Pazar Mayıs 5, 2024

Şehrin Işıkları

Şehrin gri havasından akşamın karanlığına yürüyorken, herkes, bir telaşla kaçan trenin arkasından koşar gibi, tempoyla, koşturuyor. Şehir o kadar hızlı akıyor ki; insanlar zamanın ve süreçlerinde aynı hızda aktığını zannediyor. Elleriyle dokundukları, gördükleri ve duydukları her şey bir sonraki gün biçim değiştiriyor, aldıkları kokular değişiyor. Gazeteler bir gün önce yazdıklarını ertesi gün hatırlatamıyorlar bile. Aynı rutinlikte bir süre hatırlatılan şey ne kadar hayati olursa olsun gına getiriyor şehir insanına, Aynı şeye bakmasında aynı şeyi duymasında ve hatta aynı şeyi hissetmesinde ne hissederse hissetsin. Şehir insanı şekli belli, kokusu belli, tadı belli, sesi belli şeylere o kadar alışmış ki; ne kendi iç seslerini duyabiliyor nede iç sesini dillendirenleri. Her şey burjuvanın felsefinde, hâkim olan ideolojisinde anlamını bulurken ve her şey donmuş bir nesneye sıkıştırılmışken ben zamanı bir anlığına durdurmaya karar veriyorum. Herkes olduğu yerde çakılı kalıyor.

Sesler durdu. Adımlar sustu. Gülücükler, ağlayışlar, konuşmalar yudumlanan su, akan dere, dalgalanan deniz, yazı yazan kalem, çiçek satan el, sayfası çevrilen kitap, gazete, uzaklaşan sevda, kavuşma, özlem, tutsaklık, acil yapılması gerekenler, basıma hazırlanan haber, bulutlar, parkta oynayan çocuk, kuytulardaki öpüşmeler, telefondaki mesaj sesi, çay kaşığı, rüzgâr, merakla beklenen buluşma, kaygılar, nargilenin dumanı ile ardından gelen öksürük sesi, otobüsler taksiler aklınıza gelecek her şey zamanın o an’ında asılı kaldı.

Önce açık ve net olarak bakamadıklarıma bakıyorum. Yüzlere… Sonra biçimlere… Sonra koşmaya başlıyorum zindanlara doğru. Kapılarını açıyorum. Yoldaşlarımıza dokunuyorum. Onlarda hareket edebiliyorlar artık. Onlarda diğer zindanlara, onlarda diğer zindanlara… Bu böyle sürüp gidiyor böyle. Sonra tüm dünyanın annelerini uyandırmaya başlıyoruz. Dünyayı en iyi kavrayan kadınlar, hakkı ödenmemiş elleriyle çocukları uyandırıp karınlarını doyuruyorlar gözyaşlarıyla. Dokundukça iyilere güzelleşiyor dünya. Gökyüzüne dokunuyor Afganistanlı bir çocuk, güneş açıyor,  esiyor rüzgâr, yağmur yağıyor bir başka yerde. Suya dokunuyor bir başkası dalgalarda beliriyor bir gülümseme ve kahkaha. Masmavi.

Sonra toplanıyoruz meydanlarda, Yakıyoruz yönetenlerin konaklarını ve saraylarını, ateşe veriyoruz. İşte o yanan sarayın ateşine atıyoruz bize mal ettikleri tüm kötülüklerini. Sonra yüksek katlı binaları yıkıyoruz. Sonra bankaları ve paralarını. Üreten tüm ellere dokunuyoruz. Hala tamam değiliz. Ağaçlara ve hayvanlara dokunmaya başlıyoruz.

Arabaları fabrikalara taşıyoruz. Silahları kızgın alevlerde eritiyoruz. Otoyollara ağaçlar ve çiçekler dikiyoruz. Kışlaların duvarlarını yıkıyoruz. Cephedeki her askerin elindekini alıp, bir karanfil, bir ekmek,  birde yeni doğan bebeğin resmini bırakıyoruz.

Sonra antrepolarda saklanan yiyecekleri dağıtıyoruz ihtiyaca göre. Çöllerin ortasından geçen büyük su kanalları inşa ediyoruz. Ulaşıyoruz Afrika’nın susuzluğuna.

