız mücadelenin şiarının belli bir programın genel şiarından” (Lenin) çıkarılamayacağını biliyoruz. Politikada kendi güçlerimizin, düşmanın, dost güçlerin ve kitlelerin durumunun tahlilini önemli görüyoruz. İşte tam da bunlarla bağlantılı olarak “sorunların ayyuk çıktığı” konunun HDBH olması tesadüfi değildir. Kaypakkaya’nın çığır açıcı yaklaşımlarına rağmen Kürt ulusal sorununun çözümünde bu kadar etkisiz olunmasına, düşmanın yoğun saldırıları karşısında güçlerin birleştirilmesine karşı dogmatiklerin, “güçlü bir direniş” göstererek darbe yapmaya kadar gitmesini ve bunu “hizipçilik” safsatasıyla örtmeye çalışmasını, sosyal şovenizmin etkisi dışında açıklamak mümkün değildir. Söylem, edimle uyuşmuyorsa bu sorgulanmak zorundadır. Bundan kimse kaçamaz!

Dogmatik bürokratizmin son hali referandum karşısında alınan tavırla ortaya çıkmıştır. Lenin tarafından da çok açık ve net olarak “özel koşullar altında uygulanabilir olan özel bir mücadele aracı” olarak tanımlanan boykot, her koşul ve durum altında savunulan bir “araç” haline getirilmiştir.

Bütün bu bahsettiğimiz konular, son yıllarda proletarya partisi içerisindeki gerilimli konulara işaret etmektedir. Bunlara dair yaşanan tıkanıklıkların bir an önce çözümlenmesi gerekirken, buna yönelik öneriler, tüzüğe uygun atılan adımlar gayrı meşru ilan edilmiş, gerçekler çarpıtılmıştır. Bütün açıklamalara rağmen diyalektiğin yerine safsatayı koyan Plehanovcu iktidar bağımlılarıyla yolumuz aynı değildir. Bu durumda bize düşen, “Gerçekler devrimcidir” diyen Mehmet Demirdağ yoldaşın izinden yürümektir.

44221

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

UYU EY „YİǦİT“ HALK ;Hasan Hayri Aslan

UYU EY YIGIT HALK

UYRUKEN ÖLÜM ACI VERMEZ İNSANA
UYU SEN!...

Atlar ve katırlar kişniyerek tepişiyorlar… Zavallı, yoksul çaresiz halklar ayaklar altında. Onları peygamber belleyen katiller gariban erlerden birinin kellesini kesiyor kameralar önünde. Katiller karanlık yüzlü, kara sakallı pis birer mahluk, öteki kellesiz gariban cesedin başında kurt işareti yapıyor, ağzı kulaklarında. Kurtların, çakalların, yılanların işgali altında memleket!

Durum iyidir !Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

15 Temmuz akşamı faşist klikler arasında iktidara hâkim olma kavgası yeni bir boyut kazandı. Hâkim sınıflar arasında süregelen çelişkinin özü uzlaşmaz bir çelişkidir. Bu uluslar arası emperyalist devletlerin sermaye egemenlik savaşının bir parçasıdır. Faşist klikler arası darbe girişimleri, çatışmalar, öldürmeler, idamlar vb. yeni bir şey değildir. Bu yüzyıllık TC tarihine bakıldığında çokça görülür. Tarih, Ermenilere, Kürtlere, Araplara, Alevilere vb. yapılan soykırımla, katliam ve akıl almaz işkence, zulümle doludur. İttihat ve Terakki’den günümüze bu böyle oldu.

Darbe'nin imitasyon ve fason hali...

Bu ya bir tiyatrodur ki ben öyle düşünüyorum;  ya da sinemanın gala gecesinden yalnızca bir sahnedir ki, düşünmek bile istemiyorum!

Soralım!

Kendi öz savunmamızı güçlendirmeliyiz!! Mahircan

Darbenin her türlüsüne karşı olduğumuz açık. Yıllardır yaşadığımız hukuksuzluğa, sivil darbe örgütlenmelerine, faşizme, gericiliğe, radikal İslamcı katliamcı zihniyete karşı olduğumuz gibi..

Bu tiyatrodan kim yarar sağladıysa, kotaranı da odur.

Egemen sınıfların kanlı-kaos senaryoları ve hesaplaşmaları

15 Temmuz gecesi darbesinin egemen sınıflar arası çatışmanın bir ürünüydü. Özellikle AKP-Gülen cemati arasındaki çıkar dalaşında yenik düşen Gülen cematinin son çırpınışları olarak ortaya çıktığı analaşılıyor. İki faşist-dinci kliğin çatışmasından “demokrasi”nin doğması ya da işçi ve emekçilerin lehine sonuçlanması söz konusu olamazdı.