Tüm yapıları yıkıyoruz. Yerlerine ne ihtiyaç duyuluyorsa yapıyoruz yeniden şeffaf camlardan. Kimse kimseden saklanmıyor artık. Kimse olduğu şeyden utanmıyor, utanacak ne varsa yaktık burjuvanın sarayında. Saklayacak bir düşünce, bir ses, bir renk kalmıyor yeryüzünde. Meta da daraltılan hayat gerçek sınırlarını aşmakta, zamanın en küçük parçasında yaşamakta…

En küçük parçadan uzaklaşıyor düşüncelerim. Adımlarım başlangıç noktasında, akıyor gerçek hayat burjuvanın çarkında, zincirler çarpıyor birbirine, çınlıyor. Çınlıyor. Çınlıyor…

*

Şehir insanı devinimin içinde parçalanıp benliğini yitirirken, Nietzsche’ in mezarının başucunda ağıtlar yakmakta. Dünyayı değiştirme cesaretinden doğan devrimciler, filozoflar, şairler, yazarlar pazarlarda hergün satılmakta. Şehrin ışıklarıyla körleşen teoiri karanlıkta olanları anlayamamakta. Gelişen, gelişmeyenin, gelişenin önündeki engel olduğunu anlamamakta. Bunu karanlıkta kalanların tercihi, suçu, günahı sanmakta. Saatin içindeki çark, çark olduğunu kavrayınca, saatin saat olduğunu anlayacağını zannetmekte. Bütünle parçayı, soyutla somutu, gerçekle sahteyi küçük çarkın özgülünde ispatlamakta. Kendi içinde olan tutarlılığı diyalektik kanun yapmakta.

Şehir insanının yanılgısı burada başlamaktadır ülkemizde. Üretim ilişkilerinin varlığıyla açığa çıkan hızı, tarihten ve sıfatların niteliğinden koparırsak alacağımız sonuçta düşündüğümüz fikir olacaktır zaten. iki kere iki dört eder soyutta. Mekanik harekatlerin içinde olan kişi toplumsal yasaları da o mekanik hareleketle yorumlayarak anlamaya çalışmaktadır. Katı cansız nesnelerle çevrili olması akışkan değişken hareket eden iten çeken kuvvetlerin yarattığı,  üretim biçimlerini, üretim ilişkilerini, araçlarını, onların arasındaki ilişkileri, kültürü sanatı vb. Her şeyi de kaba bir nesne ile ölçmeye çalışırsa elde edeceği sonuçta kaba ve hatalı olacaktır. Bu kişilerin yöntemi şuna benzer:

Eline bir çubuk alıp tarlayı ölçen adam gibi olur. Her ölçüm sonucunda birbirine yakın sonuçlar elde edemez. yüzeyin fiziksel olarak değişebileceğini unutur çünkü. tepe olan yer düz olduğunda iki nokta arasında elde ettiği sonuçlar o kadar farklı olurki kendisi de inanamaz. Bu aletle bir   değilde bir köy bir kasaba ,şehir, ülke, dünya ölçüldüğünü düşünün. Mülkiyet kavgaları yüzünden  kan gövdeyi götürürdü.

Diyelimki daha hassas bir alet verdik aynı kişiye. Aleti kullanmayı bilse bile yine doğru ölçemeyecektir. Neden?

Iki nokta arasındaki yatay mesafeyi mi? eğik mesafeyi mi? ölçmesi gerektiğini bilemeyecektir.

Sorun burada da bitmez sürüp gider… Doğal olarak bilimsel bir konuda çalışılıyorsa bunun eğitimini de alması gerekecektir.  Bilimsel konularda eğitimi okullar sağlar. Peki konu insan ve toplumsal yasaları ise bunun eğitimini kim ne nasıl sağlayacaktır?

Yani anda durup ufkum sınırları içerisinde canlandırdığım dünyayı ne,nasıl sağlayacaktır?

Yada sınıfsız toplumu hangi araçlar sağlayacaktır?

Bunun cevabını çoğu kimse bilmekle beraber  önemini kavramaktan uzaktırlar. Komunist partinin sadece bir araç olduğunu zannetmek onu durağanlaştırır. O bir okul, bir öğrenci, bir öğretmendir. Hareketin içinde gelişir. Yetkinleşir. Tarlayı ölçmek için kulladığımız çubuğun zaman içerisinde amacına uygun haldeki gelişmiş alete dönüşmesi gibidir. Gelişmeye de devam edecektir. Peki bu gelişmeyi ne sağlamıştır?

-bir ihtiyacın olması(keyfi değil,zorunlu)

Bir sorun olduğunun bilince çıkarılması gerekir. Ölçme konusunda sorunumuz nelerdi?

- doğru bir ölçme aleti kullanmamamız

-doğru bir teknik kullanmamamız

-hangi yüzeyi hesaplayacağımızı bilmememiz

-çalıştığımız yüzey ile elde etmek istediğimiz sonuç arasındaki bağlantıyı kavramamış olmamız

Ne yapmamız gerekiyor?

-Bir sorun olduğunun farkına varacagız(tekrar tekrar deneyerek)

-doğru bir ölçme için aleti veya aletleri geliştireceğiz.

-yüzeyin şekli ile dünyanın şekli arasındaki bağlantının(yüzeyin genişliğine göre düz,küre,geoid) kavranmasını sağlayacağız.

-sonra hesaplamalar ve  yapılan hesapların zemine uygulanarak kontrol edilmesi gerekiyor.

Devrim içinde bu ve buna benzer bir düşünme tarzı gerekir. Çünkü o da bilimdir. Komunist bir partiye ihtiyaç olmadığını söyleyen her kimse dünyayı adımlarıyla ölçmeye çalışan ahmağa benzer. Komünist Parti bir savaş aygıtıdır. Sınıf savaşımında ezilenlerin yeğane silahıdır.

*

Şehir insanın bir diger sıkıntısı ise şeylere verilen isimlerin şeylerin niteliğini anlatmadığını anlamamasıdır. Kent deyince yada kır deyince neyi nitelediğini tam olarak bilememesidir. Aynı Işçi Sınıfından bahzederken, tek bir şeyden bahsediyor ve o tek şeyin tek bir nitelikten oluştuğunu zannetmesi gibidir. Yani makina başına geçmesiyle işçi unvanını aldığını zannediyor. işçilerin ayaklanmamasının yeğane sebepleri olarak, eğitimsizlikle, kültürel gerilikle, dinsel inançla  vb. Sebeple açıklıyor.(Aslında maddi yaşam koşullarının iyi olduğunu söylemiş oluyor, burjuvayı bir anlamla hayranlıkla kutsuyor) Peki neyi kaçırıyor ? Onun mülkiyet ile olan ilişkisini yok sayıyor. Şehirlere göçerken yanında bir tapu taşıdığını unutuyor. Köyde bıraktığı toprağı  elden çıktı zannediyor. Makinanın yada masanın başına geçince de proleterleşeceğini zannediyor. Bu hata kırdaki toprağın parçalanmasını, merkezi bir yapıya kavuşamamasını, kırda büyük bir sermayenin oluşamamasını da sağlıyor. En basit anlamıyla ne köylüsü ‘kapitalist çiftçiye’ dönüşebiliyor ne de işçisi proleterleşiyor. Ağalar ya devlette somutlanıyor(türkiyede tarım arazilerinin yüzde 11’i devlete aittir. köylü devlet-ağanın kiracısıdır da.)yada kompradora göbekten bağlı tarım ağasında yada hayvan ticareti yapan tefeci bozuntusunda. Ama bizim şehirli insanımız ‘biçim değiştiren ağayı’ göremediği gibi yerine de şehrin ışıklarından görebileceği mesafedeki küçük işletmeleri, feodalizmin çözülmesi olarak sunuyor. şehir insanı tüm şehirleri kendi şehri gibi zannediyor. İstatistikleri de kafasına göre yorumluyor. Feodal niteliği kendi halinde doğal koşulllarda çözülecek  zannediyor. Neden böyle oluyor? kendi de mülkiyet ilişkisi içinde küçük  burjuva düşünce sınırının kenarında dönüp  dolanıyor da ondan. İbrahim Kaypakkaya’nın fikirleri şehirli küçük burjuvalar için ağır bir yük olduğu için ‘eskimiş’, ‘günü geçmiş’, oluyor. Alacalı bulacalı teorik soslarla kendi küçük burjuva düşüncesini süsleyip devrimin suyunu kendi tarlasına baglayıp, yolunu da kendi arsasından geçirmeye çalışıyor. Mülkiyetinden bakıyor, kendi sınıf çıkarını savunuyor. Aynı emperyalist devletlerin geri olan ülkelerin halklarına baktığı gibi bakıyor. Mao Zedung’un o büyük sözünü unutuyor: ’Bir zincir en zayıf halkası kadar güçlüdür.’ Üretim ilişkileri içinde bu geçerlidir. Komprator burjuvanın şişmesiyle gelişmesini, gittiği arabanın hızından dolayı görüp seçemiyor.

       Ne söyleyelim şehrin ışıkları adamı kör ediyor. kör olduğu içinde kendi ile mülkiyet arasındaki ilişkiyi seçemiyor. Ağır gelen bedenini kaldıramadığı için  kıra bahane uyduruyor. ’Eskimiş’, ’günü geçmiş’ bahaneler ısıtılıp ısıtılıp işte bunun için piyasaya sürülüyor.

Yaşasın Marksizm-Leninizm-Maoizm

Yaşaşın Demokratik Halk Devrimi

Yaşasın Halk Savaşı

İyi Çalışmalar

Taner Özcan

92668

Taner özcan

Taner Özcan sitemizin köşe yazarıdır. Kültürel ve politik konularda yazılar yazmaktadır

Taner özcan

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Arstahk: “Biz Beyaz Bayrak Kaldırmayız!”

Ermeni halkının soykırım ve tehcir tarihine bir yenisi daha eklendi. 1915 bitmedi. Bu kez TC destekli Azeri faşizmi eliyle utanç dolu katliam gerçekleşti. 19 Eylül günü Karabağ’ın (Arstahk) Başkenti Istepanagerd başta olmak üzere Karabağ’ın dört bir yanına saldırılar başlatan Azeri işgalcileri, saldırının birinci günü tamamlanmadan aralarında kadın ve çocukların da olduğu 35 kişiyi öldürüp yüzlerce sivil insanı yaraladı.

Sayfalar