TKP/ML Merkez Komitesi;“Faşist kliklerin dalaşına değil, halk savaşına taraf ol!”

Türk egemen sınıflarının yaşadığı siyasal kriz derinleşerek devam ediyor. Faşist diktatörlük içindeki klik çatışması 15-16 Temmuz 2016’da ordu içinde örgütlenmiş bir cuntanın askeri darbe girişimiyle yeni bir evreye geçmiştir. Türk egemen sınıflarının tarihinde pek tanık olunmadık bir darbe girişimi olmuştur. Darbe girişiminin başladığı saatten (15 Temmuz saat 21.30), örgütlenme biçimine ve kısa sürede yelkenleri indirmesine kadar fiyasko niteliğinde bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ancak bu darbe girişimi TC tarihi açısından bir ilktir.

Partizan “Darbenin her türlüsüne karşı direnişe, mücadeleye!”

15 Temmuz akşamından başlayarak 16 Temmuz gecesi boyunca devam eden askeri darbe girişimine karşı bir açıklama yayınlayan Partizan “Bugün “Allah’ın bir lütfu olarak” ifade edilen darbe girişimiyle daha güçlenen ve halka yönelik saldırılarına artıracak olan resmi ve resmi olmayan sistem güçlerine karşı, emekçi halkın kendisini korumak için tedbirler alması, darbeleri üreten ve kendisi de bir darbe ürünü olan AKP şahsında sisteme karşı mücadeleyi yükseltmesi “darbe-darbe karşıtlığı” üzerinden yapılmaya çalışılan bölünmeye karşı çıkması varlık-yokluk sorunu haline gelmiştir.

Parti inşası; ve sürekliligi saglanmış önderlik ;Halil Ahmet

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Her birimiz bunun farkındayız kulaklar sağır gözler kör uykuda ölü taklidi yapmanın bir anlamı yoktur.

Tarihsel bir süreçten geçiyoruz.Parti ve önderliğin inşası,doğru bir siyasal hattın MLM temelde sürekliğinin sağlanması her geçen gün daha da hissedilir bir durum olarak kendini dayatmaktadır.

Parti ve önderliğin inşası sürekliliği sağlanmış önderlik olgusu ve bunun la berabar doğru temelde çizginin sürekliliği nin sağlanması dediğimiz olgudan ne anlamalıyız

ÇÖZÜLME, PARÇALANMA VE KUTUPLAŞMA GÜZERGÂHINDA[*]

“Anlarsın niçin uzak yerlere baktığımı,İçinde yaşanmaz bir dünyada yaşıyorum.”[1]

III. Büyük Bunalım’ın yerküresinde, Sykes-Picot’un miadını doldurduğu Ortadoğu’da, nihayet coğrafyamızda devasa bir dissolution (çözülme) fragmantasyon (parçalanma) ve polarizasyon (kutuplaşma) yaşanıyor.

Bunu hâlâ görmeyen, bilmeyen, kavramayan varsa ne yazık.

Çünkü gelecek(imiz) “Fortis imaginatio generat casum/ Zengin hayalgücü, olacakları (önceden) tahmin eder,” kaydı düşülmesi gereken söz konusu gerçeğin biçimleneceği güzergâhtaki çatışmalarla karara bağlanacak.

Gündem'e, düne ve bugüne dair…[1]

“halkımın damlayan kanını gördüm ve ateş gibi tutuşuyordu her damla!”[2]

Bu benim Gündem’e ilk gelişim değil. Yıllar önce, “kirli savaş” döneminde daha çok -orada yaşadığım için- Ankara’da, ama aynı zamanda İstanbul’daki merkez ile Diyarbakır büroda gözüpek genç gazetecilerle yanyana olmanın onurunu yaşamıştım. O zamanlar, gazeteyi yanılmıyorsam Gültan yönetiyordu… Yurdusev haber müdürüydü. Hüseyin dış haberlerde, Ali ve Emine Kültür-Sanat servisindeydiler… Koordinatör yanılmıyorsam Sanlı’ydı…

Neden suriyeli savaş mağdurları istenmez

Dünyamız küresel  emperyalist  semayenin yaşadığı ekonomik kriz sonucu büyük sarsıntılar yaşıyor. Ortadoğu’da başta Amerikan  emperyalizmi olmak üzere,empryalist haydutlar kendi çıkarları,sömürü ve rahatları için insan kanına doymuyor. Daha fazlasını istiyor,kan , katliam kâr, kâr, kâr …Onları kendi çıkar ve menfaatleri ilgilendiriyor. Biz bunları yüzyılın tarihinde çokca yaşadık. Alman emperyalizmi birinci emperyalist savaşta Ermeni soykırımını  İttihat-Terraki paşalarıyla birlikte  gerçekleştirmedimi?

Sayfalar